Dolar (USD)
34.41
Euro (EUR)
36.06
Gram Altın
3008.36
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
19 Mart 2023

Mütefekkir- Mimar Serkan Akın ile Beton Dökülmemiş Bir Sohbet!

Deprem Felâketi’nin ardından “Kentsel Dönüşümle Birlikte Kırsal Dönüşüm” başlığı altında bir dizi yazı kaleme almış, ekranlarda bu konuyu işlemeye gayret etmiştik.

Bizler, yüzelli yıldan fazla süredir, Yüce Allah’ın “tarım yapılsın” diye yarattığı arazilerin üzerlerine beton dökerek, fıtratla savaşmaya kalkıştık!..

Biz böyle yaptık ve ne yaptıysak fatura olarak çıktı karşımıza.

Tarım alanlarımıza kıydık, denizlerimize, akarsularımıza, trilyon çeşit canlımıza kıydık…

Köyümüze, mahallemize, sokağımıza, esnafımıza, nefesimize-bereketimize kıydık…

Anneliğimize, babalığımıza, akran-akrabalığımıza, komşuluğumuza, diğergâmlığımıza, dilimize, tarihimize, medeniyetimize kıydık…

Ceddimizden miras kalan ne varsa, hepsine kıydık…

Ve bugün geldik, bir noktaya dayandık.

Şimdilerde, tefekkür halindeyiz galiba…

Zeminimiz yarılırken…

Betonlar üzerlerimize yıkılırken…

“Acaba biz ne zaman altlarında kalacağız?” diye, rüyalarımız kâbuslara dönüşürken…

“Milyonların olsa, o ‘kıyamet provası’ ortamda bir şişe su alamazsın!” diyerek cüzdanımızdaki paralara bakarken…

Deprem enkazlarından sonra, sel baskınlarına kaptırdığımız evlâtlarımız için yanarken...

Üzerlerine betonlar döktüğümüz topraklarımızın, her yanımızı “çamur deryası” haline getirirken...

Bütün bu acıların ortasında “o parti bu parti, o bunu dedi bu bunu dedi” diye birbirimizi yerken…

Bu hallerdeyken…

Acaba,

“Güzel yarınlarımızı” inşa edebilir miyiz?

Geçtiğimiz haftalarda bu konular üzerinde yoğunlaşmaya başlamıştık ki, araya şu berbat politika girdi.

“Meral Akşener”in tuhaf halleri, politikanın berbat çekişmeleri…

Bir de, şu bildik “aday adayı” muhabbetleri, karşımızda sırıtıp duran tipler…

Derken…

Biraz uzaklaşmışız esas meselemizden…

Mimar Serkan Akın’ı bu köşeye misafir etmiştik, hatırlayanlar vardır.

“Kadim Medeniyetimizin” inşa ve ihya zenginliğini bugünlere taşımaya çalışan bir Mimar-Mütefekkir.

Ülke TV Canlı Yayını’nda da birlikteydik kendisiyle, söyledikleri büyük ses getirmişti de…

“Politika” kaka-fonisinde boğulmuştu o sesler…

Neyse ki, biz ihmal etsek de üzerine gidenler var meselenin.

Lacivert Dergisi’nin Mart 2023 Sayısı’nda Sena Subaşı’nın Mimar Serkan Akın ile söyleşisi yer alıyor.

O geldi önümüze…

Okuduk, istifade ettik.

Milat’ımızın siz kıymetli okuyucuları da istifade etsin istedik.

Geniş bir özetini buyurunuz efendim:

KENTLERDE EVSİZLEŞEN İNSANLAR!

Mimar Serkan Akın:

-Şehirleşme değil, kentleşme. Ev ile apartmanın, mahalle ile sitenin, şehir ile de kentin aynı şey olmadığını bilmemiz gerekiyor. Apartman betornarme ile inşa edilip 15-20 kata kadar çıkabilen tanımadığımız insanlarla kat mülkiyeti üzerinden kurduğumuz zorunlu ortaklıktır. Oradaki finans durumu, rant ve yüksek mühendisliğe dayalı sistem sizi nesne kılar. Ev ise gönülde inşa edilmeye başlanan, geleneksel malzemeyle ve teknikle, yöreye uygun yapılan, müstakil olan şeydir. Dolayısıyla kentlerde insanlar önce evsizleşir. 1930’lu yıllarda bir gazete haberini söyleyeyim; “Halk apartmana rağbet ettiği için evlere ilgi azaldı.” Etrafı güvenlik duvarlarıyla çevrili, kameraların, kapıda güvenlik görevlilerin olduğu, misafirlerin telefon ederek eve girebildiği bir sistem ise sitelerdir. Havuz vardır ama herkes havuza girmez, palmiye ağacı vardır ama biber ya da domates yetiştiremezsiniz, kedi köpek bulunur ama tavuk ya da horoz besleyemezsiniz. Yani site, tasarlanırken sizin hiçbir ihtiyacınızın dikkate alınmadığı ve hiçbir ihtiyacın karşılanmadığı, marka ve reklam değerinin, ticari amaçlarını daha önemli olduğu bir yerleşim şeklidir. “

BİRİLERİ “MAHALLE BASKISI” DER, BİZ “MAHALLE DAYANIŞMASI” DERİZ!

