Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
27 Eylül 2016

Münir Özkul'u nasıl bilirsiniz?

türk sinemasının önemli isimlerinin rol aldığı Hababam Sınıfı filmlerinin "Akil Hoca"sı Akil Öztuna, "Müfettiş Hüseyin Şevki Topuz"u Ergin Orbey, "Kül Yutmaz"ı Ertuğrul Bilda, "Hafize Ana"sı Adile Naşit, "İnek Şaban"ı Kemal Sunal, "Paşa Nuri"si Sıtkı Akçatepe, "Domdom"u Feridun Şavlı, "Tulum Hayri"si Cem Gürdap ve geçtiğimiz günlerde de "Damat Ferit"i Tarık Akan'ın vefatıyla birlikte sınıf mevcudundan bir kişi daha eksilmiş oldu.

Bazı insanlar vardır, şöhretin zirvesine hiç inmeyecekmiş gibi coşaradımlarla tırmanırlar. u00c2n gelir zirveyi başkaları teslim alır; savaşı kaybedenler sessiz ve sedasız köşesine çekilip, unutulmuşluğun kahrıyla yaşamaya başlar. Tarık Akan'ın ölümünden sonra zihnen şöyle bir yolculuğa çıkıp bu kervana katılan ünlülerden İbrahim Tatlıses, Kenan Işık ve Münir Özkul'un hayatımıza dokunduğu sahnelerin tozlu perdelerini aralayıp baktığımda "şöhret afettir"in derin izlerine rastladım.

"Ölmeden önce ölmek" bu olsa gerek deyip, ıstırap içinde yaşayan bu isimlerden Minür Özkul'un hayatına dokunuvermek istedim. Yani Türkiye'de 7'den 70'e herkesin tanıdığı nam-ı diğer Hababam Sınıfı'nın "Mahmut Hoca"sına, yani Gülen Gözler'in "Yaşar Usta"sına, yani babacanlığın, dürüstlüğün ve mertliğin ne demek olduğunu haykıran adama.

Münir Özkul deyince hemen akla "Mahmut Hoca", arkasından "Yaşar Usta" devamında ise "İbiş" ve "Kavuklu" gelir. O, fakir ama gururlu ve iyi kalpli adam olmanın timsalidir. O, kah "Deli Hulisi"den kaçan, kah şöhretin gayya kuyusuna düşen, kah mutluluğu içkide arayan, kah akıl hastanelerinde huzur bulan, hepsinden de öte babasının "öz kul" vasiyetine teslim olandır.

***

Dindar bir ailenin çocuğu olan Münir Özkul, 15 Ağustos 1925'te Bakırköy'de doğar. Çocukluğu ve gençliği Bakırköy'ün bıçkın delikanlıları arasında geçer. Paşa kızı olan annesi Hayriye hanım, oğlu Münir'in de paşa olmasını çok arzular ve ona hep "paşa oğlum" diye hitap eder. 15'ine kadar paşalığı içine sindiren Özkul, iç dünyasında yaşadığı kırılmaların sonucu hayatına başka mecralarda yön vermeye karar verir. Fakat anne ve babasının "paşa" isteklerini yerine getirememekten dolayı onların ölümüne sebep olduğu üzüntüsünü hep içinde yaşar.

3 yıllık liseyi, 8 ayrı okul ve yılda bitirdi

Ünlü yönetmen Sırrı Gültekin ile sinema filmlerinden çok önce öğrencilik yıllarında yolları kesişen Özkul, onunla birlikte Pertevniyal Lisesi'nde okulu sık sık kırar. Bazen kız mekteplerinin önünde haytalık yapar, bazen de sinemada izledikleri filmleri Yenikapı sahilinde uygulamaya koyar.

Pertevniyal'de 9. sınıfta kimya öğretmeni "Deli Hulusi" sorduğu soruya cevap alamayınca "bilemedin eşek oğlu eşek" diyerek kafasını kara tahtaya vurma seansları artınca bu eziyete dayanamayan Özkul, işi okulu değiştirmeye kadar götürür. Sonrasında biricik annesinin adı olan Hayriye'ye kaydolur. Fakat kimya dersine girdiğinde yine karşısında "Deli Hulusi"yi bulur ve çaresiz Özkul'a başka bir okulun yolu gözükür.

