Mustafa İslamoğluna; Komikleşmeden...
2-3 yıl önce
yazmıştım; çok eskiden büyük âlim ve mütefekkir Şeyhu’l Ekber olarak nam salmış
Muhiddin İbnu’l Arabi için hakaretamiz ve çok sert sözlerim oluyordu. İslam
dünyası onun için Kurucu Âlim, en büyük şeyh anlamında “Şeyhu’l Ekber” derken
ben ona -hâşa- Şeyhu’l Ekfer (en kâfir lider) diyordum. Yanlış okumalarımdan
dolayı bu değerli şahsiyete, dini düşüncenin en parlak yıldızı için bu hadsiz
ve haksız hakaretlerde bulunuyordum.
Sonraki
yıllarda İbn Arabi’yi kendi eserlerinden tanımaya başladım ve tanıdıkça ona
derin muhabbet ve hürmet duydum. Öyle ki yıllardır eserleri üzerinde okumalarım
devam ediyor. Tabi ki bu mümtaz şahsiyeti kötülediğim ortamlarda bu sefer
geçmişte düştüğüm hataların sebeplerini de dile getirerek İbn Arabi’nin İslam
Metafiziği alanındaki öncü rolünü anlattım.
İnsanlar kimi
düşünce ve şahsiyetlere karşı olabilir.
İnsanlar kimi
liderleri beğenmeyebilir, sevmeyebilir.
İnsanlar herhangi
bir konuda öncülük edenleri eleştirebilir… bilahare bu konularda yanlış
yaptığını fark edebilir.
Demem o ki
insan yanılabilir, yanlışa düşebilir ama insanın hatasını fark ettikten sonra
bu hatadan dönmesi erdemdir.
Uzattım,
biliyorum.
Ama ne
yapalım, hata sahibi (eskiden de olsa) bizim olunca biraz dolaylamak zorunda
kalıyoruz.
Kimmiş bizden olan? Ne yapmış “eskiden bizimki?”
Malum,
bilhassa 2016 FETÖ darbesinden sonra Mustafa İslamoğlu’nun üst üste çıkışları
oldu. Bu çıkışları tolere edilemez boyuttaydı. Önce -mealen- cemaatlerin tümünü
FETÖ tiynetli ilan etti, akabinde İmam Hatip ve İlahiyatların müfredatını
DAİŞ’e bağladı. Hz. Hatice validemize karşı edebe muğayyir yakıştırmada
bulundu. Allah Subhanehu Teâla’nın anılması ile birlikte “Celle celaluhu”
demenin gereksizliğini karikatürize ederek savundu. Resul-i Ekrem (sav)
anıldığında salavat getirmenin yanlışlığını yine tiyatral edayla iddia etti,
Kur’an-ı Mubin’deki bir ayet-i celilede geçen “hadis/söz”ü alıp Resul-i
Ekrem’in (sav) hadislerine uyarladı…
Velhasıl
“İslamcılıktan istifa etti”ğini ilan eden Mustafa İslamoğlu anlaşılmaz bir
şekilde “mahallemizde” ne varsa yıkmaya çalıştı. Evet, kendisine asla tavsip
etmediğimiz ağır hakaretler yapılmadı değil ancak hiçbir gerekçe İslamoğlu’nu
“mahallemizde”ki bütün değerleri yıkmaya sevk etmeye yeterli değildi.
Sonra Mustafa
Bey Atatürk güzellemeleri ile gündemi işgal etti.
Olabilir,
İslamoğlu daha önce Atatürk hakkında iyi düşünmemiş olsa da sonradan Atatürk
okumaları yaparak onu daha yakından tanıma fırsatı bulup beğenmiş olabilir.
Bunu hiçbir çekince duymadan anlatabilir de ama Mustafa Bey öyle yapmıyor.
Geçmişte diğer konularda yaptığı gibi bu konuda da desteksiz övgülerle laikçi,
Kemalist, solcu mahallelere el sallıyor.
