MÜZAKERE DİNİ GÖRÜNÜMLÜ MATERYALİZM
Gündelik hayatımızda birçok sorunlardan konuşuyoruz. Birbirinden bağımsızmış gibi görünen bu sorunların temelde belirli zihniyetlerden beslendiğini; dolayısıyla zihniyet sorunu çözüldüğünde bu sorunların da çabalarla halledilebileceğini varsayabiliriz. Toplumda genel anlamda alt yapıda işleyen kültür ve zihniyet –ki bunun içinde ekonomik ve maddi faktörler de vardır- sorunlarımızı nasıl halledeceğimizi ve günlük yaşamımızı inşa etme biçimimiz de belirlemektedir.
Bugün kutsallık ve dünyevilik şeklinde alt yapıda oldukça kuvvetli bir biçimde işleyen ve aslında sadece dini anlayışları değil, dünyaya bakış ve yaşama biçimimizi de belirleyen bir ayrıma dikkat çekeceğim. Hemen söyleyelim: İnsan hayatında bunların dengeli bir biçimde işlemediği durumlarda dindar görünümlü materyalist, materyalist görünümlü dindarlar ortaya çıkmaktadır.
Baştan başlayalım. M.S. üçüncü yüzyılda yaşayan Plotinus, biraz da Hıristiyanlığın paradigmasına cevap verebilmek amacıyla “Sudur Nazariyesi” diye bilinen bir teori ortaya attı. Her şeyin birden çıktığını söyledi. Böylece pagan Roma felsefesi Hıristiyanlığın paradigmasına uygun bir cevap vermiş oldu. Yeni Eflatunculuk olarak bilinen bu düşünce ekolü, platonda varolan dualizmi korudu ve sürdürdü. Bu dualizm, idealar ve görünürler alemiydi.
Müslüman filozoflar Plotinus’tan çok etkilendiler. Özellikle onun her şeyin birden çıktığına dair görüşleri, kesretten vahdete dönüşü ve vahdetten başlayarak kesret ve görünürlükler alemini açıklamaya çalışması, uzun vadede İslam düşüncesiyle bazı uzlaşmaları temin etti. Bu arada Yeni Eflatuncu akımdan en fazla da bizde tasavvufi düşünce etkilenmiştir. İbn Arabi’den Mevlâna’ya kadar birçok şahısta bu düşüncenin oldukça belirgin izlerini görmek mümkündür.
Bu düşüncenin özü olan sudur nazariyesi, özü itibarıyla İlk Varlık’tan yani Tanrıdan kesret aleminin ve dünyanın nasıl meydana geldiğini açıklamaya çalışmaktadır. Bunları uzun uzun anlatacak yerimiz yok. Fakat nazariyenin konumuz açısından önemli boyutu, Tanrı’dan aşağıya doğru varlığı açıklarken -İslam filozoflarının da katkısıyla- her varlık katmanında kutsallığın giderek azalmasıdır. Bunun anlamı; en nihayetinde dünya ve onun içindekilerin kutsallıktan en az pay almış olmalarıdır.
Böylece bugüne de bakıye kalan iki önemli sonuç ortaya çıkmış olmaktadır. Birincisi, din ve dünya arasında meydana gelen dualizmdir. Bunu post/modern dünyada madde/mana, ruh/beden gibi birbirinden bağımsızlaştırılmış dualiteler ve ona bağlı düşünce akımlarında gördük. Bu durum aynı zamanda bizim sekülarizm dediğimiz bir durumu da işaretlemektedir. Kutsal ve kutsal olmayan arasındaki ontik kategorik ayrımda bunun bir parçasıdır.
İkinci önemli sonuç da, bununla bağlantılı olarak insanın madde/bedenle ne kadar ilişkisini azaltırsa o oranda yükseleceği ve Plotinus’un belirttiği üzere O Bir’i temaşaya geçeceğidir. Bu iki sonuç; modern dünyada dindarlığın dünya ile dünyanın dinle arasında en başta zihinsel bir bölünme yaratmıştır.
Çok açık söylemek gerekirse, uzun zamandır düşünce dünyamızı etkilemiş olan bu akım, İslam düşüncesinin de gündelik hayatta yaşadığımız krizlerin de temel sebebidir. Zira dipte materyalist saiklerin dolaştığı, zihniyeti maddenin belirlediği bir dinilik epey zamandır tedavüldedir. Bunun sebebi de, ruh ve beden, din ve dünya arasında bir türlü kurulamayan dengedir.
Ne kadar dünyadan azade olursak yükseleceğimiz düşüncesi, bir yandan dini görünümlü materyalizm üretmiş, diğer yandan da dünyaya yeteri kadar değer vermeyen Müslümanları Batı’nın egemenliği altına sokmuştur.