Dolar (USD)
32.55
Euro (EUR)
34.86
Gram Altın
2427.04
BIST 100
9722.09
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

15 May 2022

Namaz İbadeti 4

Namazın en başat özelliği olan “zikr” namazdaki duruşumuzla, okumalarımızla ve bunlara eşlik eden kalbimizle yapılır. Zira zikr bilginin muhafazasıdır, bilgiyi akla getirmesidir. Zikirde en önemli durum: kalbin/aklın, halin ve dilin birbirine eşlik etmesidir. Aksi halde yapılanın adı zikr yani anma, düşünme olmaz, olsa olsa söyleme, okuma olur ki bu da “zikir”den farklıdır.

Zikr mü’minde boşluk oluşmasına manidir. Günün her farklı vaktinde farz kılınan namaz ile bizde herhangi bir boşluğun oluşmaması murad edilmiş ve bizim dünya meşgalesine kapılmamamızın önüne geçilmek istenmiştir.

Allah (cc) adeta,

Kulum kendisini dünyalıklara kaptırmasın ki Yaradanını unutmasın, yaşamının gayesini unutmasın yüce muradıyla bize zikri farz kılmıştır. Dünyanın sıkıntılarında da sevinçlerinde de kulun zikr ile canlı kalması ve bu canlılıkla dünyalığa kapılması söz konusu olamasın. Çünkü bizim dünyaya gelişimizden sonra yaradılışın ikinci safhası başlamıştı: İleyhi raciun…

Allah’a dönüşümüz de O’ndan gelişimiz de O’nunladır çünkü evrende ve evren ötesinde O’nsuzluk yoktur. O zaman zikr başka bir güzellikle karşımıza çıkar:

Allah Azze ve Celle bizim O’nu (cc) anışımızla birlikte O (cc) da bizi anıyor. Yani kulun Allah’ı anmasıyla birlikte Allah’ın da onu andığı bir kul oluveriyor: Zakir-mezkûr!

Zikr kulda bir hayata dönüşünce Esma kulda belirir:

Hay ile yaşayan, Basir ile gören, Semi’ ile duyan kul…

Allah hayatımızda boşluk bırakmamıştır

Namazı günde beş kere farz kılan Rabbulalemin, böylece zamanın yönetimini, zamanın kontrolünü bize vererek adeta “Zamanı sen yönet!” demek istemiştir. Çünkü bilhassa çağımızda en çok ihtiyaç duyduğumuz şey zamandır. Zaten heba ettiğimiz zamanı bir de geldiğimiz süreçte teknoloji bağımlılığı, AVM bağımlılığı, israf ve tüketim bağımlılığı zamanımızı hunharca heba etmemizi adeta bize EMR EDİYOR ve zamanımızı kendimiz yönetmezsek biz de bu emre boyun eğmek zorunda kalacağız. Oysa bizler namaz ile zamanın en iyi şekilde yönetilmesini de öğreniyoruz.

Burada hemen belirtmeliyim ki onuncu yazıya konu olan İBADETLER/NÜSUKLAR yazı dizimiz 140 sayfalık bir kitap çalışmamızın özetinin özetidir. Bu sebeple konuları kısaltarak yazmam gerekiyor. Ancak namazın hareketlerine, daha doğrusu hareketsizliğine yani namazdaki “duruşlar”a geçmeden önce bu yazıda da salatın -namazın- ‘ne’liğine devam edelim.

Namaz, halk arasında bilinip ifade edildiği gibi ”vakit namazları” değildir. Namaz-vakit ilişkisi asıl olmayıp arızi bir ilişkidir. Şöyle ki;

Bir günde beş değişik vakit var: Güneş doğmadan önceki aydınlanma süreci, güneşin doğuşundan sonra kavuşacağı en yüksek seviyeye kadar süren dönem, güneşin gölgeyi uzattığı dönem ile karanlığa geçiş dönemi, yani akşamın alaca vakti ve son olarak gecenin tam karanlık vakti. Bunun dışında salat/namaz ibadeti için dünya güneş etrafında dönerken meydana gelen ve akşam-gece, seher-gündüz ve sonraki döneminden ayrık, farkı belli bir zaman dilimi yoktur. Dolayısıyla yeryüzünde normal coğrafyalarda vaktin bölünmesi bu minvaldedir.

Demem o ki;

Allah (cc) bütün vakitleri namazla geçirmemizi murad etmiştir. Yani, Rabbimiz bizim namazsız vaktimizin olmasını istememiştir. Yoksa ibadet “öğlenin, ikindinin ibadeti/namazı” değildir. Anlayacağınız eda ettiğimiz Sabah ya da Öğlen Namazı yahut İkindi, Akşam, Yatsı namazları değil, bu vakitler içinde kılınması emredilen namazlardır bizim kıldığımız namazlar. Bize, ayırt edebilelim diye namazlara vakitlerin adı verilmiştir.

Rabbulalemin, Müslüman olarak yaşadığımız her gün beş ayrı vaktin başlaması ile birlikte bizi namaza çağırarak (vaktin sonuna kadar kılınması şartıyla) dünya meşgalesinin mahkûmu olmamamızı istiyor. Yani Allah Sübhanehu Teala, bizlerin namaza hazırlık sürecinde ve namaz boyunca dünya işlerini unutarak günlük hengâmeden kurtulup zikir ve tefekkür halinde bulunmamızı istiyor.

Namaz zikr ise zikr için namaz sürecinde ve namaz esnasında Allah Teala’yı düşünüp, O’na kulluğumuzu hatırlayıp anlarımızı bu kulluğa yaraşır şekilde tanzim etmemiz gerek.

Ancak,

Namazın bu ulvi maksadına rağmen bizler namazda ticaretimizde arta kalan ürünleri ne yapacağımızı, karşı cenaha nasıl cevap vereceğimizi, ortağımıza ne anlatacağımızı, kısacası o gün uğraştığımız konuları namazda gözden geçiren bir ümmet olarak ibadet ediyorsak durup kıldığımız namazın neye tekabül ettiğini de düşünmemiz lazım.

Resul-i Ekrem’in sav hadis-i şerif’inde, “Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar…” buyurur. Bu, nasıl kılarsan kıl, ahirette “düzgün kılınmış” olarak kabul görür anlamına gelmez.

Namaz ve diğer nüsuklar “ara vermedir” yani hayatın olağan akışının dışına çıkmak suretiyle zikre durabilmek için meşgaleye ara vermektir. Kendimizin dışına çıkmaktır namaz ve ancak kendi dışımıza çıkınca Allah’ın (cc) üzerimizdeki sonsuz nimetlerini, ikram ve ihsanlarını görebiliyoruz.

İbadetler ve husûsen namaz ibadeti biz kulların Allah Subhanehu Teala ile aramızı boşaltmamızdır ve araya hiç kimseyi, hiçbir şeyi koymamaktır. Namaz bitince de kulun Rabbi ile bağlantısının devamı gerekir ki kişi “Düzgün kılınmış namaz” sahibi olsun.

Hal böyleyken;

Bu ara vermede de yani namazda da dünyalıklar bizi meşgul ediyorsa Resul-i Ekrem’in (sav) namaz ile ilgili müjdesi tehlikeye girecektir. Zira salatın ikamesi bizi kötülüklerden ve günahlardan alıkoyma gibi bir güzelliğe sahip iken, bizim namazımızı kılma esnasında içine düştüğümüz gaflet bu güzelliğe mani bir durum arz eder.

Haftaya inşaallah namaz kılmaya geçebiliriz.