'Mürteci' mülteci
Altmışaltı yıl önce bugün…
6
Eylül 1955…
Yıllarca
barış ve kardeşlik içinde yan yana yaşamış Rum
ve Ermeni vatandaşların evleri, iş yerleri yağmalandı, onlarca vatandaş
katledildi.
Toplumsal
hayatın dinamiklerini Faşizmle iğdiş edenler, bir provokasyonda daha arzı endam
ettiler.
Bu
damarı son olarak Ankara Altındağ’da 10 Ağustos 2021’de bir kez daha gördük.
Bolu
Beyi’nin başörtülünün “tüp bebek” tedavisine yardım talebine ahlaksız iması da
bu zihniyetin uzantısıdır.
6 Eylül’ün amacı neydi?
Türkiye’yi
yönetilemez duruma getirip sonra da “idareye
el koymak…”
Her
on yılda uygulanageldi.
“İrtica” en elverişli
aparatlarıydı. İrtica hortlar, rejim tehlikeye girer. Rejimin banileri “sarsılan
devlet otoritesini yeniden tesis etmek için” idareye el koyarlardı.
5
Eylül 1955’te farklı bir plan uyguladılar. Temellerini 1943’te Varlık Vergisi’yle attılar.
Ötekileştirme, azınlıklardan daha fazla vergi alınarak icra edilmişti.
Tertip
azınlıklar üzerinden yapıldı. Bugün de mülteciler üzerinden yapılıyor…
Altmışaltı yıl önce ne oldu?
Kıbrıs’la
ilgili İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında 1951’de başlayan görüşmeler Londra’da
devam ediyordu. İstanbul’da ise o gün elli sekiz ülkenin maliye bakanları
toplantı halindeydi.
Yunanistan,
bugün olduğu gibi o gün de Kıbrıs’ın tamamını istiyordu.
Kıbrıs’ta
Türklere yönelik saldırılar başlamıştı. Türkiye kamuoyu bu nedenle hassas
haldeydi.
5
Eylül 1955’te Selanik’te Atatürk’ün
doğduğu evle Türkiye Konsolosluğu arasında bir bomba patlatıldı. Konsolosluğun ve
Atatürk Müzesi’nin camları kırıldı.
Türkiye’de
bazı gazeteler “Atamızın evi büyük hasar
aldı.” manşetiyle verince provokatörlere gün doğdu.
Günler
öncesinden İstanbul’a İzmit’ten ve başka yerlerden trenlerle, otobüslerle
gösterici taşındı. Ellerdeki sopaların aynı uzunlukta ve kalınlıkta olmaları
kalkışmanın uzun bir hazırlık dönemi olduğunu göstermektedir.
6 Eylül 1955 gecesi…
Yağma
ve kundaklama başladı. altı bine yakın ev ve iş yeri, yağmalandı, yakıldı.
Kiliseler kullanılamaz hale geldi. Araçlar
ters çevrildi, kundaklandı.
Tarihin
utanç levhasıydı. Medeniyet adına kara bir gündü. On iki yıl önce ekilen fitne
fırtınaya dönüşmüştü.
Benzer
olaylar İzmir’de de vuku buldu.
Birileri
düğmeye basmıştı.
Çünkü
14 Mayıs 1950’de mütekebbirler
ellerindeki gücü kaybetmişlerdi. Ezan aslına göre okunuyor, fikir ve inanç
hürriyeti genişliyordu. Bunu kabullenemediler. “Çarıklılar ve mürteci” olarak nitelendirdikleri halkın devlet
yönetiminde söz sahibi olmaları başlı başına “irticai” bir durumdu.
İstanbul
ve İzmir’de sokağa çıkma yasağı ve sıkıyönetim ilan edildi.
Olayların
bastırılmasında güvenlik güçlerinin ihmali ise Mayıs- Haziran 2013’teki Gezi olaylarında FETÖ’cü polislerin tutumuyla aynı değil mi?
6-7
Eylül olaylarında zarar gören vatandaşlara tazminat ödendi. Devlet yardımlaşma
kampanyası başlattı. Elli milyon lira bağış toplandı.
Kaybedilen,
bir milletin ve devletin itibarıydı.
Üst akıl tam da bunu
planlamıştı. Hem de İstanbul’da uluslararası toplantıların yapıldığı günlerde…
Şüpheliler
yakalandılar, yargılandılar, serbest bırakıldılar.
Bu
arada ordu içinde cunta yapılanmaları başlamış, dokuz subay olayı patlak
vermişti.
Yıllar
sonra bir 28 Şubatçı generalin bu
olayların bir özel harp operasyonu olduğunu söylemesi dikkati şayandır.
6-7
Eylül olaylarından beş yıl sonra 27
Mayıs’ta seçilmiş hükümet darbeyle görevden uzaklaştırıldı. Düzmece
“Yassıada Yüksek Adalet Divanı”
kurdular. Bu olay da dava konusu edildi. Hükümetin “tiyatrosu” olduğuna hüküm verdiler.
Öyle
ki olayla ilgili olarak yargılananların mahkeme tutanakları bile incelenmedi,
tanıklar dinlenmedi.
Kıbrıs’ta
Türkiye’yi garantör ülke yapanları böylece cezalandırdılar.
Bugün
mürteci yaftasıyla yürüyemez hale geldiklerinden mültecilere yöneldiler.
Altındağ olayları öncesi
ve sonrasında atılan nefret manşetleri ortada…
“Müretci” mülteci…