Naçar Hastalık!
Yıllardır uğrardım baba evine. Yad ederdik geçmişi. Ve hoş hatıralarla günlerimiz şenlenirdi. Her defasında dedeme sorardım.
-Nasılsın dede?
-Nasıl olayım evladım. Görüyorsun işte. Naçar bir hastalığa tutulmuşum. Her daim huzursuzum. Ama sabretmekten başka da çarem yok.
Doktor doktor gezdirirdi babam dedemi. Dönüp eve getirir ve nasıl olduğunu kendisine yine sorduğumda;
-Evladım ben sana diyorum ki naçar bir hastalığa yakalanmışım. Doktorlar dahi buna çare bulamıyor. Ama her defasında baban beni doktor doktor gezdiriyor. Bunun çaresi var diyor. Halbuki nice zengin ve güç sahipleri dahi bu hastalığa deva bulamıyor.
Babam üzüntüyle eve dönerdi. Dedemin naçar hastalığına çare bulamadığı için çok içerlerdi.
Zaman ilerlemişti. Babam ihtiyarlamıştı. Bu naçar hastalığı o da yakalanmıştı. Hem de dedemden daha amansız bir şekilde. Annemi yanında bulamayarak. Sadece evlat ve torunlarıyla bu hastalığa çare arayarak.
Bu defa babamın dedem için yaptıklarını biz yapmaya başladık babam için. Naçar hastalığına çare bulalım diye hastane hastane dolaşmaya başladık. Her defasında çaresiz bir şekilde evimize geri geldik. Dedemize babamızın dediği gibi derdik:
-Babacığım nasılsın?
-Oğlum nasıl olayım. Naçar hastalığa tutuldum. Bilesiniz ki bunun çaresi yoktur.
Halbuki bu hastalığa çare bulacağımıza emindik. Babamızı huzurlu edip kendimiz de mutlu olacaktık. Dedemizin o naçar hastalığının üzerinden 45 sene geçmişti. Elbette tıp bilimi buna bir çare buluvermişti.
-Nedir baba bu naçar hastalık? Seni onca doktorlara götürdük. Ama hala naçar bir hastalığım var diyorsun. Bizi ümitsiz kılıyorsun. Doktorlar da tedavisi var diyemiyor.
-Bak oğlum! Bu naçar hastalık ihtiyarlıktır. Ölümün çaresi olmadığı gibi ihtiyarlık hastalığının da çaresi yoktur. Allah ihtiyarlık hastalığını bana vermek üzereyken önce ananı aldı. Bu hastalığa dayanmam için de sabretmeyi bana öğretti.
Ben mahcup oldum. Ve hüzünlü bir şekilde ölmezsen sen de ihtiyar olacaksın ve bu naçar hastalığa tutulacaksın diye düşündüm. Ve başımı önüme eğdim. İhtiyarlığın insanların başına neler getirdiğini düşünmek istedim. Babam bu halimi görünce hemen ekledi:
-Bak oğlum! Bu naçar hastalığın tek çaresi vardır: Ne yapmışsan karşına gelir.
Gel sana bir hatıramı anlatayım.
-Peki babacığım.
-Oğlum! Bundan 45 sene önceydi. Deden de benim gibi bu hastalığa tutulmuştu. Ama her yaşlı gibi o da bunu kabullenmiyordu. Ve hastanelere gidip doktorlara görünmek istiyordu. Dedeni aldım. Hastane hastane dolaştırmaya başladım. En sonunda gözlerinden rahatsızlandı. Bu hastalığın sıkıntısı diğerlerinden fazlaydı. Dediler ki iyi göz mütehassısları Erzurum’da var. Hemen tedbirimi gördüm. Babamı aldım Erzurum'a götürdüm.
Şerefoğullarından İsmail Bey kadın doğum doktoruydu. Erzurum’daki hemşerimizdi. Bize de hürmeti çok fazla idi. Babasının ısrarıyla önce ona uğradım. Aldı dedeni ve bana dedi ki:
-Bu benim de dedemdir. Artık muayene işi bendedir. Sen sadece ona refakat et. Allah’ın izniyle Erzurum’un en iyi göz doktoruna göstereceğim.
Hakikaten öyle oldu. Gittiğimiz göz doktoru bir bayandı ve Erzurum’un en iyi göz doktorlarındandı. İsmail Bey’in de tanıdığıydı. Aldı babamı muayene odasına. İsmail bey dedi ki doktor hanıma:
-Doktor hanım! Bu benim dedem gibidir. Öyle muamele görüver.
Doktor hanım da dedi ki:
-Madem senin deden gibidir İsmail Bey. O zaman benim de dedemdir.
Dedeni uzun bir müddet muayene etti. Çok ilgi gösterdi. Sonra döndü ve şöyle dedi:
-Hacı dede senden bir şey isteyebilir miyim?
Deden de;
-İste kızım. Varsa bende neden vermeyeyim?
-Bak dedeciğim. Ben de istiyorum ki Allah bana da senin yaşın kadar ömür versin. O yaşta da bu kadar görme versin. Başka bir şey istemem.
Deden;
-Kızım bir damlada mı vermeyeceksin.
Doktor hanım da;
-Hayır bir damla da vermeyeceğim. Sadece sabredip şükredeceksin.
Ve oğlum bak tam 45 sene sonrasıdır. İşte ben de doktordayım. Oğullarım olarak doktor doktor gezdiriyorsunuz beni. Gittiğim onca doktordan sonra çok memnun kaldığım bu doktor da gözlerimi çok detaylı muayene ediyor. Yapılacak en güzel muameleyi yapıyor. Ve muayene bittikten sonra bana dönüyor diyor ki:
-Hacı amca sana bir şey söyleyebilir miyim?
-Buyur evladım söyle.
-Allah sana bu yaşlarda görebileceğin en güzel görme şeklini vermiş. Gel beraber dua edelim. Allah bu görmenden etmesin. Hayatına böyle devam edebilirsen Allah’ın sana nimetidir. Bu kadar görmen yaşının gereğidir. Şükret ve sabret. Bundan daha kötüye gitmesin diye dua et.
O anda babamı hatırladım. Seneler önce bir göz doktorunun babama söylediğini 45 sene sonra başka bir göz doktoru bana söylüyordu.
Anladım ki sen babana ve atana nasıl davranırsan sana da öyle davranılır.
Evladım işte böyle! Bu dünya etme bulma dünyasıdır. Nasıl muamele ederseniz öyle muamele görürsünüz.
Oğlum! Onun için ben her daim halime şükrediyorum. Bu naçar hastalığın da benim için Allah'ın bir ihsanı ve ikramı olduğunu düşünüyorum. Şikayet etmiyorum.
Dedemden sonra babamın da aynı hastalığa yakalandığını ve aynı tedaviyi gördüğünü anladım. Döndüm kendime baktım! Acaba yıllar sonra benim evlatlarım da bana böyle muamelede bulunabilecekler mi? Kim bilir! Kim bilir!
Lakin dedemin veya babamın yaşına gelince aynı naçar hastalık benim de kaderimdir! Kaderimdir!