Mahalle ise sağında ve solunda birbirini tanıyan 40 ev olarak adlandırılan, demografik ve sosyolojik örgüyü daha insani erdemle kurduğunuz bir alandır. Birileri mahalle baskısı derken biz mahalle dayanışması deriz. Yaşam örgüsünün biyolojiye, ihtiyaçlara, coğrafyaya, krizlere, ibadetlere göre hazırlandığı ve hep birlikte yönetebildiğimiz bir formdur mahalle. Kimsenin bir diğerinin güneşini, ışığını, yolunu kesmediği bir “barış hukuku”nun mekânsal karşılığıdır. Bu mahallelerin yıldız kümeler halinde bir araya geldiği, merkezde ulu bir caminin, çarşının ve üretimin yer aldığı, yeşilliklerin evlerin bahçelerinde yetiştiği, ezan sesiyle toplanılıp mescitte topluca namazın kılındığı yerdir şehirler. Şehirlerde sokakta kalan, dilenen olmaz. Daha zenginlerin yaşadığı mahalleler vardır fakat toplumsal çatışma yaşanmaz. Şehirlerde çarşıdan evin yürüme mesafesi kadar olması vurgulanır çünkü şehir, sınırlandırılan yerdir. Büyüklüğü sınırlandırılmadığı anda orası kentleşmeye başlar.

BİZİ BÖYLE DÖNÜŞTÜRDÜLER!
(..) Kentler oluşurken neler değişti? Önce anlam dünyamız ve kavramlarımız, üretim şekillerimiz ve sonuç olarak düşüncelerimiz değişti. Geleneksel teknikle, çarşıdaki zanaat bilgisiyle ve insani ölçekle üretilen, markanın değil kalitenin önemli olduğu, depolama ve lojistik maliyetinin vatandaşa aktarılmadığını, ahlaklı ve erdemli bir şekilde ticaretinin yapıldığı şehirler dönüşüme uğradı. 1850’lerden itibaren ilk sanayi devrimiyle birlikte Paris’in, Londra’nın ve Avrupa’nın birçok kentinde binlerce insana bir odada birden fazla ailenin yaşadığı, hiçbir insani ihtiyacın karşılanmadığı mevcut şehir stokunun içinde apartman ödül olarak sunuldu. Fabrikalardan üretilen, öznenin makine olduğu, ustalık bilgisinin işçiliğe döndüğü, tek elde toplanan üretimin insanları da tek bir yere toplandığı, sonuç olarak da çok katlı apartmanların inşa edildiği, insanların üst üste gettolar halinde yaşadığı bir kent formu ortaya çıktı. Kapitalist dünyada paranın, kârın ve teknolojik atılımların mutlaklaştırıldığı ve bunlar arttıkça insanlığın gelişmediği, sadece buna sahip olanların amaçlarına biraz daha yaklaştığı bir dünyada kentler ontolojik olarak hiçbir probleminin çözülememesi üzerine kurgulanmaya başladı. Bir diğer yandan Suudi Arabistan’da, BAE’de, Çin’de ve dünyanın belli yerlerinden “smart kentler” inşa edilmeye başlandı. Mesela şu an Çin’de inşaatı bitmiş bomboş fantastik şehirler var. Smart kentler, dijital medeniyete hiçbir itirazı olmayan, aile, din, milliyet gibi insani ölçekteki hiçbir değeri kabul etmeyen, mega kentlere göre çok az insanların yaşayacağı bir projedir. Gelecek öngörülerinde bir ütopya olarak bu kentleri görebiliriz.