İlk ve ortaokulda hiç sınıfta kalmayan Özkul, heyhat ki, 3 yıllık liseyi, 8 yılda ve 8 ayrı lisede (Pertevniyal, Hayriye, Vefa, Ticaret, İstiklal, Beceryan, Yüce Ülkü ve İstanbul Erkek Lisesi) bitir. Yüksek tahsiline İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü'de devam eder.

Beyoğlu'ndan Sirkeci'ye kadar ağladı

Özkul, lise yıllarında gönlünü kaptırdığı tiyatronun peşini hiç bırakmaz. 1940 yılında Halkevi Tiyatrosu'nda Rauf Aydın'ın hocalığında sahneye çıkan Münir Özkul, ilk oyunu olan "Mahcuplar"da kendisinden beklenenin üstünde bir performans gösterir. Rauf Aydın'ın askere gitmesinin ardından görevi devralan Sadık Şendil, Özkul'a tekrar görev verir. Normal şartlarda ürkek, mahcup ve içine kapanık olan Özkul, sahnenin tozunu yuttukça başka birisi olmaya başlar. Ses Tiyatrosu'ndan oyuncu talebi olunca Şendil, Münir Özkul'u tavsiye eder. Ses Tiyatrosu'nda sahne alan Özkul, ilk oyununda klinik bir vaka yaşar. Seyirci tarafından "bravo" sesleri arasında alkışlanan Özkul bunu kaldıramaz ve "kim tuttu bunları da beni alkışlattı" diye Beyoğlu'ndan Sirkeci'ye kadar ağlar.

Özkul, Ses Tiyatrosu'ndan sonra Küçük Sahne'ye transfer olur. Burada Muhsin Ertuğrul başta olmak üzere hikayeci Sait Faik ve tiyatrocu Ferdi Tayfur, tiyatrocu Haldun Dormen, senarist Sadık Şendil, kültür/sanat hayranı işadamı Şakir Eczacıbaşı gibi ünlü isimlerle tanışıp dost olur. Bu arada kendine bir dost(!) daha bulur ki, ondan uzun süre hiç ayrılamaz. Afet olan şöhret, yavaş yavaş yakasına yapışmaya başlar.

600 yıllık geleneğin sembolü Özkul'da

İsmail Dümbüllü 1970 yılında Kanlı Nigar oyunundan sonra kulise gelerek "kitaplı" gelenekten gelmesine rağmen Kel Hasan'dan aldığı temaşa ve tülu00fbat sanatının 600 yıllık sembolü olan kavuğu, "Oğlum Münir, kavuğumu senin taşımanı istiyorum" deyip, alnından öperek Özkul'a teslim eder.

Küçük Sahne'den sonra Şehir Tiyatrosu'na geçen Özkul, iki sezondan sonra hayatında ilk kez iş isteyen biri olmanın zorluklarını yaşamaya başlar. Ankara'ya giderek Devlet Tiyatrosu'nun Genel Müdürü Cüneyt Gökçer'den iş talep eder, Gökçer de onu kırmaz. Fakat kısa bir süre sonra tekrar İstanbul'a dönerek kendi tiyatrosu olan Bulvar'ı, 2 yıl aradan sonra da Münir Özkul Tiyatrosu'nu kurar. Özkul'a patronluk yaramaz, o bu dönemde alkolle olan dostluğunu daha da artırmaya başlar.

Akıl hastanesini "dinlenme yeri" olarak seçti

Fakat bir gün kendi isteğiyle doğduğu Bakırköy'e döner. Ama çocukluk ve gençliğinin geçtiği mahalleye değil, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne. Çok fırtınalı geçen hayatında çelişkiye düştüğü dönemlerde burayı tam 11 kez sığınılacak liman olarak görür. Kendine "dinlenme yeri" olarak seçtiği bu mekanda topluma uyamayan, toplumla çelişkiye düşen insanlarla birlikte olmaktan huzur duyar. Burada özgürlüğü keşfeder, her şeyi daha objektif değerlendirme imkanı bulur. En sonunda gerçeklerle yüzleşmeyi dener. Çocuklarının farkına vardığında bu ruhsuz girdaptan çıkıp, alkole ve hastaneye değil sevdiklerine sığınmayı seçer.

