Namaz ibadeti-6
İnsan “beden ve ona üflenen ruh”tan yaratılmış olup, görünen beden/fizik ile birlikte (ne’liği konusunda farklı anlayışlar olsa da) var olduğuna inandığımız görünmeyen ruh/manadan müteşekkildir: suret/şekil-ruh/mana.
İnsanda
görünen-görünmeyen bu “düalist” durum sadece beden-ruh, şekil-mana ilişkisinde
değil;
Aynı zamanda
ilahi buruk gereği ifa edilen nüsuklarda (ibadet) da belirgindir: ibadetlerin, herkesin
bildiği zahiri tarafının yanısıra (ancak kendisini ibadetlerin “öte ile
ilişkisini” anlamaya verenlerin öğrenebileceği) derunî manaları vardır.
Biliyoruz ki Allah Tebarek Teala’nın hiçbir kula, hiçbir varlığa hiçbir şekilde
ihtiyacı yoktur ve olamaz da, ancak yine biliyoruz ki en küçük zerreden
kainatın tümüne kadar her şey Allah’a (cc) muhtaçtır. Bu sebeple Allah
Teala’nın müstağni oluşunu ibadetlerimizi eda, kulluğumuzu ifa ederken
aklımızdan çıkarmamalıyız. O (cc) -hâşâ- muhtaç olduğu için bize namaz, oruç gibi
ibadetleri farz kılmamıştır. İbadetlerin farziyeti, bizim Allah Subhanehu Teala
ile olagelen ilişkimizin şuurlu, gönüllü ve layıkıyla bir kulluk temelinde
anlaşılması ve buna inanılması içindir. Yani biz ibadet ederek kulluğumuzu
idrak eder ve bunun gereğini O’na arz ederiz.
Kıble
konusuna sonraki sayfalarda değineceğiz. Önceki bölümde kıyam konusuna giriş
yapmıştık, şimdi de kıyam konusuna devam edeceğiz.
Öncelikle inanmışız
ki namaz ibadeti/salat bizim ‘Yüce Huzur’a varışımızdır. Ama bu öyle
böyle bir huzur olmadığı gibi alelade bir varış da değildir. Alemlerin; bilinen
ve bilinmeyen alemlerin, var ettiği ve var edeceği bütün alemlerin O’nun
huzurunda toz zerresi kadar “nicelliğe” sahip olmadığını biliyoruz.
İslam metafizikçilerinin dediği gibi: Görünen ve görünmeyen, bilinen ve hiçbir
zaman bilinemeyecek alemlerin tümü O’nun SONSUZ VARLIĞI karşısında “YOK”hükmündedir.
İşte biz
namaza dururken böyle bir HUZUR’a varıyoruz. İftitah tekbiri ile birlikte O’nu(n
kibriyalığını) “Ve Rabbeke fe kebbir” emri gereği üstelik gönüllü olarak
ve şeref duyarak zikrediyoruz.
Sizler de
yaşamışsınızdır; insan dostlarıyla bile sohbet ederken, dertleşirken bazen, duygularımı
ifade etmekten acizim ya da, bu konuda söyleyecek söz bulamıyorum
deriz. İşte söylemek istediklerimizi dil ile anlatmaktan aciz kaldığımız
durumlarda vücudumuzla, beden dilimizle dahası kalbimizle, zihnimizle dile
getiriyoruz. Zira hiçbir saygı cümlesi ayakta durarak, el bağlayıp başın öne
eğilmesi kadar etkili bir anlatım olamaz. Keza huşunun saygıyla birleşmesini,
dizleri üstüne oturup ellerini dizlerinin üstüne koymak kadar net ve anlaşılır
şekilde ifade edecek bir kelam yoktur.
Kıyamda O’nun
(cc) huzurunda durarak insan olarak yaratıldığımızı, iman ile
şereflendirildiğimizi zikrediyoruz/hatırlıyoruz dile getiriyoruz. O (cc) bizleri
var etmeyebilir ya da bizi insan değil de taş parçası olarak da yaratabilirdi. Kıyamda
bütün bunları düşünerek Alemlerin Yegâne Sahibi’ne, bizi var eyleyip insan
olarak huzuruna kabul ettiği için hamd ediyoruz, teşekkür ediyoruz.
Nasıl mı?
Ayakta ve el
pençe divan durarak!
Kıyam
esnasında diyoruz ki;
Ya Rabbi!
Öyle yücesin
ki, öyle sonsuz azamete sahipsin ki anlatmaya mecalim yoktur,
Beni var
ettiğin için, bu ana kadar bana yaşattıkların için teşekkür ederim,
Bugüne kadar
gezdim, dolaştım, gördüm, öğrendim, yedim, içtim ve düşünüyorum, düşünüyorum,
bir daha bir daha tefekkür ediyorum ve;
Elhamdulillah!
diyorum, çünkü;
Bütün
yaşadıklarım, gördüklerim bana sadece ve yalnızca sana hamd etmemi öğretti.
Sadece sen övülmeye layıksın, biz hakkıyla hamd edemesek de diyoruz
kıyamda.
Namazda
kıyamda durmanın yanısıra rükûda durma da vardır, secde de ve son duruş olan
kuudda da durma vardır. Namazdaki bu duruşlar üzerinde durmamız icab eder çünkü
Rabbulalemin bize gereksiz bir eylem ya da eylemsizlik emretmekten münezzehtir.
O’nun her emri hikmeti gereğidir. Her emri bizi Kendisine daha layık kul eyler,
bizi kendimizle tanıştırır yoksa O’nun emirleri için “gereksiz ve abes
eylemler(!)” demiş oluyoruz ki Alemlerin Rabbi bundan ve her türlü abes
istek ve emirden münezzehtir.
Evet,
Rabbulalemin,
namazda farklı hareket/hareketsizliklerle yani namazdaki “durmalarımızla”
bizi çok derin idraklere taşıyor, bununla bize çok önemli mesajlar veriyor.
Namazdaki her durak ayrı mesaj, ayrı mana taşıyor. Şayet Allah Teala’nın
namazdaki duruşlarımızdan farklı muradları olmasaydı Kendisine en yakın
olduğumuz secde halinde namaz kılmamızı isterdi. Çünkü kulun Allah’a (cc) en
yakın olduğu an secde anıdır. Ama Rabbulalemin bizim sadece secdede durmamızı değil,
ondan önce kıyam ve rükûda durmamızı istemiştir. Bu demektir ki Allah bizim
kıyamda duruşumuz ile ayrı, rükûda duruşumuz ile ayrı, secdede duruşumuz ile
ayrı muradlara sahiptir. Bize de düşen bu muradları öğrenmek ve namazımızı
İlahi buyruğa ve murada uygun kılmaktır.
Bu yüzden biz
de namaz içinde huzur-i İlahi’de yerimizi ve namazdaki duruşlarımızın manasını
öğrenmeye çalışıyoruz. Bu sebeple namaz hareketleri konusuna kıyamdaki “durma”mızla
başladık.
Kıyamı bu
minvalde değerlendirmek gerek.
Devam
edeceğiz inşaallah…