Namaz İbadeti 4
Namazın en başat özelliği olan “zikr” namazdaki duruşumuzla, okumalarımızla ve bunlara eşlik eden kalbimizle yapılır. Zira zikr bilginin muhafazasıdır, bilgiyi akla getirmesidir. Zikirde en önemli durum: kalbin/aklın, halin ve dilin birbirine eşlik etmesidir. Aksi halde yapılanın adı zikr yani anma, düşünme olmaz, olsa olsa söyleme, okuma olur ki bu da “zikir”den farklıdır.
Zikr mü’minde
boşluk oluşmasına manidir. Günün her farklı vaktinde farz kılınan namaz ile
bizde herhangi bir boşluğun oluşmaması murad edilmiş ve bizim dünya meşgalesine
kapılmamamızın önüne geçilmek istenmiştir.
Allah (cc)
adeta,
Kulum
kendisini dünyalıklara kaptırmasın ki Yaradanını unutmasın, yaşamının gayesini
unutmasın yüce muradıyla bize zikri farz kılmıştır. Dünyanın sıkıntılarında da
sevinçlerinde de kulun zikr ile canlı kalması ve bu canlılıkla dünyalığa
kapılması söz konusu olamasın. Çünkü bizim dünyaya gelişimizden sonra
yaradılışın ikinci safhası başlamıştı: İleyhi raciun…
Allah’a
dönüşümüz de O’ndan gelişimiz de O’nunladır çünkü evrende ve evren ötesinde
O’nsuzluk yoktur. O zaman zikr başka bir güzellikle karşımıza çıkar:
Allah Azze ve
Celle bizim O’nu (cc) anışımızla birlikte O (cc) da bizi anıyor. Yani kulun
Allah’ı anmasıyla birlikte Allah’ın da onu andığı bir kul oluveriyor: Zakir-mezkûr!
Zikr kulda
bir hayata dönüşünce Esma kulda belirir:
Hay ile
yaşayan, Basir ile gören, Semi’ ile duyan kul…
…
Allah
hayatımızda boşluk bırakmamıştır
Namazı günde
beş kere farz kılan Rabbulalemin, böylece zamanın yönetimini, zamanın
kontrolünü bize vererek adeta “Zamanı sen yönet!” demek istemiştir.
Çünkü bilhassa çağımızda en çok ihtiyaç duyduğumuz şey zamandır. Zaten heba
ettiğimiz zamanı bir de geldiğimiz süreçte teknoloji bağımlılığı, AVM bağımlılığı,
israf ve tüketim bağımlılığı zamanımızı hunharca heba etmemizi adeta bize EMR
EDİYOR ve zamanımızı kendimiz yönetmezsek biz de bu emre boyun eğmek zorunda
kalacağız. Oysa bizler namaz ile zamanın en iyi şekilde yönetilmesini de
öğreniyoruz.
Burada hemen
belirtmeliyim ki onuncu yazıya konu olan İBADETLER/NÜSUKLAR yazı dizimiz 140
sayfalık bir kitap çalışmamızın özetinin özetidir. Bu sebeple konuları
kısaltarak yazmam gerekiyor. Ancak namazın hareketlerine, daha doğrusu
hareketsizliğine yani namazdaki “duruşlar”a geçmeden önce bu yazıda da
salatın -namazın- ‘ne’liğine devam edelim.
Namaz, halk
arasında bilinip ifade edildiği gibi ”vakit namazları” değildir.
Namaz-vakit ilişkisi asıl olmayıp arızi bir ilişkidir. Şöyle ki;
Bir günde beş
değişik vakit var: Güneş doğmadan önceki aydınlanma süreci, güneşin doğuşundan sonra
kavuşacağı en yüksek seviyeye kadar süren dönem, güneşin gölgeyi uzattığı dönem
ile karanlığa geçiş dönemi, yani akşamın alaca vakti ve son olarak gecenin tam
karanlık vakti. Bunun dışında salat/namaz ibadeti için dünya güneş etrafında
dönerken meydana gelen ve akşam-gece, seher-gündüz ve sonraki döneminden ayrık,
farkı belli bir zaman dilimi yoktur. Dolayısıyla yeryüzünde normal
coğrafyalarda vaktin bölünmesi bu minvaldedir.
Demem o ki;
Allah (cc)
bütün vakitleri namazla geçirmemizi murad etmiştir. Yani, Rabbimiz bizim
namazsız vaktimizin olmasını istememiştir. Yoksa ibadet “öğlenin, ikindinin ibadeti/namazı”
değildir. Anlayacağınız eda ettiğimiz Sabah ya da Öğlen Namazı yahut İkindi,
Akşam, Yatsı namazları değil, bu vakitler içinde kılınması emredilen
namazlardır bizim kıldığımız namazlar. Bize, ayırt edebilelim diye namazlara
vakitlerin adı verilmiştir.
Rabbulalemin,
Müslüman olarak yaşadığımız her gün beş ayrı vaktin başlaması ile birlikte bizi
namaza çağırarak (vaktin sonuna kadar kılınması şartıyla) dünya meşgalesinin
mahkûmu olmamamızı istiyor. Yani Allah Sübhanehu Teala, bizlerin namaza
hazırlık sürecinde ve namaz boyunca dünya işlerini unutarak günlük hengâmeden
kurtulup zikir ve tefekkür halinde bulunmamızı istiyor.
Namaz zikr
ise zikr için namaz sürecinde ve namaz esnasında Allah Teala’yı düşünüp, O’na
kulluğumuzu hatırlayıp anlarımızı bu kulluğa yaraşır şekilde tanzim etmemiz
gerek.
Ancak,
Namazın bu
ulvi maksadına rağmen bizler namazda ticaretimizde arta kalan ürünleri ne
yapacağımızı, karşı cenaha nasıl cevap vereceğimizi, ortağımıza ne
anlatacağımızı, kısacası o gün uğraştığımız konuları namazda gözden geçiren bir
ümmet olarak ibadet ediyorsak durup kıldığımız namazın neye tekabül ettiğini de
düşünmemiz lazım.
Resul-i
Ekrem’in sav hadis-i şerif’inde, “Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği
ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı
çıkar…” buyurur. Bu, nasıl kılarsan kıl, ahirette “düzgün kılınmış”
olarak kabul görür anlamına gelmez.
Namaz ve
diğer nüsuklar “ara vermedir” yani hayatın olağan akışının dışına çıkmak
suretiyle zikre durabilmek için meşgaleye ara vermektir. Kendimizin dışına
çıkmaktır namaz ve ancak kendi dışımıza çıkınca Allah’ın (cc) üzerimizdeki
sonsuz nimetlerini, ikram ve ihsanlarını görebiliyoruz.
İbadetler ve
husûsen namaz ibadeti biz kulların Allah Subhanehu Teala ile aramızı
boşaltmamızdır ve araya hiç kimseyi, hiçbir şeyi koymamaktır. Namaz bitince de
kulun Rabbi ile bağlantısının devamı gerekir ki kişi “Düzgün kılınmış namaz”
sahibi olsun.
Hal
böyleyken;
Bu ara
vermede de yani namazda da dünyalıklar bizi meşgul ediyorsa Resul-i Ekrem’in
(sav) namaz ile ilgili müjdesi tehlikeye girecektir. Zira salatın ikamesi bizi
kötülüklerden ve günahlardan alıkoyma gibi bir güzelliğe sahip iken, bizim
namazımızı kılma esnasında içine düştüğümüz gaflet bu güzelliğe mani bir durum
arz eder.
Haftaya
inşaallah namaz kılmaya geçebiliriz.