Mursi ve özgürlük
Muhammet Mursi, mahkemede geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti. Allah rahmet eylesin. Kendisi Mısır’da darbeci Sisi karşısında özgürlüğün bir sembolü haline geldi. Doğrusu bundan sonra tarih de öyle yazacak. Sisi, kendisini rahat hissetmemişti; zaten gayr-ı meşruluğunu sıkı yönetimiyle göstermişti. Bundan sonra da eminim ki, yaşadığı meşruiyet krizinden dolayı oluşan korku ona egemen tek duygu olacak.
“Arap Baharı” şeklinde isimlendirilen bir hava İslam dünyasında ve özelde Ortadoğu’da esmeye başlayınca, bazı hareketlenmeler yaşandı. Irak’ta Saddam Hüseyin’in ardından, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Libya’da Muammer Kaddafi, Tunus’ta Zeynel Abidin B. Ali ve Yemen’de Ali Abdullah Salih birer birer iktidardan gitti. Açıkçası Tunus dışında bu ülkelerde beklenen iyimser tablo gerçekleşmedi. Tunus’ta Raşid Gannuşi’nin fedakarlığı, orada bir iktidar boşluğu ve karmaşasının önüne geçti.
Bizim Mursi’nin şehadeti bağlamında tartışmamız gereken iki önemli konu olduğunu düşünüyorum. Birincisi, Yukarıda saydığımız ülkelerde görüldüğü üzere, Ortadoğu’da baskıcı yönetimlerdir. Meşruiyetini halktan almamış bu yönetimler, aslında ekonomik, sosyal, siyasal anlamda birçok krizlerin de temel sebebi görünmektedir. Sisi, önemli sayıda insanı idam etmiştir ve Mısır toplumunda büyük bir korku egemendir.
Burada demokratik temayüllerin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatmalıyım. Demokrasiye farklı gerekçelerle itiraz eden Müslümanları ve bunların söylemlerini bilmekteyiz. Doğrusu onların kafasındaki yönetim, bir noktadan sonra baskıya doğru evrilmektedir. Halbuki, adına ne dersek diyelim, sivilliğin kuvvetli olduğu herkesin kendisini ifade edebildiği bir toplumsal yapı, yönetim ve kamusal alana ihtiyacımız vardır. Baskının olduğu bir toplumda konuşma, tartışma olmayacağı için, son kertede o toplumda geleceğe doğru bir projeksiyon geliştirilmesi beklenemez. Dolayısıyla İslam dünyasının öncelikle böyle bir zemini kurmak için adım atması gerekir.
İkinci önemli konu da bu ülkelerdeki siyasi krizlerin, aynı zamanda ekonomik ve sosyal sorunları ağırlaştırdığıdır. Ben Arap baharı öncesinde bu ülkelerden Tunus ve Yemen’i ziyaret etme imkanı bulmuştum. Tunus, Fransız sömürgesi izlerini hala taşımaktaydı. Girdiğim bir kitapçıda ders kitaplarının Fransızca olduğunu görmüştüm. Halk olabildiğince fakirleşmişti. Ekonomik anlamda paylaşımda adalet görülmüyordu.
Belki bu çarpıklığı en fazla Yemen’de izlediğimi söyleyebilirim. Yemen’in sokakları adeta çöp sokaklar gibiydi. Ciddi anlamda Filistin göçmeni de bulunan Yemen’de ortalama insani hizmetler (söz gelimi; hastane) çok zor şartlar altındaydı. Ülkede devam eden bir iç savaş vardı. Belki bunlardan daha önemlisi, orta sınıf kaybolmuş gibiydi. Gözlemlerimden edindiğimi kabaca ifade etmek gerekirse, Yemen’in % 10’u üst sınıf olarak iyi bir yaşama sahipti. Geri kalanları neredeyse tamamen alt sınıftı. Bu çerçevede adaletli bir paylaşımdan bahsetmek zaten imkansızdır. Ali Abdullah Salih ise, dini söylemleri manipüle ederek Yemen’deki realiteleri gizlemeye çalışıyordu.
Mursi’nin ölümüne çok üzüldüm ve beni derinden yaraladı. Mursi, başa geldiğinde Time dergisine kapak olan demecinde “özgür olmayı öğreniyoruz; çünkü bunu daha önce tecrübe etmedik” demişti. Evet, bu coğrafyalarda insanlar batı sömürgesi ve farklı baskılar karşısında özgür olmayı öğreniyorlar. Mursi’nin iktidarı çok kısa sürdü ama kanaatimce geleceğe takip edilmesi gereken önemli miraslar bıraktı; en başta da özgürlüğün önceliğini…