Müslümanların iddiaları bitti (mi?)
Dünya tarihinde çok önemli kırılma noktaları, değişim ve dönüşümler olmuştur. Kendi çağımızı belirleyen ve etkileri itibarıyla derinlikli olan kırılma ya da değişimden bahsedeceksek buna modernlik diyebiliriz. Modernlik içinden çıktığı coğrafya olan Batı’nın içinde bulunduğu çıkmaz ve dilemmalardan kurtulmak üzere önemli işlev görmüştür. Fakat bu değişimin giderek Avrupa sınırlarını aşarak küreselleşmesi, bütün pozitif ve negatif girdileriyle birlikte dünyanın da ajandasını oluşturmuştur. Diğer yandan postmodernliğe evrilen boyutuyla krizleri de derinleştirmiştir.
Osmanlı’dan itibaren toplumun
modernlikle ilişkileri yakın tarihin belki en önemli konusunu teşkil eder.
Modernlikle karşılaşılmasının ardından farklı tavırlar kendisini gösterdi. Bu
tavırlardan ilki, zaten toplumun içerik olarak da form olarak da
batılılaşmasını savunmaktaydı. Bu tavır, Batı’da Ortaçağ’dan itibaren oluşan
seyri ve çizgiyi takip etmekteydi. İkinci tavır ise, “kendi”liğin muhafaza
edilerek modernlikle ilişki kurulmasını öngörmekteydi. Daha çok İslamcıların
tavrı olan ikincisi, özellikle içerik olarak “İslam”ın korunması gerektiğine
göndermede bulunmaktaydı.
Osmanlı için “devlet içinde bulunduğu gaileden nasıl kurtulur?” sorusu ile yakından ilintili idi.
1970’li yıllara
gelindiğinde Türkiye’de siyaset alanındaki gelişmelerle birlikte, modernliğe
dair farklı görüş ve tartışmaların canlanmaya başladığını söyleyebiliriz.
Müslümanlar bu dönemden başlayarak siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel ve
bilimsel iddialar dile getirdiler. Bu iddialar aynı zamanda Batı karşısında
İslam düşüncesinin özgünlüğüne de göndermede bulunmaktaydı. Nihayetinde Batı
karşısında İslam dünyası bir zafer kazanacaktı.
1980’den itibaren
özellikle 2000’li yıllara kadar bir şekilde siyasal, ekonomik, sosyal vb.
tartışmalar yapılmaya devam etti. En azından bu dönemde müslümanların
iddialarının devam ettiğini görmekteyiz. Gerek gündelik konuşmalarda gerekse
entelektüel yazınlarda geleceğe yönelik ümitler ve iddialar hep dile
getirilmekteydi. Özellikle geliştirilen kimi dirençler üzerinden kendisini
göstermekteydi.
Fakat bugün gelinen
noktada artık şu manzaraları karşımızda bulmaktayız. Birincisi, artık
entelektüalite oldukça zayıflamıştır. Maalesef gerek akademi gerekse sivil
alanda İslam düşüncesinin geleceği, sorunları, içinde yaşadığımız buhrandan
nasıl çıkılacağına dair (kimi pragmatik yaklaşımlar dışında) tartışmalar artık
yapılmamaktadır. Daha da kötüsü bu konuda heyecan da giderek tükenmiş
görünmektedir.
Küresel dünyada yaşanan
bunalımları karşısında müslümanlar sosyal, siyasal, ekonomik ve en önemlisi
bilimsel düşünce ile bunları aşacak bir birikim oluşturabilmiş değillerdir.
Gözlemlediğim kadarıyla gerek entelektüeller gerekse geniş toplum kesimleri
artık iddialarını kaybettikleri için küresel dünyaya teslim olmuş
görünmektedirler. Böylece en azından bu uyumlulukla ruhen daha rahat
olduklarını düşünmektedirler.
Fakat dünyanın giderek
ağırlaşan sorunları, metafiziği olan düşünceleri, bilimselliği ve iddiaları
beklemektedir.