'Müslümanlar'ın devletle imtihanı!
Mazlum-Der'in öncülüğünde birçok sivil toplum kuruluşunun Uludere'de yaptığı incelemeler sonrasında hazırladığı rapor, "bizim" gündemimizde, olması gerektiği kadar yer edinemedi maalesef. Açıkçası, Uludere'de 35 insanımızın ölümüne yol açan olay, Türkiye'deki İslamcılar için oldukça önemli bir turnusol kağıdı niteliği taşıyor.
Aslına bakarsanız, bu durum İslami kesimin Kürt sorunu konusundaki "zayıf"lığını da (acziyet dememek için zayıflık diyorum) gözler önüne serdi. Türkiye'de oluşturulmak istenen Türk-Kürt ayrımına karşı en ciddi sözü söyleyecek olan kesim, İslamcılar olması gerekirken, bu alan yıllardır sol fraksiyonlara terk edildi.
İslami kesim, bölgede bugün yaptığı veya yapmaya çalıştığı faaliyetleri 1980'li yıllarda yapsa PKK'nın ülkemiz topraklarında bu kadar güçlenmesi mümkün olamazdı. Çünkü PKK ile halk arasındaki bağı kopartacak yegane dinamik İslam. Bu sözümüzün boş bir slogan olmadığı 1994'ten 2011 yılına kadar yapılan bütün seçim sonuçları net bir şekilde ortaya koyuyor.
Refah Partisi'nin güçlü olduğu dönemde bölge halkı bu partiye teveccüh gösterirken, Refah sonrasında ise Kürt milliyetçiliği yapan partiler ile AK Parti haricinde hiçbir parti varlık gösteremedi. Seçim sonuçları çok net bir şekilde ortada olmasına rağmen, İslami hassasiyeti barından vakıf ve derneklerin Kürt siyaseti üzerine derinlemesine bir analiz içerisinde olmaması, inanın vicdanları yaralıyor.
İslami hassasiyete sahip sivil toplum kuruluşlarının Uludere Raporu'nu, işte bu yüzden oldukça önemli buluyorum. Bu raporu hazırlayan ve bölgede incelemelerde bulunan dernek ve vakıflarımızın Kürt sorunu konusunda en ince ayrıntılarına kadar bir analiz yaparak, "kırmızı çizgilerin" çok net bir şekilde çizildiği bir Kürt manifestosu yayınlaması gerekiyor.
Müslüman nerede taraf olmalı?
Uludere sonrasında neden zayıf kaldığımızı şu şekilde izah etmeye çalışalım. 35 insanımızın ölümünün hemen ardından Beyazıt Camii gibi sembol bir camimizde vakıf ve derneklerimiz tarafından gıyabi cenaze namazı kılınmış olsa, ardından da bölgeye tam bir sahiplenme duygusuyla tabiri caizse çıkartma yapılsa, Hasip Kaplan öncülüğündeki BDP'liler her gün ortamı gerecek demeçlere imza atamazdı.
Ancak AK Parti'nin iktidarda olduğu bir dönemde böylesi bir tavrın, hükümet aleyhtarı şeklinde algılanmasından endişe edildi sanırım. Ama unutulmasın ki devletin yaptığı yanlışlara karşı "Müslüman"duyarlılığı göstermek asla ve asla hükümet muhalifliği değildir. Kaldı ki Uludere'deki istihbarat oyununun hükümet aleyhtarı bir tezgah olduğunu görmemek de en basit tabirle safdillik olsa gerek.
İşte tam da bu noktada can alıcı bir durumla karşı karşıyayız. AK Parti iktidarını "uluslararası tezgahlar"a yem etmemek gibi, samimi bir reflekse sahip olan sivil toplum kuruluşlarımız, hükümete destek olmakla devletçi olmak arasındaki ince çizgi arasında sıkışıp kalıyor. Halbuki her Müslümanın olmazsa olmazı olan vicdan ve adalet çerçevesinde olaylara yaklaşılsa, devletle hükümet arasındaki sıkışmışlıktan da kurtulacağız. Vicdan ve adalet çerçevesinde yapılacak her eylem ve hazırlanacak her rapor, hükümetin başka "istihbarat oyunları"na kurban edilmesinin önünü de tıkayacaktır.
İslami kesimin devletle hükümet arasındaki sıkışmışlıktan kurtulması en fazla hükümetin elini güçlendiren bir siyaset anlayışını beraberinde getirir. Devlet içinde çöreklenmiş çetelere karşı ciddi bir hukuk mücadelesinin verildiği böylesi bir dönemde, İslami kesimin vicdanına her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Bu ihtiyaç"kadro değişimi mi yaşanıyor?" şeklindeki kafa karışıklığının giderilmesi için de son derece hayati önem arz ediyor. İçinde bulunduğumuz kafa karışıklığı maalesef, bazı dostlarımızın anti-emperyalist olmaya çalışırken, Ergenekoncu ve ulusalcılarla beraber hareket etmesine de zemin hazırlıyor. Aslına bakarsanız bu da başka bir şekilde devletçiliği beraberinde getiriyor.
Saygılarımlau2026