Musikimizin Hafızası'ndan Hüzünlü Veda
Türk müziğine ve kültürüne büyük hizmetlerde bulunan sanatkâr Fırat Kızıltuğ, ebedî âleme göç etti. Kızıltuğ dün dualar eşliğinde uğurlandı.
Türk
müziğinin kıymetli sanatkârı ve musikimizin hafızası olarak kabul edilen Fırat
Kızıltuğ, cuma gecesi Antalya’da vefat etti. Bestekâr, şair, udî, viyolonsel
sanatçısı ve müzik tarihçisi olarak gönüllerde taht kuran sanatkârımız, dün ikindi
vakti Üsküdar Şakirin Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından Başıbüyük
Mezarlığı’nda torununun yanında toprağa verildi. Fırat Kızıltuğ bir süredir
Antalya’da hastanede tedavi görüyordu. Korolardaki olağanüstü sazendeliği, duygulu
besteleri, içli şiirleri, tatlı sohbetleri, faydalı seminerleri ve aydınlatıcı yazılarıyla
çok sevilen, irfanımıza ve medeniyetimize büyük katkıları olan Fırat Kızıltuğ,
başta üstad Necip Fazıl olmak üzere birçok şairimizin eserlerini bestelemişti.
O mükemmel
bir müzik adamı ve iyi bir şair olmanın yanı sıra kültür meselelerini kendisine
dert edinmiş bir dava ve ideal insanıydı. Kalemi ve kelamı sağlam bir münevverdi aynı
zamanda. Şarkı ve türkülerimizin doğuş hikâyelerini, müzik adamlarımızın hatıralarını
onun yazılarından zevkle okuduk. Bandodan
Klasik Müziğe kitabında, çocukluğunu ve aile muhitini anlatmıştı. Millî
sanatın teşekkülü için hayatı boyunca verdiği mücadeleyi, akıcı bir dil ile anlatmıştı.
VATAN
SEVDASIYLA DOLUYDU
Edebiyat
tarihçileri ve araştırmacıları bile ‘şikeste’leri unutmuşken bize bu orijinal
şiir tarzını hatırlatan ve bu yolda güzel deyişleri edebiyatımıza armağan eden
Fırat Kızıltuğ’dur. “Çanakkale Şikesteleri”nde şöyle der: “Başımı dayadım siper
taşına,/Düşmanı cepheden aldım karşıma,/Allah Allah deyip bastım kurşuna;/Vatan
sevdasına çektim tetiği,/Anafartalar’a yazdım kütüğü.”
Kızıltuğ’un bereketli
bir dünyası vardı. Büyükler için eserler bestelediği gibi çocuklara da müzik
yaptı. Ferdî hislerden vatan şiirlerine her vadide örnek kabul edilebilecek
büyük eserlere imza attı. Şiirler kitabındaki
“Vatan-Ben” şiirindeki duygulara, bugün millet olarak ne kadar çok ihtiyacımız var: “Altında şehidim, üstünde
kanım,/Yürekden toprağa bağlı insanım,/İradem, düşüncem, nağmem,
destanım;/Vatan benim, ben vatanım vatanım!../Gündoğuda, günbatıda esen yel,/Kuzeylere,
güneylere taşan sel,/Gelmiş, geçmiş, konup, göçmüş her güzel;/Vatan benim, ben
vatanım vatanım!..”
