Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
03 Temmuz 2023

​Muzaffer Tayyip Uslu'dan "Şimdilik"…

Bir ülke düşünün, bir şair ölünce kıymetlidir. Bir sanat erbabı ölünce bilinir, konuşulur. Kapılar ölünce açılır. Bir ülke düşünün, bir fikir adamı ölünce adına etkinlikler düzenlenir. Adı ve eserleri yaşatılsın, diye başlanır çalışmalara. Adınız bir salona, sınıfa, parka, caddeye, sokağa, mahalleye verilir. “Şair… Parkı” İşte budur hayat, bu ülkede. Budur sanatın geldiği zirve! Muzaffer Tayyip Uslu da parasızlıktan tedavisi yapılamayan ve veremden henüz 24 yaşında ölen bir şairdi. Bize ondan “Şimdilik” şiirleri kaldı ve şiirleriyle yaşıyor aramızda.

Cumhuriyet Dönemi şiirimizin genç kuşağından ve Garip (Birinci Yeni) şiirinin takipçilerinden ve özellikle Orhan Veli etkisinin görüldüğü bir şairdi Muzaffer Tayyip. 1922 yılında İstanbul’da doğan Uslu, çocukluğunu babasının memuriyeti sebebiyle Mersin’de geçirmiştir. İlk ve ortaokulu İstanbul’da, liseyi Zonguldak Çelikel Lisesinde tamamlar (1943). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne yazıldıysa da yoksulluk ve hastalığı sebebiyle eğitimine devam edemez ve Zonguldak’a döner, burada memur olur.

18 yaşında hastalanır ama umudunu kaybetmez. Şiir yazmaya devam eder. Dönemin şairleriyle dostluklar kurar. Necati Cumalı ve Oktay Rıfat ile bu dönemde tanışır. Taşrada olması, ağır hastalık geçirmesi, imkânsızlıkları onu pes ettirmez. Şiire sıkı sıkıya sarılır. Şiir ve denemelerini Ocak gazetesi (Zonguldak 1942), Kara Elmas (Zonguldak 1943-1946) Varlık (1941), Değirmen (1943) gibi dergilerde yayımlar. Şiirlerini Şimdilik (1945) adını verdiği kitapta toplar. Kitabın ismi, yaşadığı ağır hastalığı ve her an öleceğini bilen bir şair için düşündürücüdür.

Muzaffer Tayyip Uslu, Ankara’da tanıştığı ve birkaç saat süren sohbet ile Necati Cumalı üzerinde bir tesiri olmuş olacak ki Cumalı, Uslu’nun ölümünden sonra şiirlerini, yazılarını ve hakkında yazılanları Muzaffer Tayyip Uslu (1956) isimli eserde toplayarak yayımlamıştır. Bu eserden öğrendiğimize göre Uslu’nun ağzından aktarılan kendi şiiriyle ilgili düşüncelere de yer verilmiştir: “Şiirlerimin kusurlarını bilmiyor değilim. Uğraşabilsem çoğunu daha güzel söyleyebilirim. Ama bu ölüm korkusu yakamı bırakmıyor ki… Her başladığım işi hemen bitirmek istiyorum.” Eski şiire karşı olan Uslu, Orhan Veli gibi daima yenilikten yanadır ve okuyucunun alışılmış şeyleri terk etmesi ve yeni hakikatlere davet edilmesi gerektiğini savunur. Bu hakikati bulmak için zorlu bir yolda yürümek gerektiğini bilmektedir. Muzaffer Tayyip Uslu, şiirin kelimelerle tasarruf etmek sanatı olduğunu ve güzel şeyler söylemek yerine “güzel şekilde söylemek” olduğunu savunur. Ona göre ölçü, kafiye ve sanatlı söyleyişler bitmiştir. Bunu da değişen dünya ve ihtiyaçlara dayandırmaktadır. O her şeyi kendi tabiatıyla aktarma taraftarıdır. Bu görüşünü de şöyle açıklar: “Niçin ağacı ağaç, bulutu bulut ve denizi deniz olarak seyretmeyelim? Niçin çiçek açmış canım erik ağacını ciğeri beş para etmez bir teşbih uğruna feda edelim?”

Ona göre şiirde aranılan hakikat insandır. O, insanın olmadığı şiiri kabul etmemektedir. Tüm insanlara muhabbet besler: “Sevgili insan kardeşlerim/Size bütün kalbimle teşekkür ederim/Ellerinizin yardımıyla/Saçlarımı tarıyorum/Her sabah”

Orhan Veli gibi neyi gördüyse tüm doğallığıyla şiirinde işlemiştir. “Remzi Bey’e Şiirler”de bir devlet memurunun günlük resmî işlerinin dışına çıkmadan sürdürdüğü monoton hayatı eleştirir: “Oturup bir masa başına/Kaydederek/Falanca evrağın/Nereden gelip/Nereye gittiğini/Hiç de mi canın sıkılmadı/Hiç de mi gözüne ilişmedi deniz/Bunca zamandan beri/Hayret Remzi Bey/Hayret doğrusu”

Muzaffer Tayyip Uslu, kapalı bir dile karşıdır. Söyleyeceğini açık söyler. Yaşadığı hayatı, sıkıntılarını, imkânsızlıklarını ve ölümü çok açık bir şekilde dile getirir: “Zira açlık da bir kelime/Cümleye gelmez sarı saçlı kız gibi/Ah elbet dolaşırsa ölüm sık sık dilime/Öleceğim, ölüyorum, öldüm”

Muzaffer Tayyip Uslu, bize “Şimdilik” diye başladığı şiirler bırakıp gitmiştir. Onun şimdilik dediği, bizim ise daha zamanı var, diye hep ertelediğimiz, ıskaladığımız, ihmal ettiğimiz, gözmezden gelip göz ardı ettiğimiz şiirimiz, sanatımız, sanatçımız kendi yalnızlığında var olma mücadelesine devam ediyor. Şayet Uslu’ya sahip çıkılsaydı, tedavisi yaptırılsaydı o, Orhan Veli gibi adını sıkça duyacağımız Garip şiirinin büyük bir temsilcisi olabilirdi. Bu görüşümüzü, ölümü üzerine Orhan Veli’nin kaleme aldığı ve Zonguldak’ta büyük istidatlar yetişti, diyerek sürdürdüğü şu düşüncesi de destekler: “Size onun ‘Arkadaşlık’ adlı şiirinden bir parça alacağım. Ama bu yetmez. Muzaffer Tayyip’in insan sesini duymak istiyorsanız ‘Şimdilik’ adlı kitabını mutlaka okuyun. Şiirimizin nasıl bir istidat kaybettiğini asıl o zaman anlayacaksınız.”

3 Temmuz 1946 tarihinde bir garip, yoksul, yalnız ve 24 yaşında bir şair öldü: Muzaffer Tayyip Uslu. Ve ölüm sebebini yine kendisi tarihe not düşmüştü: “Ben veremden öldüm/Belki ölmezdim/Sıkıntım olmasaydı/Paradan yana” Şimdi belki fakirlikten bir şair ölmüyor ama şiiri öldürüyoruz, bu daha acınası değil mi? Her dönem ayrıdır, ayrı değerlendirilmelidir, bu görüşe tamam ama Muzaffer Tayyip gerçekten bakımsızlıktan ve sahipsizlikten ölmüştür. Onu ölüm yıl dönümünde saygıyla anıyoruz. Bu saygıyı ziyadesiyle hak etmiştir. Ruhu şâd olsun. “Şimdilik” şiir yeter bize.