İbiş ve Kavuklu'nun yeri başka

Özkul, sanat yaşamı içinde her zaman İbiş'e ve Kavuklu'ya hayranlık duyar. Çünkü "Kavuklu" ve "İbiş"de kendi içindeki evrensel insanı yakalamak, ona varmak vardır.

Kızı Güner, İbiş'in Rüyası filmi ile Özkul'un çocukluk hayatına can verir. Arkasından "aktör dediğin nedir ki? / münir özkul" kitabının yayımlanmasına vesile olur. Tıpkı filmlerde olduğu gibi uzun yıllar birbirine hasret yaşayan baba-kız son günlerini bütün eksikliklere rağmen doya doya yaşar. Eskiden olduğu gibi perdeler açılır, "Generalin Aşkı" ve "General Çöpçatan" ile yıllardır kulağını çınlatan ve huzursuz eden annesinin "paşa" isteğini bir nebze de olsa yerine getirir.

***

"Müslüman kılıklılar"dan çok çekti

MÜNİR Özkul, Bakırköy Kartaltepe İlköğretim Okulu'nda eğitimini sürdürürken, bir gün bitişikteki caminin avlusundaki rengarenk çiçekleri koklamak üzere dalar bahçeye. Sevdiği ve kokladığı çiçekler arasında gezinirken caminin hocası, "Ne yapıyorsun ulan orada? Şimdi gelirsem, koparırım kulaklarını!.." diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başlayınca, çocuk ruhu incinir, o günden sonra cami tarafına dönüp bakmaz bile. Hele de cami bahçesinde gördüğü "Müslüman kılıklı" kimselere rastladığında, bütün benliğini derin bir korku ve öfke kaplar. Aradan yıllar geçer, Özkul'un camiye ve dindar insanlara kırgınlığı, kızgınlığı ve küslüğü geçmez. İnancından büsbütün uzaklaşır.

İçkicileri kendine rol model seçti

13 yaşına geldiğinde içkiye özenmeye başlar ve kendine rol model olarak içki içen tipleri seçer. 15'inde tarif edilmesi mümkün olmayan sıkıntılarla boğuşmaya başlayınca, çözümü evdeki gazete tomarlarını toplayıp mahalle bakkalına satarak aldığı içkiyle hafifletme yolunu keşfeder! İçki içmeden hiçbir güzelliğin tadı olmayacağına inanır. Kadehleri arka arkaya yudumladıkça gevşer(!), gevşedikçe alkol bağımlısı, ardından da ruh hastası olur. Krize girdiğinde içki ve uyuşturucu bulabilmek için her şeyi yapar. Defalarca akıl hastanesine yatar. Her hastaneden çıktığında çareyi yine içkide ve kadında arar. Dört defa evlenir, bu sancılı evliliklerden üç çocuğu olur.

Babasının "öz kul" vasiyetini hatırlıyor

Özkul, 90'lı yılların ortasında kötülüklerin anası olan içkiyle savaşmayı, "öz kul" olmayı yeğler. "İçki içmeden hiçbir güzelliğin tadı olmayacağına inancı"nın yanlışlığını keşfeder. Ruhunun derinliklerinde iz bırakan "baba çağrısı"na teslim olmaktan başka yol ve çare kalmamıştır. Babası vefatından kısa bir süre önce kendisini yanına çağırmış, "Oğlum sana inanç, ibadet konusunda faydalı olamadım. Ancak, bunları unutmayasın ve bir gün mutlaka içten hatırlayasın diye, sana Özkul soyadını bırakıyorum. Ben senin kul, hem de öz kul olmanı istiyorum. Kul olmayı hayatının gayesi bilmeni arzuluyorum. Bu sebeple, soyadı kanunu çıkınca, Özkul'u seçtim. Özden kul olalım diye. Kul olduğunu unutma yeter. O zaman sana babalık hakkımı helal ederim" diye vasiyette bulunmuştu. Ancak Münir Özkul babasının bu vasiyetini ciddiye almamış, hatta çağdışı bulmuştu. Önce tiyatro, sonra sinema oyuncusu olarak yıllar yılı inanç ve ibadet hayatına ilgisiz kalmıştı.

