Müzmin Bekârlar Diyarı Batı 2
Daha önce “Mutsuzlar diyarı batı” başlığıyla iki yazı yazmıştım. Onları tekrar gözden geçirebilirsiniz. Mutsuzluğun birçok sebebi var. Başta inançsızlık olmak üzere, maddeyi ilah edinmek, onu elde edemeyince de bunalım be buhranlara girmek, bu sebeplerdendir.
Ancak bunun en büyük sebebi yalnızlaşmak olsa gerekir. “İNSAN” kelimesinin unutkanlık manasına gelen “nisyan”dan türediğini söyleyen âlimler varsa da, cumhura göre “insan” kelimesi üns-ünsiyetten türemiştir. İnsan kelimesinin kökeniyle ilgili çok detaylar var ama biz kısaca özetleyelim.
Nâs ve İnsan Kelimelerinin Anlam ve Mâhiyeti "Nâs" insan kelimesinin çoğuludur, insanlar, halk demektir. Kur'an-ı Kerim'de 240 yerde geçer. "İnsan" ve aynı anlamdaki ins ve ünâs sözcükleri de 88 ayette geçer. İnsan kelimesinin sözlük anlamına gelince; İnsan kelimesinin, kendinden türediği kök olarak iki sözcükten bahsedilir; bunlardan biri üns kelimesidir. Üns, ünsiyet, yakınlık demektir. Bu “yakınlık, yaklaşma duygusu” bir yandan hemcinsleriyle bir arada yaşama durumunda olan insanın başka insanlara karşı yakınlığını, bir yandan da Allah’a bütün varlıkların üstünde olan yakınlığını ifade eder.
İbni Haldun, (rh.a) “insan tabiatıyla sosyal bir varlıktır” der. Yani insan bir yâre, yarene, anne-baba, bacı-kardeş, komşu arkadaş, yoldaş, sırdaşa muhtaçtır. “yalnızlık Allah (cc) a mahsustur” sözü bu manada söylenir. Yani insan yalnız olamaz, yalnız yaşayamaz.
Ancak dehşetle ibretle görüyoruz ki, yıllardır bize “muasır medeniyet” diye lanse edilen batı kültürü, insanlığı hızlı bir şekilde yalnızlığa, dolayısıyla yok oluşa doğru çekmektedir. Bir kısmını ilk yazımızda özetlediğimiz müzmin bekârlığın sebeplerini özetle şöyle sıralayabiliriz.
- İnanç zaafı ve dolayısıyla evliğin Allah (cc) ın ve peygamberinin emri olduğundan gafil olmaları. Evliğin sosyal ve sürekli bir ibadet, evliliği terk etmenin ise, sosyal ve sürekli bir günah olduğunu düşünmemeleri.
- Maddeyi putlaştırma. Batı kültürü kapitalizm üzerine mebnidir. Kapitalizm de ise maddi olarak kendi kendine yetinceye kadar evlilik dâhil her şeyi öteleme vardır. Batı kültürü “yaşamak için yiyen” değil, “yemek için yaşayan” bireyler yetiştirmektedir.
- Şehvet perestlik de batıda evliğe engel sebeplerdendir. Çünkü evlenip yuva kuran, bir aileye mensup olan, şehevi hazlarını yaşamakta yalnızlık kadar serbest olamayacaktır. Her ne kadar batıda evli olanlarda sadakat ciddi manada aşınmış olsa da bir yuvaya aidiyet, nefsin arzularını yaşamalarını sınırlandırmaktadır. Hâlbuki batı kültürü, “ibahiyye” yani “sınırsız ahlaksızlık” üzerine odaklanmıştır.
- Kadının çalışarak kazanması sebebiyle kendi kendine yeterlilik duygusu içine girmesi. Hatta kimi kadınlar, kazandığım parayı başka biriyle paylaşmaktansa, tek başıma tüketeyim dürtüsüyle evlenmemektedirler. Almanya’da 30 yaşında elektrik elektronik mühendisi Suriyeli bir genç için yine Suriyeli bir kıza talip olduk. Kızın yaşı 25 ve ikisi için de erken değil geç bile. Ama baba kızımın maaşını başka birisi yiyeceğine ben yerim diyerek razı olmadı. Biz ona: “kızın aldığı maaşı her ay sana versin. Bizim maaşla işimiz yok. Biz Allah (cc) ın emri ve resulünün kavliyle kızınızı istiyoruz” dedikse de anlatamadık. O kardeşimiz onlarca kapı çalıp boş döndükten sonra, en sonunda Suriye’den bir kıza talip oldu.
- Gerçek bir aile hayatını tadarak yaşamamış olmak da bir sebeptir. Batı kültüründe kadın ve erkek de çalıştığı için, çocuk gerçek bir anne kucağı ve baba ocağı sıcaklığından hep mahrumdur. Daha bebeklik yaşında kreşlerle tanışıp öyle devam etmektedir. Buna ebeveyn ve çocukların internet bağımlığını da eklerseniz değme gitsin. Yani aile bireyleri ya iş, okul sebebiyle dışarda olmalarından veya evde oldukları zaman da, değişik sebeplerle birbirlerinin yüzünü görmemektedirler. Yani çocuklar sıcak bir aile ortamıyla tanışmadıklarından aile sıcaklığını bilmiyorlar.
- Boşanmaların çok yoğun olması. Öyle ki evlenen insanların neredeyse çeyreği ilk bir yılında üçte ikisi de ilk üç yılda boşanmaktadırlar. Bu da insanları, “madem boşanacaksam neden eveleneyim ki” düşüncesine sevk etmektedir.
- Bizdeki İstanbul sözleşmesi misali kanunların kadını dokunmaz kılması. Batı kültüründe erkeksi kadınlar, kadınsı erkekler yetiştirmek üzere programlanmıştır. Kadına pozitif ayırımcılık değil, büsbütün ayırımcılık söz konusudur. Batı kültüründe kadın kral, erkek köledir. Dolayısıyla erkek köle olmaktansa, yalnız yaşamayı tercih etmektedir. Bu da birçok toplumsal felaketlere sebep olmaktadır. Aynı felaketlerin bizdeki yaşananları, sadece öncü sarsıntılardır. Eğer İstanbul sözleşmesi vb. batılılaşma temayülü devam ederse, yaşayacağımız asıl depremlere çok kalmadı. Ne yazık ki, insanlar olası Marmara depremi için uykuları kaçarken, “İstanbul sözleşmesi depremi” konusunda kılları dahi kımıldamıyor. Allah (cc) encamımızı hayr eyleye. Subhaneke... Bihamdike... Esteğfiruke...