Nasıl kutuplaştık?
Osmanlının, en zor, en uzun, en son asrında, Batı’nın meydan okuması karşı konulmazdı.
Geri kalmışlığımıza
sebep ve çare arıyorduk.
Bir görüşe göre geriliğe sebep
“İslam”, çare “Batılılaşma”ydı.
Kutuplaşma o an başladı.
“Batılılaşma”
taraftarları bir kutbu, bu görüşe
katılmayanlar diğer kutbu oluşturdu.
“Batılılaşma”
görüşüne katılmayanlar, “monşerleşme”den,
modernleşmeyi öneriyorlardı.
“Batılılaşma”
taraftarlarının çekirdek kadrosu Hariciye Nezareti –Dışişleri Bakanlığı– memurlarıydı. Meslekleri gereği Batılı
meslektaşlarıyla muhatap oluyorlardı. Batılı meslektaşları, aristokrat ya da aristokratik değerleri benimsemiş kimselerdi.
Avrupa’nın dinamizminin sırrını çözmenin yolu ise, aristokratları ve memurları değil, ticaret ve imalat gibi üretken sektörleri tanımaktı.
“Batılılaşma”
taraftarlarının Osmanlı’nın ekonomik
ve üretken kesimleriyle yani tabanla da bağlantıları yoktu.
Bu ilk kuşak “Batıcı” Osmanlı elitinin, seçkinlerinin,
kalkınmayı “tüketim alanındaki Batı
kalıplarını benimseme” olarak yorumlamaları çok kolaycı bir yaklaşımdı.
Bu yüzeysel batılılaşmayı, toplum
hafifmeşreplik olarak gördü.
O dönemin 13 sadrazamından
sadece 1’i medrese eğitimi almış, diğerleri “Batıcı” eğitim almışlardı.
Artık, yönetim “Batılılaşma” taraftarlarının ellerindeydi.
Bu görüş sahipleri, Türk İmparatorluğu’nun mezar kazıcısı
oldular.
1830 doğumlu Mehmet Tahir
Münif Paşa, daha o yıllarda Batı’dan ilk felsefi eserlerinin çevirilerini bile yapmıştı.
Bütün bunlarla bir “kültürel çatlama” oluştu.
“Batılılaşma” görüşünde
olanlar, “İslam”ı günah keçisi ilan
edip, İslam’a ve dindarlarına her vesile ile saldırdılar, aşağıladılar, nefret
kustular.
“Batılılaşma”
rüzgarına kapılanların ellerinde, “İslam’ın
geriliğe sebep” olduğuna dair somut veriler bulunmuyordu.
Bütün dayanakları varsayım ve önyargıydı.
“Batılılaşma”
taraftarları o günlerde, Avrupa düşünürlerinin “akıl dini”, “bilim dini”,
“hümanizm”, “şovenizm”, “doğa
dinleri”nin kuvvetle esen rüzgârlarıyla yelkenlerini şişiriyorlardı.
“Batılılaşma” görüşünde
olanlar, o gün bu gündür bir “çıkar
grubu”, bir “siyasal elit”
oluşturdular. Zümre olarak hareket etmekle rant
sağladılar, nemalandılar, ülkenin
ana arterlerini tuttular, kaymağını
yediler.
Çıkarları, tekelleri, kolay
kazanç kanalları sarsılırsa vaveyla kopardılar.
Kültürel kökenlerini,
azınlık/yabancı okullarıyla, Bab-Ali Tercüme Odası, Mektebi Maarifi Adliye, Dar’ül Maarif, Mahrec-i Aklam gibi daha 1850’lerden önce hayata geçirilen Batı tarzı eğitim veren okullardan
almışlardı.
O dönemlerde Osmanlı Hariciyesinde
görevli memurların muhafazakârlarının bile %12’si, Batılılaşma taraftarlarının
ise sadece %4’ü ananevi medrese tahsilli idiler.
Eğitim sisteminin tamama
yakını, kısa sürede bu okullara dönüşmüştü.
1850’lerden itibaren
İmparatorluk coğrafyasındaki hemen her ilçe merkezine modern tipte orta okullar
yayıldı. Orta okullarda Fransızca mecburi dersti. En ücra kasabalardaki taşra
çocuklarına bile Fransız radikalizmi
aşılanmaktaydı.
Azınlık/yabancı
okulları 1900’lerin başlarında binlerle ifade edilecek sayılara ulaşmışlardı. Bu okulları, Kemal Tahir’in tabiri ile akıllanalım
diye açmıyorlardı.
1990’larda başörtüsü bir
özgürlük simgesi sayılırken, 1900’lerin başlarında başını açmak özgürlük
sayılıyordu. Bu paradoks “Batılılaşma” zümresininzaferlerinin geçici olduğunun
kanıtıydı.
1946’da “Batılılaşma”cı “siyasal
elit”, güçlerinin zirvesindelerken, dünya konjonktürünün baskısı ile Türkiye’yi
demokrasiye geçirmek zorunda kaldılar.
1950 seçimleri “kadim Selçuklu-Osmanlı ekseni”nin
müthiş zaferiyle sonuçlandı.
İktidar halka geçmişti, halk iktidara el koymuştu.
“Siyasal elit”-“çıkar grubu”, 1960 darbesi ile rövanş aldı.
Lakin halk, onları
savuşturmayı bildi. 1960 sonrası ilk seçimlerde “Siyasal elit”itekrar alaşağı
etti.
Sandık, hiç
bir zaman “kadim Selçuklu-Osmanlı
ekseni” karşıtlarının yüzlerine
gülmedi.
1971, 1980, 1997 darbeleri
ile tekrar tekrar abansalar da, iktidara bir daha tutunamadılar.
İktidarı sonsuza dek
kaybetmiş gözüken “çıkar elit”i son
derece huysuzlanmış gözüküyor ve gerilim oluşturuyor.
Dünya konjonktürü “çıkar eliti”nin aleyhine gelişiyor.
Sonbahar mevsimine girdiler.
Bir pastırma yazı olsun umuyor olsalar
da kış kapıda, dostları bile odun
kömür derdindeler, İngilizler askerle benzin alıyorlar.
Aklın gereği; Kılıçdaroğlu’ nun
gafı gibi,yürüyen merdivene ters binmemektir.
“Batılılaşma”
yörüngesinde seyredenler, hiç de yabancısı olmadıkları kadim yörüngemize avdet ederek, tarihi bir telafiye
imza atabilirler.