Mesela,
Mustafa Hoca
geçtiğimiz 10 Kasım günü Atatürk’ün 86. Ölüm yıldönümü dolayısıyla bir
açıklamada bulunmuş. Kendisini dinlemeye gelen sevenlerine Atatürk
güzellemesinde bulundu. Dedim ya, olabilir. Bunu asla yadırgamıyorum. Atatürk’ü
seven on milyonlarca insanımız var. Hiç kimse kimseyi sevdiklerinden dolayı
kınayamaz, sevmedikleriyle de. Burada tuhaf olan durum şudur: bugüne kadar
ciddiye alınacak hiçbir tarihçinin, hiçbir sosyoloğun, hiçbir siyaset
bilimcinin, hiçbir askerin, hiçbir baytarın dile getirmediği iddialarla
Atatürk’ü övmesiydi.
Mesela
Atatürk için “Büyük Komutan” ya da “Dahi siyasetçi” deseydi,
Türkiye'yi
muasır medeniyete… diye başlayan cümleler kursaydı,
“İstikbal
göklerdedir” vs deseydi ağzımı açmazdım lakin dedim ya ciddiyet sahibi hiç
kimsenin iddia etmediği tuhaf ve buram buram riyakârlık kokan bir iddiada
bulununca benim gibi aciz kullar ister istemez, “neler oluyor? Hayırdır?” demekten kendisini alamıyor.
Peki ne dedi
de bu kadar yadırgadık İslamoğlu Hocayı?
Mustafa
İslamoğlu 10 Kasım günü verdiği derste Atatürk’ün çocuk sahibi olmamasına
gerekçe bulmuş(!) hem de çok önemli ve bugüne kadar kimsenin akıl etmediği
hatta büyük tarihçi(!) büyük hukukçu(!) büyük siyasetçi(!) büyük sosyolog(!)
Celal Şengör ile bir o kadar biliyorog Yekta Güngör Özden’in bile aklına
gelmeyen bir gerekçe.
Mustafa
İslamoğlu Atatürk’ün evlat sahibi olmamasını şöyle açıklamış:
Gazi’nin çocuğu niye olmadı hiç düşündünüz
mü? Vücudunda birçok yara vardı, ama asıl on küsur yıl at sırtında olan birinin
çocuğu olmazdı… diyerek Atatürk’ün çocuk sahibi olmamasını Atatürk’ün
Kurtuluş Savaşı sürecindeki yoğunluğuna bağlamış.
Tuhaf! Çok
tuhaf değil mi?
Mustafa Bey
gerçekten böyle mi düşünüyor?
Niyet okumayı
doğru bulmuyorum ama tanıdığım Mustafa İslamoğlu bu kadar basit düşünmez. Mustafa
İslamoğlu böyle bir akıl yürütmez, M. Mustafa Bey bu söylediğine inanan biri
değil… ama asıl kabahat da inanmadığını söylemek değil mi?
M. İslamoğlu
böyle çiğlik de yapmazdı ama yaptı.
Neden?
Onu ne
zorladı?
Mustafa
İslamoğlu’nu böyle konuşmaya zorlayan şeyin “sığınma psikolojisi” olduğunu
vehmediyorum.
Bizden
bulamadığı desteği ve itibarı Yaşar Nuri Öztürk gibi “suyun öbür tarafından”
bekliyor, bulacak da. Dindara ta’n edenleri baş tacı eder “suyun öbür tarafı”
ama bir süre. Kullanma tarihi geçince fötr şapka taktırıp kapının önüne
koyarlar.
Ha, bir de
dersine:
İnsanın yücelişinin sınırı var mı? sorusuyla
başlamıştı İslamoğlu.
Onu bilmem
ama insanın yücelirken düşüşü de olduğunu duymuştum. Allah Tebarek Teâla cümlemizi
bundan da muhafaza eylesin.