Müslüman Türk Hekimler ve ideolojik önyargı
Bilim Kurulu üyesi Prof. Dr. Ateş Kara; “Sağlık personelimiz eğitim ve bilgi birikimi açısından tartışılmaz Avrupa’nın en iyisi. Bunu da Cumhuriyet sonrası tıp eğitimine borçluyuz” şeklinde bir açıklama yapınca ben de cumhuriyet öncesinde de bu alanda yapılmış büyük çaplı çalışmaların olduğunu ifade etmiştim.
Sen misin bunu söyleyen. Gün boyu linç ettiler. Açıkçası onları haksız da bulmuyorum. Cahilliklerinden böyle konuşuyorlar.
Çünkü bu ülkede Türk tarihini Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte başlatan bir kafa yapısı var.
Dolayısıyla cumhuriyet öncesinde üretilen bin yıllık kültür, sanat, tıp, matematik, astronomi, felsefe gibi alanlarda yapılan çalışmaları görmezden geldiler.
Rahmetli Fuat Sezgin işte tam da bu konuda mustaripti. Bu yüzdendir ki ömrünü geçmişte bilim dünyasına katkı sunan Müslüman Türk bilim adamlarını tanıtmaya adadı.
Çünkü bu ülkenin okullarında Müslüman bilim adamları okutulmadı. Bizim ülkenin çocukları, tıp, bilim, teknoloji vs denilince hemen akıllarına Batı geldi. Hala da öyledir.
İlk yerçekimini bulan Hazini’den evvel Newton, ilk katarakt ameliyatını yapan Ali Mevsili’den evvel Balanchet, El Burini’den önce Kopernik’i öğrendiler.
Daha evvel ki yazılarımda da ifade ettiğim gibi; Batıcı eğitim sisteminin yıllardır önlerine koyduğu metinleri ezberleyen/ezberlettirilen, ezberledikçe ezilen, ezildikçe mensubiyet duygularını yitiren bir dönemin çocuklarıdır onlar.
Prof. Dr. Ateş Kara’nın İbn-i Sina’yı tanımaması mümkün mü? Ya da Şerefettin Sabuncuoğlu’nu, Nasuh el-Silahi el-Matraki (Matrakçı Nasuh), Yanyalı Mehmed Esad, Takiyüddin el-Raşid gibi tıp alanında büyük hizmetleri ve katkıları olmuş âlimleri…
Elbette biliyordur.
Özellikle tıp ve eczacılık alanlarında çalışan, mikrobu keşfeden, aynı zamanda seratan ismiyle bilinen kanser hastalığıyla ilgili çalışmalar yapan Akşemsettin gibi bilim adamımız var bizim.
Batıda “Avicenna” olarak bilinen İbn-İ Sina’nın Kitabü'ş-Şifa (İyileşme Kitabı) ile El-Kanun fi't-Tıb (Tıbbın Kanunu) Orta Çağ üniversitelerinin tamamında okutulmuştu. Hatta bu eser Montpellier ve Louvain'de 1650 yılına kadar tüm öğrencilerin okuduğu ders kitabı olmuştur.
Eserinde, “Her hastalığı yapan bir kurd vardır. Ne yazık ki biz onu görebilecek vasıtalardan mahrumuz” diyerek Pastör’den 1000 yıl önce mikrop fikrini ortaya atan ilk ilim ve bilim insanıdır.
Sarılık ve Şarbon hastalıklarının nedenlerini gelişim süreçleriyle birlikte açıklayan tedavi eden bu alimi görmeyelim mi?
Paris Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde portresi asılan, ay üzerindeki bir kratere İbn-i Sina Krateri adı verilen, çeşitli ülkelerde onun anısına madalyon, para, zarf ve pul bastırılan bu insanı bu ülkenin çocukları neden tanımıyor?
Daha 1200’lü yıllarda ilk kez küçük kan dolaşımını bulan İbnun Nefis’i, bugün ameliyatlarda dikiş için kullanılan ve bağırsaktan yapılan ipliği ilk kullanan Ebubekir Razi’yi görmezlikten gelmek haksızlık değil mi?
Şânîzâde Atâullah Efendi, Avrupa’da yayınlanmış pek çok değerli tıp kitabını dilimize çevirerek bu sahada yeni bir çığır açmıştı mesela.
Dilimizde mevcut eski tıp terimlerini yeniden ele alarak, yeni tıbba ait yeni terimler de türetilmesine vesile oldu.
Cumhuriyet döneminde de bu sahada çok güzel gelişmeler oldu. Hıncal Uluç köşesinde de yer verdi.
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sinir cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil, ALS hastalığı üzerinde dünyada en önde olan isim Prof. Dr. Hande Özdinler.
Sonra Prof.Dr. Ömer Özkan, Dr. Murat Digiçaylıoğlu, Prof. Dr. Tayfun Aybek ve Behçet hastalığını 1937 senesinde bulan, tedavi eden Prof. Dr. Hulusi Behçet gibi değerli bilim adamlarımız da bu toprakların ürünü değil mi?
Artık bu Osmanlı, Selçuklu nefretini bir kenara atmaları lazım. Bilim bir döneme bir ülkeye bir millete ait değildir. Bir gelişim sürecidir. Bugün Selçuklu ve Osmanlı’da yapılan çalışmaların üzerine bir şeyler ilave ederek bir başarı elde ediyoruz.
Bu ideolojik önyargılarla bilimi bile bir döneme hapsetmenin çok yanlış olduğunu söylüyorum.