ŞEHİTLER
BAĞINA SÜZÜLEN YİĞİT
“Şehitler
Bağına Süzülen Yiğit”te de şöyle sesleniyordu: “Şehitler Bağı’na süzülen
yiğit,/Gözünü arala, uyuyor musun?/Hasretle, hürmetle, yanına geldim;/Gözünü
arala, uyuyor musun?/Gönlümden geçeni, duyuyor musun?..” Şairimiz bizi arada
bir maziye götürüyor ve destanlaşan kahramanlarımızla buluşturuyordu. “Bize
Hayreddinli Derler” şiirinde Akdeniz’i bir “Türk ve Osmanlı Gölü” hâline
getiren büyük denizcimizi anlattı: “Yüreğimiz dolu îman/ Düşmana vermeyiz
aman,/Can baş üzre, emr ü ferman;/‘Bize Hayreddinli derler.’/Yavuklumuz,
âşığımız,/Emr ü haktan keşiğimiz,/Denizledür beşiğimiz;/‘Bize Hayreddinli
derler.’/Kıyı, bahirde dururuz,/Kal’a, hisarlar vururuz,/Şan ü şevkimiz
koruruz;/‘Bize Hayreddinli derler.’/Tilemsen’den deniz uzak,/Düşman kurar
binbir tuzak,/Vatan, Devlet için gezek;/‘Bize Hayreddinli derler.’/Venedikli,
İspanya’lı,/Mora, İtalyan, Yanlalı,/Yunan kaçar yalı yalı;/‘Bize Hayreddinli
derler.”
ÇAVUŞOĞLU’NA
AĞIT
Fırat
Kızıltuğ iyi bir sanatkâr olduğu kadar vefa duygusu yüksek bir karakter abidesiydi.
Mehmed Çavuşoğlu’nun 1987’de genç yaşta vefatı, onu derinden sarsmıştı. Hocama
yaktığı ağıt şöyle başlar: “Toprak tez çağırdı erken yaşında,/Dost yürekler
yanar, ağlar peşinde,/Hangi mısrâ durur mezar taşında?/Ömür destanını yazan
Mehmed’im,/Yârelerin sızlar, uzan Mehmed’im.” Yürek yakıcı mısralar şöyle son
bulur: “Kızıltuğ unutmuş, kapıp koyvermiş,/Pîrler bahçesinde, tâze boy
vermiş,/Sami’yi teselli diye soy vermiş./Fâni bestesini sezen
Mehmed’im,/Kırklar Otağı’nda gezen Mehmed’im.”
MENDERES’E
MERSİYE
Bir
ülkenin sevgili başvekili idam edilir de soylu bir şair buna bigâne kalabilir
mi? Fırat Bey de bu acıyı diğerkâm yüreğinde hissetmiş, “Sarı Zeybek” şiirinde
Adnan Menderes’i rahmetle, hicranla, hüzün ve sevgiyle anmıştı: “Aydın
Dağları’nda hazan sarısı,/İçinde dolanır, bozkurt irisi,/Peşinde sürünür, çakal
kurusu;/Sarı Zeybek, etrafına bak hele,/Son sefer kâğıdı gelmiş,
acele!../Yassıl Yassıada, eriyip yassıl, /Kol, beden budayıp, kökünden asıl,/En
koyu denize bat, usul usul;/Sarı Zeybek, güneş kara, gün kara,/Vuslat kalmış,
hangi sonsuz bahara?/Aydın Dağları’nda çınar eğrildi,/Köküne baltalar değdi,
devrildi,/Secdeye kapandı, yere serildi;/Sarı Zeybek, ak gömleği düğmele,/Üç
kulhüvallahü, dahi besmele.”
SANATA
ADANMIŞ ÖMÜR
Fırat
Hocamız 13 Ocak 1935
tarihinde Bayburt’ta doğdu. 1957 yılında Trabzon Öğretmen Okulu’nu bitirdikten
sonra yurdun çeşitli yerlerinde ilkokul ve müzik öğretmenliği ile fotoğrafçılık
yaptı. Müzik bilgilerini, İstanbul Belediye Konservatuvarı ve İleri Türk Müziği
Konservatuvarı’nda ilerletti. Viyolonsel, solfej ve usul dersleri aldı.
