Nasıl ayağa kalkarız?
Mükerrem Mekke’deyiz…
Yönümüz, yüzümüz, yüreğimiz muazzam Kâbe’ye yönelik…
Kâbe'ye sabitlenmiş kalplerle Rabbani bir yörüngede yürüdükçe
Yürüyoruz…
Kıyam evinde kararlı adımlar atmak zorundayız…
“Allah, beyt-i haram (olan) Kâbe’yi insanlar için bir ayaklanma (kıyam evi) kıldı.” (Maide, 97)
Bu evin böyle bir misyonu var…
Yüce kitabımız kıyam merkezine işaret ediyor da biz ümmet olarak bu kıyamın neresindeyiz?
Yeryüzünde bunca kıyım, yıkım, soykırım, zulüm, mezalim, katliam karşısında böyle bir irade ne kadar mümkün?
Haksızlık karşısında Hakkı haykıracak, ayağa kalkacak Hakka şahitliğini sürdürecek bir ümmet bilinci ve direncinden bahsedebilir miyiz?
Dokuz aylık Gazze sınavı aslında bu sorulara net cevaplar sunuyor…
Sadece bir dünya başkentlerinin eylemlilik boyutuna bir de ümmet başkentlerinin hali pürmelaline bakmamız yeterli olacaktır…
Evet, tekrardan bir daha bakalım dünya başkentlerine, kampüslerine, sokaklarına… Bir de bizim dünyamıza!
Bizim diyebileceğimiz bir dünya var mı ki?
Gazze direnişini kendi gelecekleri için risk gören, gelişmelerini kendileri için beka sorunu olarak okuyan başkentlerden ne beklersiniz?
Başkentlere rağmen ayağa kalkmak gibi bir derdi, bir duyarlılığı olan bir ümmetten bahsedebilir miyiz?
Böylesi bir durumda ümmet olarak nasıl ayağa kalkabiliriz?
Belki bu sorudan önce şunu sormamız gerekiyor: Niçin bu hale düştük?
Soru ile birlikte niçinler konusunda sayısız cümleler zihnime üşüşüyor…
Üretilmiş korkular, öğretilmiş çaresizlikler, tükenmişlik sendromu, seçilmiş yalnızlıklar, kronik tembellikler, mental yorgunluklar…
Karamsarlıklar, korkular, kararsızlıklar, kasvetler, kuşkular, kaygılar, kaypaklıklar, kimliksizlik kim bilir daha neler neler?
Ayağa kalkamayışımızın en ciddi nedenlerinden biri de dünyalık ağırlıklarımız değil mi?
Alışkanlıklarımız, arzularımız, ağırdan almalarımız, ayak sürmelerimiz, ataletimiz, acziyetimiz, açmazlarımız, aymazlıklarımız…
Aşağılanmayı, ezilmeyi, sömürülmeyi alın yazısı gören bir ümmet asla ayağa kalkamaz…
Bir düşünürümüzün tespitiyle, ümmetin ayağa kalkması için iki noktaya dikkat çekiyor:
Bir, siyasal bir bilinç için, hilafet…
İki, toplumsal bir bilinç için, hac…
Maalesef iki konuda da maruz kaldığımız bilinç yaralanması ortada…
Diğer bir mütefekkirimiz, ümmet niçin bu hale düştü sorusunu farklı iki kelime ile özetliyor:
Bir, ictihadsızlık…
İki, cihadsızlık…
İkisi de cehd kökünden gelen bu anlamlı tespitin neresindeyiz?
Kuşkusuz Allah yolunda gereği gibi cehd etsek, Allah yollarını gösterecek… Ümmetin makûs talihi değişecektir…
Bir diğer aydınımız ümmetin marazi halini o da iki kelime ile özetliyor…
Fıtratın ve misakın bozulması diyor…
Siz bunlara âlimlerin acziyetini, nesillerin cehaletini ekleyebilirsiniz…
Ahlaki tükenmişliğe vurgu yapabilirsiniz…
Ümmetin iç kanamalarından, asabiyet, enaniyet ve aşırılıklarından dert yanabilirsiniz…
Tüm tespit, teşhis, teklif, tedavi, tanı hepsi güzel de bizim ümmet olarak acilen ayağa kalkmanın bir yolunu bulmamız lazım…
Şairimiz ne diyordu?
“Utan ey ümmeti merhume.”
Tüm olumsuzluklara rağmen hâlâ ayağa kalkabilecek potansiyel gücümüz var…
Dünyayı ayağa kaldıran Gazze ümitvar olmamızı tembihliyor…
Biz elimizden geleni gereği gibi, en güzel şekilde yaparsak gerisini getirecek olan Allah’tır…
Elele verirsek, yekvücut, tek bilek, tek yürek olursak olmazların nasıl mümkün olduğunu Rabbim bizlere gösterecektir…
Ellerimiz temiz olursa, Allah elimizden tutar bizi ayağa kaldırır… Yeter ki kirli yaşamlara tevbe edelim…
“ Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun.” (Maide, 8)
Ayak oyunlarından vazgeçmeyenlerden, ağırdan alanlardan, “ama”ları ve
“acaba” ları bitmeyenlerden ayağa kalkmaları beklenemez…