Musa aleyhisselam-9
- Yazımızın geçen haftaki bölümünü şöyle bitirmiştik: (Harun aleyhisselam, İsrailoğullarının buzağıya tapmaları hâdisesinden dolayı çok kızgın olan Musa aleyhisselamdan; hareketi ve sözleriyle kendisini hırpalayarak, yaptıklarına karşı çıktığı için ona kızgın olan zâlimler yani buzağı heykeline tapan insanlar karşısında kendisini gülünç duruma düşürmemesini ve kendisini onlarla aynı kefeye koymamasını istedi.)
Sonra Musa aleyhisselam şöyle dua etti:
- Ey Rabbim! Beni ve kardeşimi bağışla! Bizi rahmetine kabul buyur! Zira Sen, merhametlilerin en merhametlisisin!
Bundan sonra Musa aleyhisselam, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndü ve şöyle dedi:
- Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaadte bulunmamış mıydı? Şu hâlde size zaman mı çok uzun geldi, yoksa üstünüze Rabbinizin gazabının inmesini mi istediniz ki, bana olan va’dinizden döndünüz!
Bunun üzerine kavmi şöyle cevap verdi:
- Ya Musa! Biz sana olan va’dimizden kendi kudret ve irademizle dönmedik. Fakat biz, o kavmin yani Mısırlıların zinet eşyasından bir takım ağırlıklar yüklenmiş, sonra da onları atmıştık; aynı şekilde Samirî de atmıştı. Yani Sâmirî’nin telkini ile zinet eşyalarını eritmek ve buzağı yapmak için ateşe attık.
Musa aleyhisselam, onlardan bu çirkin işlerinden dolayı tevbe etmelerini istedi. Tevbe şartının da, çok pişman olmak ve ölüm olduğunu bildirdi. Onlar da:
- Sabrederiz, dediler ve hükmü beklediler.
Sonra Musa aleyhisselam şöyle dedi:
- Ey kavmim! Şüphesiz siz, buzağıyı tanrı edinmekle kendinize kötülük ettiniz. Onun için Yaradanınıza tevbe edin ve nefslerinizi öldürün! Öyle yapmanız, Yaratıcınızın katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah tevbenizi kabul etmiş olur. Çünkü acıyıp tevbeleri kabul eden ancak O’dur.
Öldürecek olanlar, öldürüleceklerin başında ellerinde birer kılıç olduğu hâlde beklemeye başladılar. Her puta tapanın ardında, emir gelince onun boynunu vurmak üzere bir kişi görevlendirilmişti. Hatta bunların içinde birbirine akraba olanlar da vardı:
Buzağıya tapanlar, pişman olup da kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını görünce:
- Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bağışlamazsa, mutlaka ziyana uğrayanlardan olacağız, dediler.
Bunun üzerine Musa aleyhisselam ve Harun aleyhisselam, merhametlerinden dolayı ağlayarak Allahü Teâlâya dua ettiler. Sonunda âyet-i kerime indi ve tevbeleri kabul oldu:
- Kötülükleri yaptıktan sonra ardından tevbe edip de iman edenlere gelince, şüphesiz ki o tevbe ve imandan sonra Rabbin, elbette bağışlayan ve merhamet edendir.
Ayrıca Allahü Teâlâ şöyle buyurdu:
- O davranışlarınızdan sonra akıllanıp şükredersiniz diye sizi affettik!
Bundan sonra Musa aleyhisselam, Samirî’ye döndü:
- Ya senin zorun neydi, ey Samirî, dedi.
Samirî şöyle cevap verdi:
- Ben, onların görmediklerini gördüm. Çünkü, o elçinin izinden bir avuç toprak alıp onu erimiş mücevheratın içine attım. Bunu böyle, nefsim bana hoş gösterdi, dedi.
Rivayete göre Samirî, halkın görmeyip de kendisinin gördüğünü ve izinden bir avuç toprak aldığını iddiâ ettiği elçi, Musa aleyhisselama gelen Cebrail aleyhisselam idi. Samirî, onun atının bastığı yerlerin yeşerdiğini görmüş ve izinin toprağından bir avuç alıp altınları erittiği ateşe atmıştı.
Bunun üzerine Musa aleyhisselam:
- Çekil git! Artık sen, hayatın boyunca: Bana dokunmayı, diyeceksin. Ayrıca senin için, kurtulamayacağın bir ceza günü var. Tapmakta olduğun tanrına da bak! Yemin ederim, biz onu yakacağız; sonra da küllerini denize savuracağız, dedi.
Rivayete göre, Samirî denen kişi, gerçekten ağır ve bulaşıcı bir hastalığa yakalandı ve ömrü boyunca insanlardan uzak durmak zorunda kaldı.
Allahü Teâlâ, Musa aleyhisselama, buzağıya taptıkları için pişman olan İsrailoğulları’nı temsilen yetmiş kişi seçerek huzuruna getirmesini ve hep beraber tevbe etmelerini istedi.
Musa aleyhisselam da, emr-i İlahî gereğince yetmiş kişi ile beraber Tûr’a gitti. Fakat nankör kavim, Allahü Teâlâyı görmek isteme cür’etinde bulundu. Bunun üzerine orada şiddetli bir deprem oldu ve bayılıp düştüler.
(Devamı haftaya…)