1956-1966 yılları arasında İleri Türk Müziği Konservatuvarı Derneği’nde
viyolonsel çaldı, ders verdi ve genel sekreterlik yaptı. 1963-1976 arasında
Münir Nurettin Selçuk yönetimindeki İstanbul Belediye Konservatuvarı İcra
Heyeti’nde yer aldı. İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nda 1976-2000
arasında viyolonsel çaldı. 2000 yılında emekliye ayrıldı. Şiir ve yazıları 1983
yılından itibaren muhtelif gazete ve dergilerde yayımlandı. Makedonya’nın Ohri
şehrinde musiki dersleri verdi. Türk müziğine katkıları dolayısıyla ESKADER’den
2011 Yılı Müzik ödülünü almıştı. 100’den fazla bestesi bulunan sanatkârımıza
son mükâfatı, kısa bir süre önce Türk Edebiyatı Vakfı yöneticileri kendisine
takdim etmişti. Başlıca eserleri şunlardır: Oğuz Destanı,
Mavi Karanlık, Bandodan Klâsik Müziğe, Satrançname, Müzik Sohbetleri,
Şikesteler, Dilbeste, Dildeste, Şiirler, Açıklamalı
Şarkılarımız, Kop Dağından Birinci Orduya, Tilmaç, Müzik Sohbetleri, Hikâyeler,
Yaveler, ve Çal Söyle Şarkımı, Necdet Yaşar’la 60 Yıl.
MUSİKİ
İKİNCİ DİLİMİZ
Türk
müziğinin ikinci dilimiz olduğunu bize hatırlatan Fırat Kızıltuğ’dur. Ona göre,
“Musiki eğitim meselesidir.
Musikinin zayıflaması Türkçenin de zayıflamasıdır. Türk musikisi Türkçenin
ikizidir. Dokunma duygusu, görme duygusu, işitme
duygusu bu kadar organı aktif olarak çalıştıran bir sanat var mıdır? Musiki
zamana mukayyettir. Hiçbir disiplin musiki ritmini yakalayamaz.”
Fırat Hocanın tadına
doyulmaz sohbetlerinde müzik ve edebiyat dünyamızın dev isimleri, âdeta
resmigeçit hâlindedir. Birçoğuyla yaşadığı unutulmaz hatıraları vardır, bunları
tatlı üslubuyla, mükemmel şekilde anlatır. Münir Nurettin Selçuk, Necdet Yaşar,
Alaeddin Yavaşça, Ahmet Kabaklı, Kemal Eraslan, Cemil Meriç, Yücel Hacaloğlu,
Sadettin Kaplan ve daha birçok şahsiyeti anar, onlarla ilgili hatıralarını nakleder.
Onu dinlerken sanat galerisinde gezer gibiyiz: Kaya Bilgegil, Hakkı Derman,
Yorgo Bacanos, İhsan Özgen, Niyazi Sayın, Cüneyt Kosal, Osman Nuri Özpekel,
Cengiz Dağcı, Mustafa Nafiz Irmak, Hüseyin Sadetin Arel, Rauf Yekta, Suphi Ezgi,
Abdülkadir Meragi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Mehmet Kaplan, Ahmet Kabaklı, Mustafa
Necati Sepetçioğlu ve Bekir Sıtkı Sezgin hayalen de olsa gözümüzün önünden
geçer, gönlümüze yerleşirler.
VİYOLONSELİN
İHTİDASI
İzmir’de
bir konser için bulunduğu sırada yaşadığı şu hatıra düşündürücüdür: Ali Rıza
Avni’nin ricası ile Yesari Asım Arsoy’a yapılacak bir radyo bandı için
viyolonsel provası yapılacaktır. Yesari Asım, viyolonsele ‘Batı çalgı aleti’
diye sıcak bakmaz. Prova başlayıp, birinci eser bitince gelir ve Kızıltuğ’a,
“Viyolonselci Bey, ben hayretler içinde kaldım. Ne kadar güzel refakat ettiniz.
Ben şimdiye kadar birçok viyolonselci gördüm ama şimdi anlıyorum. Bizim hüseyni
perdelerini, evç perdelerini, dik mamur, nim hicaz’ı onlar bilmiyorlar.
