Müslüman zihni ve felsefe
İslam, Arap kültürü içinde doğmuş bir dindir. Arap kültürü içinde doğan İslam’ın ilk şekillendiği Mekke ve Medine’de entelektüel, felsefi, sanatsal ve bilimsel bir faaliyet ve gelenek mevcut değildir. Arap toplumu, Yunanlılar, İranlılar ve Mısırlılar gibi ileri düzeyde bire entelektüel, bilimsel ve felsefi gelişmişliğe ve derinliğe sahip olmamışlardır.
Hz. Muhammed’in kişisel, sosyal ve siyasal hayatının felsefi
bir niteliği yoktur. İlk Müslümanların hiçbir felsefi nitelikte bir düşünceye
ve perspektife sahip değillerdi. Ebubekir, Ömer, Ali, Osman, Abdurrahman b.
Avf, Zübeyir b. Avvam, Sad b. Ebi Vakkas, Ubeyde b. Cerrah Said b. Cübeyr başta
olmak üzere ilk Müslümanların hiçbiri filozof ve entelektüel değillerdi. İslam’ın
doğuşundan itibaren Müslümanları motive eden şeyin, bilim ve felsefe
olmadığını, hakimiyet ve servetlerini genişletmek olduğunu söyleyebiliriz. Hz.
Muhammed’in ölümünden itibaren başlayan Müslümanlar arası iktidar ve servet
çatışmalarının bir felsefi temeli ve boyutu bulunmamaktadır.
İslam’ın başlangıcında ve gelişiminde felsefe yoktur. İslam
ve Müslümanlar, Abbasiler döneminde Yunan felsefesiyle karşılaşmışlardır. Abbasiler
döneminde Mısır’da, Suriye’de, İran’da ve diğer coğrafyalarda kadim kültürlerin
entelektüel ve felsefi fikirleriyle ve geleneklerinden Müslümanlar, özellikle Süryani bilginlerin tercümeleri
yoluyla haberdar olmuşlardır. Abbasiler döneminden itibaren felsefeyle
karşılaşmalarına rağmen Müslüman toplumlar, felsefenin kendilerini etkilemesine
hep kapalı olmuşlardır. Müslüman dünyasında, Yunanlılar, İngilizler, Almanlar,
Fransızlar gibi felsefi etkiye açık bir toplum hiçbir zaman olmamıştır.
Araplar, İranlılar, Türkler, Malaylar, Berberilerin hiçbirinin sosyal ve
kültürel hayatında felsefe belirleyici bir role ve etkiye sahip değildir. Farabi,
İbni Sina, Ebubekir er-Razi, İbn Rüşd, Kindi, İbn Haldun gibi bir elin sayısını
geçmeyen kişi, felsefeyle uğraşmıştır. İslam dünyasında felsefeyle uğraşan bu
kişiler, Müslüman olarak kabul edilmemiş, küfürle suçlanmışlardır. Felsefenin küfür
olduğu ve küfre düşürdüğü şeklindeki anlayış, Müslüman geleneğinin her tarafına
sinmiş durumdadır. Her an küfre düşme korkusu yaşayan bir Müslüman, özgürce,
akıllıca ve felsefi olarak düşünemez.
İslam’ın tek başına insanlığı kurtuluşa ve aydınlığa götüren
yol olduğu, felsefenin ise sapkınlığa ve küfre götürdüğü anlayışı, İslam ve
felsefenin hiçbir zaman uzlaşmadığını, birarada olmadığını göstermektedir.
İslam aydınlık, felsefe karanlık olarak gösterilmektedir. İslam gündüz, felsefe
gece olarak düşünülmektedir. Müslüman kişinin, karanlık yola sapmamak ve
inancını felsefi görüşlerin sapkınlığına karşı korumak için sınırlı ölçüde
felsefeyi öğrenebilmesine izin vardır. İnsanların, felsefenin karanlık ve
saptırıcı gecelerinin baştan çıkarıcılığından ve saptırıcılığından kendilerini
korumaları dini görev ve sorumluluk olarak kabul edilmektedir.
Abbasiler döneminden itibaren yabancı kültürlerin astronomi,
tıp, matematik, coğrafya, kimya alanlarındaki bilgilerini alan Müslümanlar, Yunan
felsefesine karşı olmuşlardır. Batı’nın bilim ve teknolojisini alıp medeniyet
ve felsefesini reddetmeyi esas alan günümüzdeki anlayışın Müslüman tarihinde
karşılığı vardır. Müslümanlar, Yunan felsefesini dinlerinin inanç esaslarıyla zıt
bulmuşlar, dini savunmak için felsefeyi reddetmişlerdir. Müslüman zihni, felsefeyi İslam için sürekli olarak yabancı,
tehlikeli ve öteki olaran konumlamış ve kurgulamıştır. İslam felsefesi diye bir
faaliyet yoktur, İslam’a rağmen Müslüman kültürüne mensup bazı kişilerin veya
grupların yaptığı felsefi çalışmalar vardır.
Müslüman toplumların kendi tecrübelerinden kaynaklanarak
ortaya koydukları bir felsefeleri yoktur. Müslümanların dinleri vardır ve bu
onlara yetmektedir. İslam’a sahip olmak, felsefe dahil hiçbir şeye ihtiyaç
duymamak anlamına gelmektedir. Kur’an’ı yeterli gören Müslüman anlayış, aklı ve
felsefeyi gereksiz görmekte, aklın ve felsefenin Kur’an’a tabi olmasını şart
koşmaktadır. Bugün dünyadaki hiçbir felsefe akımı, Müslüman dünyada doğmamış ve
gelişmemiştir. Müslüman zihninde felsefe yoktur.
Müslüman dünyasından hiçbir zaman bir Kant, Voltaire, Hegel,
Nietzsche, Marx, Freud, Aristo, Plato çıkmayacaktır. Müslüman dünyasında
belirleyici olan bilim ve felsefe değil, fıkıh ve menkıbeciliktir. Ariflerin, Sahabilerin ve velilerin
menkıbeleri, Müslüman zihnini belirleyen ana kaynaktır. İnsanlar, hayatlarının
en detay konularında bile fıkhın hangi kuralı koyup koymadığını öğrenmeye
çalışmakta ve merak etmektedirler. Menkıbe anlatıcılarının en etkili din bilginlerine
dönüştüğü günümüzde insanlar teknolojik imkanları kullanarak sordukları
sorulara fıkhi cevaplar istemektedir. Fıkıh ve menkıbeciliğin hakim olduğu Müslüman
dünyada sahici anlamda hiçbir felsefi faaliyet bulunmadığı gibi, ciddi
nitelikte bir felsefi tartışmada yapılmamaktadır. Orucu, namazı neyin
bozduğunu, Ramazan’da neyin yenip yenmeyeceğini soran Müslümanlar, varlık,
değer ve bilgi alanlarında hiçbir felsefi soru sormamakta ve felsefeye de
ihtiyaç duymamaktadırlar.
İslam, dün olduğu
gibi, bugünde felsefeyi reddetmektedir. Felsefe’yi İslam’ın ötekisi ve düşmanı
olarak gören anlayışda köklü bir değişiklik olmamıştır. İslam’ın varlığı,
felsefenin yokluğunu gerektirmektedir. Müslüman zihni, varlığını İslam’ın
varlığına armağan eden bir felsefeye kısmen onay verebilir.