Özkul, huzura ermek için manevu00ee arayışa giriyor

"Öz kul" olma eyleminin neden hayatının sonuna doğru vücud bulmasının altında ise ders niteliğinde ilginç bir hikaye yatar. Aslında Münir Özkul gençlik yıllarında ibadete yönelir. İnanma arzusu, bütün dünyevu00ee arzularına galebe çalar ve dindar olan arkadaşıyla bir temizlenme yolculuğuna çıkmayı amaçlar. Şöhretli çevresini bir kenara bırakarak, çok değer verdiği arkadaşından inanç konusunda kendisine yardımcı olmasını ister. Böyle güzel talep karşısında arkadaşı, kendisini güzel bir insanla tanıştırmak istediğini söyler. Bu kişi Sümbül Efendi Camii'nin imamıdır. Arkadaşı vesilesiyle caminin hocasıyla buluşur. Hocaefendi öyle sevecen bir zattır ki, Özkul'un çocukluğunda yaşadığı bütün korku ve endişeleri yok olur gider. Öyle ki, kendine güzellikler telkin eden babasını bulmuş gibi sevinir. Sohbet ilerler, "Artık hiç ayrılmayacağız. İnşallah iki cihanda da beraber olacağız..." denilir. Her Cuma günü Sümbül Efendi Camii'nde buluşulmak üzere sözleşilir.

Kalabalıklar içinde yalnızlık çeken bir adam!

Özkul, Cuma gününü iple çekmeye başlar. Heyecanla abdestini alır, neredeyse 15 yıldır hiç gitmediği camiye gider. Buluşmak üzere sözleştiği arkadaşını caminin avlusunda beklemeye başlar. Çünkü o, tecrübe ve bilgisiyle camide yapması gereken her şeyi kendisine anlatacaktır. Vaaz verilmeye başlar, fakat arkadaşı bir türlü gelmez. Özkul, tedirginlik içinde camiye girer. Saç biçimi ve uzun favorileri kimileri tarafından gülümsenerek, kimileri tarafından ise yadırgayıcı bakışlarla karşılanır. Kalabalık cemaat arasında kendine bir yer bulur, fakat nasıl davranacağı konusunda tedirginliği her geçen dakika artmaya başlar. Vakit ilerledikçe sıkılır, kapının meşin örtüsü her ses çıkarttığında ümitle dönüp arkasına bakar. Fakat arkadaşı bir türlü gelmek bilmez. O gelmedikçe Özkul'un arkadaşına kırgınlığı ve kızgınlığı artar.

Ve ezan vakti geldiğinde arkadaşı kapıda görünür, Özkul birikmiş bütün kırgınlık, kızgınlık ve tedirginlikle bağırır: "Arkadaşım, gel buradayım!.."

"Müslüman kılıklı" adamın tokadı

Bu feryada karşılık yanındaki "Müslüman kılıklı" adam hiddetlenerek Münir Özkul'un sıratına okkalı bir tokat patlatır. Neye uğradığını şaşıran Özkul, ufak bir tereddütten sonra ok gibi fırlayarak, cemaatin üzerinden atlayarak, sağa sola çarparak kendini camiden dışarıya atar. Arkadaşı arkasından koşar, özür diler, fakat nafile.

Münir Özkul, çocukluğunda yaşadığı kırgınlığın geçmesine ramak kala, korkunç bir hadise daha yaşamış büsbütün yıkılmıştır!.. Ona göre, artık namaz kılanların çoğu kaba ve saba insanlardır. Çünkü orada sevgi, anlayış ve hoşgörü yoktur. Cami, Münir'e göre değildir!..

Özkul'un tek hüznü ise hocaefendi gibi değerli bir zatı kaybetmektir. Çünkü o, ilk karşılaştıklarında, "senin gibilerin yolunun düzeltmesi, şaraptan bozma sirkeye benzer, tadına doyum olmaz" demişti. Fakat Özkul yaşadığı üzücü olay karşısında, "demek ki, benim nasibim şarapta ve şarap olarak kalmakta imiş!.." deyip camiye dönmemek üzere uzaklaşmıştır.

Kulluğa giden yolda engel tanımayacaksın

Münir Özkul, badirelerle dolu hayat yolculuğunda altmışını devirdiğinde babasının "öz kul olmanı istiyorum" vasiyetini idrak eder ve "Galiba babam haklıymış" demeye başlar.