Bilmeyince de hissedemiyorlar, basamıyorlar.” der. Kızıltuğ’un buna cevabı,
“Hocam bu saz çoktan ihtida etti, Müslüman oldu.” şeklinde olur. Bu açıklama
Yesari Asım’ın çok hoşuna gider.
DEMİRPERDE’Yİ
YIRTTI
Çocuklarımıza
ecdadımızı tanıtmamız, tarihimizi sevdirmemiz gerektiğini belirten Fırat Hoca,
“Destanlar zamanında atalarımız kopuz çalmış, Manas Destanı’nı, Su Destanı’nı,
Göktürk Destanı’nı okumuşlar. Destan söylemişler. Müziğimizi bilmeliyiz.
Eskiden ailelerin ortak şarkıları vardı, birlikte söylerlerdi. Bugün yazık ki
yok. Öz müziğimizle yeniden buluşmalıyız.” diyordu. Kardeş Azerbaycan sevdalısı
olan ve oraya sık sık giden Kızıltuğ, merhum şair Bahtiyar Vahapzade’nin de
yakın dostuydu. Komünizm rejimi sırasında da bu ziyaretlerini aksatmayan Fırat
Hoca için Vahapzade, “Bizim demir perdeyi yırtan Fırat Bey’dir.” diyerek
anlamlı bir nükte yapmıştı.
İKİ FIRAT
İKİ KIZILTUĞ
Fırat Kızıltuğ sanat dünyamızda
tevazuu ile zirveye çıkmış bir erdem, fazilet ve gönül insanıydı. Bu bakımdan
camiamızda çok sevilir, hürmet görürdü. Müzik
Sohbetleri kitabında müzik dünyamıza kazandırdığı talebeleriyle yaptığı
röportajlar var. Kabiliyetleriyle temayüz eden öğrencileriyle konuşmuş, bunları
kitaplaştırmıştı. Böyle hamiyet sahibi hocalar nadirdir. Belki de bu kitap,
kültür sanat dünyamızda kendi alanında bir ilktir. Menekşe Özkaya’nın hocamızla
yaptığı nehir söyleşilerden oluşan İki
Fırat İki Kızıltuğ armağan kitabı ise ahde
vefanın güzel bir numunesidir. O, yüksek ideallere sahip, kalender ve mütevazı,
mümtaz bir sanatkârımızdı. Ses mimarlarımızı en iyi bilen ve anlatan ilim ve
irfan adamıydı. Yıllardan beri birçok mahfilde müzisyenlerimizi,
edebiyatçılarımızı, mütefekkirlerimizi ondan dinledik, birikiminden istifade ettik.
Uduyla müzikseverlerin gönlünü şad ederken hatıralarıyla da kültür dünyamızın
bilinmeyenlerini anlatıyordu. Ses, saz ve sözün ihtişamı, bütün zarafetiyle sohbetlerinde
hissediliyordu.
Çok sık
görüşürdük ama aramıza salgın dönemi girmişti. Bir bayram günü telefonla
aradığımda bana Şair Zihnî’yi anlattı ve bu büyük sanatkârın tam olarak
anlaşılamadığını söyledi. Zihnî hakkında yazılar yazmıştı. İlk olarak bu konuda
İbnülemin Mahmud Kemal ve Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun araştıralar yaptığını söyledi.
Hoş Sada’da kıymetli bilgiler
olduğunu belirtti. Şairimize dair bir tez hazırlandığını müjdeledi. Örnek bir
münevver olan Fırat Hoca, bütün değerlerimize sahip çıkan hakikatli bir ilim,
fikir ve sanat adamıydı.
MÜZİĞİMİZİN İSTİKLAL HARBİ
Fırat Hoca Batılılaşma rüzgârının sert estiği yıllarda
insanımızın özünden koparılmaya çalışıldığını söylüyor ve şöyle diyordu: “Memleketimizde
insafsız ve gaddarlığa varan bir tutumla Batı müziği propagandası vardı.
