Müslüman erkeğin ve kadının toplumsal kimliği
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin hararetle gündemde tutulduğu ve kavramların karıştırıldığı şu günlerde, öncelikle hem kadının hem de erkeğin kimliğinin konuşulması gerekir. Zira kimliği olmayan ne erkeğin ne de kadının bir değeri yoktur.
Geçen Pazar günü Almanya’da kadın konusunu gündeme alan bir programa “Müslüman kadının toplumsal kimliği” başlığı ile sunum yaptım. Toplumu doğuran, var eden “ANA” yı konuştum.
Maslow’un ihtiyaçlar piramidinden söz ederek insanın en önemli gereksinimlerinin, sevmek sevilmek, değer vermek- verilmek, önem vermek - verilmek, toplumda kabul görmek, güvenilir olmak, kendini gerçekleştirmek gibi ihtiyaçları sıraladığını söyledim.
Bunların olmasında en büyük etkenin ise anne olduğunu, en önemli algı ve yaşam merkezi bilinç altının da annelerin elinde şekillendiğini belirttim.
İnsanın bilgileriyle düşündüğünü lakin duygularıyla yaşadığını, küçük yaşlarda oluşan duyguların temellerini de annenin attığını dile getirdim.
Hasılı toplumu oluşturanların kadınlar olduğunu, kadının ihmal edildiği, mutlu olmadığı toplumun asla mutlu, sağlıklı, başarılı bir toplum olamayacağını da sözlerime ekledim.
Şunu da sormadan edemedim;
Cinsiyet eşitliğinin düşünüldüğü ortamda kadının da erkeğin de değeri olur mu?
Erkeğin değerini bulmadığı toplumda kadın değerli olur mu?
Değerleri belirleyen olgu insanın kendisi olabilir mi?
Hele de, toplumsal cinsiyet eşitliğinin konuşulduğu ortamdan Müslümanın kimliği olur mu?
Şu hakikat gönüllerde yer etmelidir. İslam, Allah katında tamamlanmış tek hak dindir ve Allah’ın dinidir. Onun ne eksiği ne de kusuru vardır.
Müslüman yani bu dine inandığını dile getiren ise, Allah’a güvenen ve bu güvenle teslim olması beklenendir. Kusuru ve eksiği bitmeyen, uyması gereken kurallara uymadığında da başı dertten kurtulmadığını bilendir.
Ben neyim ve bu hal neyin nesi diye sorgulayandır.
Kafasındaki bütün nedenleri, niçinleri sorup kişiliğini oluşturma derdinde olan, kendisinin belirli bir kimse olmasını sağlayacak koşulları oluşturan, kişiliğine ilişkin özelliklerinin farkında olandır.
Toplum; bir arada yaşayan bireylerin tarihsel gelişme içinde, aynı toprak parçası üzerinde birlikte yaşayarak ortak uygarlık oluşturduğu, yaşamlarını sürdürmek ve bir çok çıkarlarını gerçekleştirmek için işbirliği yapan insanların tümüdür.
Sağlıklı bir bireyi insanın en yumuşak karnı olan dinler ve içinde yaşadığı toplumlar oluşturur. Hayatını da yetiştiği bu kültür ile devam ettirir. Algılar, alışkanlıklar ise bu bilgiler üzerine oluşur.
İnsanı en çok etkilen bu algıları ve alışkanlıkları değiştirmek, din değiştirmekten de zordur. Kişilik gelişiminde ise önemli olan ise, insanın kendini tanıması ve bu uğurda can verme gayretidir.
Bu noktada tekrar batı düşünürü Maslow’dan bir örnek vermek isterim: “ İnsanın tam olarak kendini gerçekleştirmesi, olgun bir kişilik haline gelmesi, doğal ihtiyaçlarını aşarak daha yüksek içsel değerlere kendisini adamasına bağlıdır. ”
Şu gerçek de asla unutulmamalıdır. Tarihin hiçbir aşamasında aile bir kenara bırakılarak olgun kişilik elde edilememiştir. Zira aile, bir bireyin yetişmesinde en büyük etkendir.
Müslüman kadının ve erkeğin toplumsal kimliğinin oluşmasını istiyorsak, öncelikle aileyi imar etmekle işe başlamalıyız. İnsanın huzur ve dinlenme yeri olması gereken evler, şu an ateş hattı ise bunun sebebi de elbette kurala uymayan Müslümanın ta kendisidir.
Öncelikle toplumu doğuran annenin mağdur edilmemesi, haklarının elinden alınmaması, itilip, eziklik hissetmemesi, aşağılanmaması gerekir. Aksi takdirde bu annenin yetiştireceği evlatlar, kadın olsun erkek olsun mecliste bile bulunsalar adalet dağıtmaktan aciz olacaktır.
Hasıl-ı Kelam; daha yaşanılır bir dünya için, kadının ve erkeğin toplumsal değerini batıdan değil Haktan almalı, kurallara uymalı, sınırları bilmeli, sorumluluklarının farkında olarak Mü’min olma gayreti içine girmelidir.
Ves-selam.