(Bizim buralara gelince)
Kentleşme politikalarını Tanzimat ile birlikte Mithat Paşaların Osmanlı’da payitahtta bulvarlar açmaya ve tarihi binaları yıkmaya yönelik imar faaliyetlerinden başlatabiliriz. Diğer yandan 1900’lü yıllardan önce insanlar evlerini geleneksel teknikle yapabilirken beton hayatımıza hızlıca girdi. 1903’te Paris’te bir betonarme teknolojisi ürünü olan apartmandan birkaç yıl sonra İstanbul’a da betonarme uygulamaları başladı. “İstanbul nasıl Paris’e benzer?” hikâyesi üzerinden İstanbul’un kentleşme politikası başlamış oldu. İstanbul’da yaşayan “İstanbullu” Beyaz Türkler ise paşa dedelerinden kalan konakları ve ahşap İstanbul evlerini betonarme apartmanlar inşa etmeleri için kat karşılığında müteahhite vermeye başladı. Tek bir ailenin yaşadığı bu Türk evleri 10-20 daireli apartmanlara dönüşürken kendileri Bağdat Caddesi, Suadiye tarafındaki yazlık köşklere ve konaklara taşındılar. 1960’lardan sonra yeni imarlarla birlikte köşklerin bahçelerine lüks apartmanlar yapılmaya başlandı. 2000’lerden sonra 10 katlı olan apartmanların, 20 kata çıkması için mücadele verildi.

BETONARME TEKNOLOJİSİ… ÖLDÜREN BAĞIMLILIK!

Geleceğe dair alternatif yaşam modeli olarak şunu söyleyebilirim ki büyük kent yaşamından vazgeçmek, kentlerimizi ufaltarak bu mekânları şehre çevirmek, üretim sistemlerini olabildiğince geleneksele döndürerek bağımlılıktan kurtulmayı sağlamak gerekiyor. Bugün betonarme teknolojisi öldüren bir bağımlılık haline geldi. Teknoloji geliştikçe insanlığın gelişmediğini, yalnızca teknoloji üretenlerin amaçlarına biraz daha yaklaştıkları görüyoruz. Bizim kendi ayaklarımız üzerinde durmamız gerek. Bundan 250 yıl önce başlattıkları Sanayi Devrimi ile birlikte dünyanın hanedanlıklarını yıkan ve ulus devletlerini inşa eden küresel güç şimdi ulus devletlerini yıkmaya çalışıyor. Büyük kaosların ulus-devletlerin mevcut yönetim anlayışıyla yönetilmesi mümkün değil. Mesela Konya’da kilometrekare başına 50-55 kişi yaşarken İstanbul’da bu sayı 2 bin 600. İstanbul’da deprem olsa Konya’nın tamamı gelse bize yardım edemez. Bu yönetilebilir değil çünkü. Kentin ontolojisi itibarıyla hiçbir problemini çözemez ve yönetilemez derken tam da bundan bahsediyoruz. Kentler nasıl küçültülür peki? Öncelikle bizim ev inşa etme konusunu finansal ve teknolojik yaklaşımdan uzaklaştırmamız gerekiyor. Evin kolayca inşa edildiği, herkesin olabildiğin[1]ce müstakil bir yaşama sahip olabileceği bir forma ihtiyacımız var. Kentleşmenin karşılığında bize kalan tarihi kentler ve kırsal alanlar. Bizim bu yapılara kültür varlığı olarak bakıp onlara yakın olmamız gerekir. Toplumların geleceği geleneksel düşünce, geleneksel teknik ve geleneksel mimaridir.

Ben İznik’te ahşap taşıyıcılı kerpiç tuğlalı kireç badanalı geleneksel bir Türk evini tamamıyla sıfırdan inşa ettim. Ülkemizde geleneksel teknikle ev inşa etmek mevzuata uygundur. Ruhsat ve iskân alınabilir. Arsa problemi yoktur. Geleneksel teknikle bir ev inşa etmek betonarme bir ev inşa etmekten pahalı değildir. Yeterince usta ve malzeme vardır ….”

*

Okudunuz…

Mimar Serkan Akın, bizi “öğrenilmiş çaresizlik” bataklığından çıkartmaya çalışıyor.

“Aynı fiyata lüks bir apartman dairesi mi, geleneksel mimarimizden müstakil bir ev mi?” sorusunu bir ay evvel sorsaydınız, yüzde 90 ‘ilkini” tercih ederdi.

Bugün ise durum biraz değişti gibi.

Şimdilerde, köylerimizi, mahallelerimizi, sokaklarımızı, esnaflarımızı, komşularımızı, akrabalarımızı, evlerimizi arıyoruz…

“Kaybolan samimiyetimizi” arıyoruz.

Bu yolda yürürken “ışık” tutanlardan Mimar Serkan Akın’a teşekkürler.

Lacivert Dergisi’ne ve Sena Subaşı’ya da teşekkürler,

Bunca karmaşanın arasında, kıymetlerimizi görebilmelerinden dolayı.

ASSA_48f6e835d6b8e4f0cbee4fc1a7e8ad3b.jpg