Üstelik bu anlayış, 250 yıl ülke eğitimini esir almasına rağmen, onu da
öğretememiş, müzik şevkini aşağı seviyelere düşürmüştür.” Peki, müziğimizin
bağımsızlık harbi nasıl kazanılmıştı? Bu zafer, yukarıda isimleri anılan sanat
mücahitleriyle mümkün olmuştu. Bunu sanatkârımız şu tespitle açıklıyordu: “Necdet
Yaşar ve etrafındaki bir avuç serdengeçti, bir çeşit İstiklâl Mücadelesi
vererek, kültür tarihimizi canlı tutmuştur. Karahisarî’nin hat sanatının,
Sinan’ın mimarî dehasının, Levnî’nin muhteşem minyatür sanatının, Bâkî, Fuzûlî
veya Dertli’nin, Karacaoğlan’ın, Yûnus’un edebiyatının ses dünyasında aksinin
olması gerekirdi. Batı müziğini kem küm edenlerin harcı değildi bu sanatların
musikisini yapmak.” Bir sohbette “Artık ailelerimizin ortak
şarkıları, türküleri yok.” demişti. Çocukların yetişmesinde müziğin önemine
temas etmişti. Hatta bu konuda çok değerli bir eseri neşre hazırladığını İsmail
Derici’den öğrendim. Ancak ömrü vefa etmedi. İnanıyorum ki Fatma Ersem Yargıcı
ve yol arkadaşları, Hocanın yarım kalan kitaplarını da günışığına çıkaracak.
HAZİNE
MEKTUPLAR
Geçmişte
edebiyatçılar ve sanatkârlar arasında mektuplaşma mühimdi. Şimdiki gibi
iletişimin yaygın olmadığı zamanlarda insanlar, mektuplar sayesinde irtibat
kuruyordu. Sonra ev telefonları devreye girdi. Şimdi ikisinin de artık esamisi
okunmuyor. İnternet iletişimi yaygınlaştı. Fırat ağabey, e-postayı ve diğer
teknik araçları en iyi kullanan büyüklerimizdendi. Onunla bilgisayar üzerinde yaptığımız
yazışmalardan küçük bir kitap çıkar. Orada hasbi olarak duygu ve düşüncelerini
dile getiriyor, gündemdeki konularla alakalı kanaatlerini belirtiyordu. İnşallah
bütün eserlerini neşreden Akıl Fikir Yayınları, Fırat Kızıltuğ’un Bütün Mektupları’nı da kültür sanat dünyamıza
kazandırır. Son telefon görüşmelerimizden birinde “Sanatalemi.com.tr” sitesinin
yeniden hayata geçirilmesi gerektiğini söylemişti. Bu isteğini ESKADER
yöneticilerine iletince Hocanın arzusu yerine getirilmişti. Şükür sitemiz, Ayşenur
Aydemir’in yönetiminde kültür sanat dünyasının nabzını yeniden tutmaya başladı.
Yaşarken
kıymeti bilindi Fırat Hoca’nın. Bayburt Üniversitesi ona “Dede Korkut Ödülü”nü
verdi. Türk Edebiyatı Vakfı, ESKADER, Kubbealtı ve TYB başta olmak üzere birçok
müessese ona değer verdi, çalışmalarına mekânını açtı. Akıl Fikir Yayınları,
bütün eserlerini neşretti. O, şu fani dünyada, gök kubbe altında hoş sada
bırakarak ebedî âleme yürüdü. Sohbetlerini özledikçe eserlerini okuyup teselli
bulacağız ve kendisine dua edeceğiz. Ruhu şad, kabri nur, mekânı cennet,
menzili mübarek, makamı yüksek olsun. Ailesinin, dostlarının, müzik camiasının,
sevenlerinin başı sağ olsun.