Mutluluğun yegane yolunun "öz kul" olmaktan geçtiğini, kulluğa giden yolda önüne çıkan insanlara aldırış etmemesi gerektiğini içselleştirir. Bütün günahlarına rağmen Mevlana'nın çağları aşan, "Gel, ne olursan ol yine gel, / Bin kere tövbe etsen, / Bin kere tövbeni bozsan da yine gel / Bizim kapımız umutsuzluk kapısı değildir / Gel, ne olursan ol yine gel..." dizelerini ruhunun derinliklerinde hisseder. Şöhret, içki, kadın, perişanlık ve bunalımlarla dolu hayatının devamında Rabbine teslim olmuş vaziyette "öz kul" olarak son demlerini yaşamaya başlar.

Yaşarken o milletine, millet de ona hakkını helal etti

Kendine açtığı beyaz sayfanın akabinde beyni artık düşüncelerinin yükünü kaldıramayacak seviyeye gelerek demans hastalığına yakalanır. Bu rahatsızlığından dolayı geçmişe dair hiçbir şeyi hatırlayamaz olur. Özkul, 40 yılını verdiği milletine doyamamanın ukdesini hep içinde yaşar. Çünkü bu millet onu severek ve geçindirerek ona mutluluğun en büyüğünü yaşatmıştır. O millete, millet de ona haklarını helal etmiştir.

Allah, Özkul'una rahmetiyle muamele eylesin.

***

Mahmut Hoca

ve Yaşar Usta'yı hafızalara kazıdı

MÜNİR Özkul, İstanbul Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra oyunculuğa merak salar. Bakırköy Halkevi'nde başladığı tiyatro serüvenini İstanbul ve Ankara Şehir ve Devlet Tiyatroları'nda sürdürür.

400'e yakın filmde oynadı

Fakat oyunculuk piyasasındaki ününü, 1950'lerde rol aldığı Edi ile Büdü, Halıcı Kız, Kalbimin Şarkısı, Miras Uğruna, Balıkçı Güzeli, Kanlı Nigar sinema filmleri ile kazanmaya başlar. 1970'lerin ünlü yönetmeni Ertem Eğilmez'in vazgeçilmez oyuncuları arasına girer ve birçok ölümsüz filme imza atar. Sev Kardeşim, Neşeli Günler, Gülen Gözler, Gırgıriye, Görgüsüzler, Mavi Boncuk, Bizim Aile, Aile Şerefi'yle ününe ün katar. Hababam Sınıfı serisindeki tatlı-sert okul müdürü "Kel Mahmut" tiplemesiyle oyunculukta zirveye ulaşır. Adile Naşit ile beraber oynadığı filmlerde Yeşilçam'ın unutulmaz ikilileri listesindeki yerini alır. Gençliğinde gönül verdiği oyunculuğa, tiyatro oyunlarının yanında 400'e yakın sinema filmi sığdırmayı başarır.

Gururlu ve iyi kalpli adam

Özkul, Gülen Gözler'de fakir ama onurlu bir babayı canlandıran "Yaşar Usta" tiplemesiyle gönüllere dokunarak izleyiciyi derinden sarstı. Hababam Sınıfı serisinde tatlı-sert okul müdürü "Kel Mahmut" karakteriyle idealistlik ve babacanlığın ne anlama geldiğini herkese öğretti. Fakir ama gururlu ve iyi kalpli karakterleri canlandırarak seyircinin gönlünde taht kurdu; ama zengin ve kötü yürekli adam olmayı bir türlü beceremedi. Fakat Türk sinemasına damga vuran önemli karakter oyuncuları arasına girerek ismini unutulmayacaklar arasına yazdırdı. 1996 yılında jübilesini yaparak tiyatro sahnelerine veda etti. Başını sokacak evi ise bu jübileden elde edilen gelirle alabildi. Hayatı filmlerdekindeki tatlı zorlukların aksine, şöhretin afete dönüştüğü maddi ve manevi sıkıntılarla geçti.

Sev Kardeşim adlı filmdeki rolüyle Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde en iyi erkek oyuncu, arkasından Dümbüllü, akabinde ise Altın Kelebek, Muhsin Ertuğrul Tiyatro Emek, Sinema Yazarları Derneği, Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali Onur, Afife Tiyatro ve Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri'ne layık görüldü. 1998 yılında ise Kültür Bakanlığı tarafından devlet sanatçısı unvanı verildi.