Namaz İbadeti 5
Namaz ibadetinde “zikr” büyük önem taşır hatta namaz tamamen “zikr”dir dersek salatı daha iyi tanımlamış oluruz. Kalbin-dilin-duruşun beraberce gerçekleştirdikleri zikir… Beraberce ve ibadet niyetiyle zikretmenin yani anmanın, düşünmenin gerektiği yerde bu üçlüden biri yoksa zikr eksik kalır.
Mesela namazda
bir şey söylemeden-okumadan sadece gönül “duruş”a eşlik ediyorsa namazın/zikrin
yerine getirildiği söylenemez. Aynı şekilde namazda söylemeye-okumaya (düşünmek
suretiyle/zikr) gönül eşlik etmiyorsa zikr yine eksik kalır. Namaz, birbirinden
ayrılmaması gereken okuma-söyleme ve duruşlara kalbin mutlaka eşlik etmesidir.
O zaman namazın zikr boyutu tamamlanmış olur. Ancak;
Her konuda
olduğu gibi namaz ibadeti için de öncelikle niyet şarttır. Ne yapacağını, niçin
yapacağını düşünmek ve bunun için harekete geçmek babında niyet şarttır.
Namaz için
niyet namazdan çok önce başlar. Abdestle devam eden niyet namaza durmak için
kalkıldığında tamamlanır.
Niyet; aklın
ve kalbin tercihi, kararı ve yönelişidir. Alemlerin Rabbi dışındaki hiçbir şeye
rağbet etmeden yönelmek demektir namaz niyeti.
Allah Resulü
(sav) “Ameller niyetlere göredir” buyururken iyi şeylere niyet
ediniz demek istemiştir. Niyet o kadar derunidir ki şartları oluşursa niyet
adeti ibadete dönüştürür. Yani ibadet değeri taşımayan bir eylem, sizin değer
taşıyan niyetinizin güzelliği sayesinde ibadete dönüşüverir. Bazen de aynı iki
amelden biri ibadet olurken diğeri günah olabiliyor.
Mesela küçük
çocukların başını okşamak adettendir. Siz yolda yürürken bir çocuk gördüğünüzde
merhametinizden kaynaklı olarak o çocuğun başını okşarsanız bu ibadet olur, ama
herkes okşuyor diye çocuğun başını okşarsanız bu eyleminizin bir değeri yoktur.
Başka bir
örnek:
Üç kardeş evlerinin
önüne birer küçük çukur kazıyor. Birincisi yağan yağmurlarda burada biriken su
ile kuşların susuzluğunu gidermesini amaçlıyor (niyet).
İkinci kardeş
daha güzel, daha derli toplu bir çukur kazdıysa da o sadece kardeşim yapmış ben
de takdir için yapayım, diye çukur kazmış ise bu yaptığı bir değer taşımaktan
uzaktır.
Üçüncü kardeş
ise yine güzel bir çukur kazıyor, ama onun niyeti burada oynayan ve seslerinden
rahatsız olduğu çocuklara engel çıkarmaktır.
Bu üç
kardeşin yaptıkları iş aynı olsa da niyetlerinden dolayı biri ahlaka, vicdana
uygun davranmışken, diğeri boş denilebilecek bir iş yapmış olur. Üçüncü
kardeşin yaptığı ise ne ahlaka ne vicdana sığar. Bunlardan birincisinin iyi
niyeti işinin “ibadet-i gayri mersume” olmasını sağlıyor. Ancak diğer iki
kardeş iyi niyet taşımadıkları için aynı işi “şer” kılmış oluyorlar. Bu
nedenle ibadetlerin kabulü için niyetinin halisane olması elzemdir.
Kısacası
namaz ibadeti için niyet şarttır. Peki, bu şart olan niyet ne olmalıdır?
Salat aynı
zamanda “yanma” ile de ilişkili bir kavram-kelimedir. Mü’min’in Yüce
Huzur’da olmanın zevkiyle tutuşmasıdır. O zaman niyet bu “yanış”a
katılma arzusu ve isteği olarak da anlaşılır.
Biz namaz
için niyet ederken, yazı dizimize başladığımızda “ibadetlerin öte ile ilişkisi”nden
bahsettiğimiz evrensel ilişkiyi düşünerek niyet ederiz. Çünkü bütün varlık daima
zikr halindedir: Salat-ı/Zikr-i Daimun. O zaman mü’min namaza niyet ettiğinde
alemin zikr halinde olduğunu ve kendisinin de bu zikre dahil olmak istediğini
niyet eder ve adeta:
Ben de
alemin içindeki her şey gibi muazzam bir zikr olan bu kozmik senfoniye
katılıyorum, der. Kulun namaza niyet etmesi demek bütün kainatla birlikte “Huzur”
için izin istemesidir. İftitah, yani namaza başlama tekbiri için Allah-u
Ekber! dediğinde kul, “Ey evren! Ben de sizinle birlikte Alemlerin Rabbi
olan Allah’ı (cc) anmak (zikr) için aranıza katıldım” bahtiyarlığını ifade
etmiş olur. Bütün varlığın yaradılışı gereği mecburi-özgür durduğu bu zikre kul
namaz ile gönüllü olarak eşlik etmiştir.
Namaz aynı
zamanda ‘İlahi Çağrı’ya cevaptır, demiştik. Kulun ifade ettiği iftitah
tekbiri ile, “Geldim Rabbim, buradayım!” demesidir. Tabi, bunu
diyebilmek için kalbin, sözün, eylemin uyum içinde olması şarttır. Yoksa Allah
muhafaza, dil söyler de musallinin kalbi o esnada işte, güçte, dünya
meşgalesinde ise ibadet farklı bir durum arz eder.
İftitah
tekbiri ile birlikte tek hareketle dünyayı geride bırakmış oluyoruz. Omuzlarımızın
hizasına doğru kaldırdığımız iki elimizin tersi ile dünyaya dair ne varsa
arkada bırakıyoruz. Bu hareket aynı zamanda, “İlahi! İstediğim sadece Sen,
yalnızca Sen, ille de Sensin…” demektir de. Ve bu tekbir bizi namaza dahil
eyledi:
ALLAH-U
EKBER!
KIYAM!
İman ediyoruz
ki Allah Subhanehu Teala anlamsız en küçük bir şeyi, bir eylemi bile
istemekten münezzehtir. O’nun her isteği, her emri hatta bir
ibadetteki/nüsuktaki “en küçük(!)” diye nitelendirebileceğimiz rüknü de anlamsızlıktan
ve gereksizlikten münezzehtir. Alemlerin Rabbi abes iş yapmadığı gibi
kullarından da istemez. O’nun her işi, ama her işi yüce hikmete mebnidir.
O zaman
namazdaki tertip ve erkanın anlamını bulmak ve bu anlama uygun ibadet etmek
gerek.
Kıyamı
anlatmaya geçmeden önce belirtmek gerekir ki insan kıyamda insanlarla, Rükuda
hayvanlarla, Secdede nebatatla, Kuudda ise cemadatla/cansız varlıklarla
birlikte zikre duruyor.
Devam
edeceğiz inşaallah…