"Müslümanca Ölmek"
Çağımız insanının değişmez standart soruları vardır, kolay kolay değişmez…
Nasıl yaşanır?
Nasıl mutlu olunur?
Nasıl başarılı olunur?
Yaşamın ekseninde her yaş grubunda bu demirbaş sorular
belirleyicidir… Bu sorular arasında şöyle bir soruya pek yer verilmez…
Nasıl ölünür?
Nitelikli yaşamın şifrelerini çözmeye, sırlarını
yakalamaya çalışan günümüz insanı, nitelikli bir ölüm arayışını henüz gündemine
taşıyabilmiş değil… Ancak sonlu bir hayatın kollarında mukadder sona doğru
sürükleniyoruz… Nihayetinde biz de ölümlüleriz ve ölenlerin çocuklarıyız…
Kaliteli ve konforlu hayatların çabasında olan bizler
nitelikli ölüm arayışlarına girmeyecek miyiz?
Ölümün de “en”leri var… En güzel ölüm… En temiz ölüm…
En onurlu ölüm… Tercihimiz olması gerekmiyor mu?
Nedense ölümü de eskittik, sıradanlaştırdık… Zaman
zaman ıskaladık… Olmadı öteledik… Fakat ölüm yakamızdan düşmüyor… Hele hele her
gün Covid-19’dan hayatını kaybedenlerin tablosu hayatın tadını kaçırıyor…
Şimdi ne yapacağız bu ölümü? Kovsan gitmiyor… Ölümün
ilacı yok… Ölümü öldüremiyorsunuz… Mezar kapısını kapatamıyorsunuz… Geriye ne
kalıyor?
Ölümle barışık yaşamak… Ölümü içselleştirmek… Mümkünse
dost olmak…. Kaliteli ölümlere yatırım yapmak…
Gerçekten nasıl ölmek isteriz?
Yatakta mı, ayakta mı? Urganda mı, yorganda mı? Yoğun
bakım ünitesinde mi, Allah yolunda mı?
Daha doğrusu kendimize nasıl bir ölümü yakıştırıyoruz?
Klasımıza, kimliğimize, kariyerimize uygun bir ölüm
nedir?
Nihai hedefimiz Müslümanca ölmek midir?
İmrenilecek, özlenilecek bir ölüm arayışımız var
mıdır?
Şairimizin dediği gibi: “Bedeli ne olursa olsun
Müslümanca yaşamanın haysiyetine talibiz. Müslümanca ölmek de bu dünyada
edinebileceğimiz nimetin zirve noktasıdır.”
Şehidimizin ifadesiyle: “Müslümanca yaşamanın olmadığı
bir yerde Müslümanca ölmenin elbette bir yolu vardır.”
Şu gerçeğin altını çizmek zorundayız.
Ölüm bir sonuçtur… Acaba hangi sürecin ve hangi
sınavın sonucu?
Ölüme yürüdüğümüz süreç, sebep ve sınavları doğru
okumalıyız… Anlamlı yaşamların nihayetinde anlamlı ölümler bize bir ödül olarak
sunulur…
Ölüm bir hak ediştir…
Nasıl bir ölümü hak ettik? Ölüm tesadüfi değil… Temiz
ölümler için teminatımız nedir?
Doğrusu ölmek de bir sanattır… Bir meziyettir… Bir
marifettir… Bilelim ki, herkes ölemez sadece insan olan ölür, diğerleri telef
olur…
İşte bu konuda şaşmaz gerçek şudur:
Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz… Kirli yaşamların
sonunda temiz ölümler beklemeyiniz…
Ölüm de çıtayı yüksek tutabilir, hedefi
büyütebilirsiniz…
İşin gerçeği
şu; biz hangi ölümlere layığız?
Yaşam tarzımızdan bellidir bizi bekleyen ölümün rengi…
Haramlarla kirletilen cesetleri siz zemzemle yıksanız
bile arınması mümkün değil…
Öldükten sonra makyajlama, estetik müdahale fayda
sağlamıyor…
Ölüme hangi zeminde yürüyoruz? Maalesef seküler,
profan ve popüler bir zemin… Arzularımız pervasız… Yaşamlarımız flu… Duruşumuz
gri… Zihinlerimiz donuk… Hayallerimiz ham… Düşlerimiz karışık… Düşüncelerimiz
defolu… Kalplerimiz kararsız… Kaygılarımız anlamsız… Korkularımız abartılı…
İrademiz yetersiz… Hedefimiz bulanık…
Böylesi bir atmosferde ölümün soğuk hissiyatı içinde
“İnşallah Müslümanca canımı veririm.” diyebilmeliyiz…
Ölümü geciktiremeyiz, geçiştiremeyiz fakat ölümü
güzelleştirmek bizim elimizde…
Rabbimizin bize teklifi:
”Ey
iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun, ancak Müslümanlar olarak
can verin.” (Ali İmran, 102)
Anlıyoruz ki, nasıl can vermek istediğimiz bize
bırakılmış…
Yaşarken şahit, ölürken şehit olmaktan daha güzel ne
olabilir ki?
Hz. Yusuf (as) duası ile noktalayalım:
“Rabbim…
Müslüman olarak canımı al ve beni iyi kulların arasına kat.” (Yusuf,
101)
Bir peygamber bile böylesi bir duaya ihtiyaç duyuyorsa
önceliğimizin ne olması gerektiği ortada…