Mültecilerin Ülkesi
Bugün dünyanın birçok yerinde okulsuz ve öğretmensiz çocuklar var. Öğretmen olup da öğrenci bulamayan, öğrenci bulup da okulu yıkılan öğretmenler var. Savaş kampları ve günahsız çocukların çığlıkları, acının ve sonsuz ayrılığın resmedildiği temiz simaların hayata tutunduğu kamplar var.
Dünyanın neresinde olursa olsun çocuklar aynı haklara sahip olmalıdır. Bu çocukları etnik ayrıştırmalardan uzak tutmak gerekir. Maalesef savaş bölgelerinde kurulan kamplarda yaşananlara baktığımızda durum çok vahim. Babasını kaybeden çocuklar anneleriyle birlikte ayakta kalabilmek için zor şartlar altında umutlarını taze tutmaya çalışıyor. Bu umudu onlara kim aşılıyor? Evleri, şehirleri, ülkeleri bombalanan çocuklara umut aşılamak kolay mıdır? Bir de umut aşılayanların da umudu tükenmiş ve sevdikleri yok olmuş ise nasıl bir yol izlemeli?
Savaşların mağdur ettiği kesim çocuklar ve kadınlar oluyor. Bazen onları da hayattan koparıyor acımasız bir bomba. Bombanın acımasızlığını ifade ediyor, suçluyu da ilan ediyoruz. Bombalar, füzeler, uçaklar… Evet, suçlular bunlarmış! Hemen yanı başımızda yıllardır devam eden Suriye’deki insanlık dramına bigâne kalmak mümkün mü? Bir çocuğun kalbine düşen bomba hangimizin kalbine düşmez, hangimizin vicdanını sızlatmaz, hangimizi hüzne daldırmaz, hangimizi üzmez, hangimizi isyan ettirmez, hangimizi!… Şimdi hangimiz bir çocuğu ülkesine, milliyetine, dinine göre ayırır? Suriye bizim kaderimiz olmuştur. Kabul edelim etmeyelim, buradaki dramdan kaçamayız, görmezlikten gelemeyiz bu durumu.
Modern dünyanın terimleriyle konuşursak “hakikî dünya”yı kaybederiz. Dünyevîleşen, modernleşen insan ve topluluklarda mal edinme, toprağı sahiplenme, vatandaşlık kavramı, devletleşme ne yazık ki insanın dünyaya gelişindeki hikmeti, sebebi unutturmuştur. Bugün bizim, devlet algımız, devleti yüceltmemiz, vatan kabul ettiğimiz toprağa “kutsallık” izafe etmemiz meseleyi öyle bir açmaza, çözülmez bir probleme getiriyor ki sanki ölüm yok, ahiret yurdu yok, mizan kurulmayacak, ilahî bir makamda hesap verilmeyecek. Zamanla ilahî kavramlar gibi algılanan “devlet, ulus, toprak, bayrak, marş” gibi kavramların bir Müslüman’ın ahiret anlayışının bile önüne geçmesi modern çağın yarattığı şirktir. Bu görüş, kalbimizi asıl sahibinden uzaklaştırmakta, karartmaktadır. Din gününün sahibine vereceğimiz hesabı unutarak, boyun eğeceğimiz asıl sonsuz kudret yerine, kendimize başka otoriteler, güç merkezleri arıyorsak imanımızı tazelememiz gerekir. Çağımız Müslümanlarının karşı karşıya kaldığı sınav budur.
Ey insan, imtihan için kısa süreliğine geldiğimiz şu dünya sürgününü asıl memleket olarak göremezsin! Bizi var eden kudretin bizim için kurduğu asıl dünya, bizim için inşâ ettiği cennet burada değildir! Yaşadığımız toprak parçalarının, doğduğumuz ülkelerin, bağımsızlık sembolü bayrakların, istiklal marşlarının hepsi de bu dünyaya ait egemenlik algılarıdır ve tüm insanların kardeşliğini ortadan kaldırmaya dönük modern dayatmalardır. Beşerî kurum ve kuramlara teslim olamayız. Elbette sistemli bir devlet, huzurlu bir ülke, âdil bir düzen umarız. Bunun için can da verilir. En başta kim, hangi güç ve kutsal için can verdiğimizi bilmeliyiz. İnsanın dünyası aslında tektir, hesap vereceği ömrü nasıl tekse. Dünya ve ahiret hayatını birbirinden ayırmakla imtihanı kaybediyoruz. Oysaki her iki dünyanın sahibi ve otoritesi Allah’tır. Mültecileri kovmak, kalbimizin sahibini kalbimizden kovmaya kalkışmak gibi mahviyettir, yok oluştur. Kamplara terk edilen, sokaklara bırakılan, denizlerde boğulan, uykularında vurulan, çadırlarda, konteynerlerde “ülkesiz, devletsiz, bayraksız, marşsız” kalanların sahibiyle bağımsız ulus devletin vatandaşlarının sahibi aynı Allah ise, ki imanımız aynı Allah’adır, o zaman sınırları insan eliyle çizilen ülkeleri değil de tüm yeryüzünü sofra gören, tüm insanları kardeş bilen bir ülkeyi kuralım. En azından kalbimizde kurulsun bu ülke. Unutmayalım, hepimiz geçici ikamet ettiğimiz şu dünyada birer mülteciyiz. Vesselam!