Dolar (USD)
33.98
Euro (EUR)
37.61
Gram Altın
2728.37
BIST 100
9771.16
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

10 Temmuz 2024

​Mülteci meselesi!

Kayseri’de yaşanan hadiseler gösterdi ki, mülteci meselesi ülkemiz için ciddi biçimde ele alınıp hızla çözüme kavuşturulması gereken bir meseledir.

Hastalıklı zihinlerin, kendi çapsız, cahil ve hasis halini gizlemek için, genellikle vatan ve millet düşmanlarının kuklası olduğunu da fark etmeden milliyetçilik sosuyla zıvanadan çıkma haline ırkçılık denir.

Irkçı bir zihin, genelde cahil ve çok çabuk kullanılabilen, kültürsüz hiçbir değeri olmayan tipolojidir.

Irkını, milletini sevmekten bahsetmiyorum. Ben Türküm ve milletimi çok seven bir insanım. Çünkü benim milletim bin yıldır İslam’a hizmet etmiş, dünyaya insanlık öğretmiş, insanlığa adalet götürmüş, mazlumların koruyucusu olmuş necip bir millet.

Irkçı bir zihinin İslami ve insani hiçbir değeri yoktur. Hangi ırktan olursa olsun insanın insan olduğu için kıymetli olduğunu idrak edemez, insanı insandan ayıran şeyin yaptığı iyi veya kötü şeyler olduğunu bile düşünemez bir mankurttur.

Irkçı faşist kuklalardan azade, sosyal olarak ülkemizde sıkıntıya dönüşen bir durumun daha da büyük sorunlara yol açmadan çözülmesi gerek.

Öncelikle; Kayseri’de mültecilere yapılan saldırı ve hemen akabinde sınırımızın ötesinde ülkemize karşı oluşturulmak istenen provokasyonu çok iyi analiz etmeliyiz. Amerika’nın bölgede PKK devleti kurma planını engellemek için Suriye sınır bölgesinde oluşturulan güvenli bölgede binlerce askerimiz nöbet tutuyor.

Türkiye’deki ırkçı saldırılara yankı olarak, bölgedeki ajan ve kontrolsüz gruplar eliyle askerimize herhangi bir saldırı olma ihtimalini ve bunun üzerinden zaten “hazırda bekletilen PKK devletini kurma” hamlesini devreye sokarlarsa, meselenin hangi noktalara evrilebileceğini düşünebiliyor musunuz?

Bize göre Kayseri’deki saldırı ve Suriye’deki yankısı bunun provası gibiydi. Aylarca hazırlık yapılmış, gayet iyi planlanıp icra edilmiş bir prova gibi… İçerde ve bölgede yapılan algı operasyonunun sadece mülteci meselesi olmadığı ortada.

Mülteci meselesi İslami, İnsani, hukuki ve stratejik noktalarını değerlendirip bu çerçeveden hareketle bir göç-mülteci politikası oluşturulmalıydı. Mazluma sahip çıkmak ve fakat bunun sosyal yapıya yansımasından entegrasyon sürecine, içte ve dıştaki piyonların kaşımasından ülkemize katkı sağlayacak unsurların doğru tespitine kadar, mesele çok ciddi ve ince eleyerek planlanmalı ve bu plana göre hareket edilmeliydi… Bu maalesef yapılmadı.

Savaştan kaçıp bize sığınan Müslüman kardeşlerimize kardeşlik hukukuna uygun şekilde kucak açmak inancımızın gereğidir... Kaldı ki biz, mazlum durumda olan kim varsa kapımıza geldiğinde her zaman kollarımızı açtık. Tarih buna şahittir.

İspanya’dan katliam korkusuyla ülkemize sığınan Yahudileri, üstelik o dönem Osmanlı nüfusuna göre çok fazla sayıda olmalarına rağmen geri çevirmedik. Beş yüz yıldır ülkemizde hala misafirler! Polonya’dan gelen Katolikleri, Ukrayna’dan gelen Ortodoksları bırakın savaş korkusundan kaçıp sığınanları, bugün Avrupa ülkelerinde geçim zorluğu çektiği için ülkemize gelen binlerce İngiliz, Alman, Fransız’ı Akdeniz ve Ege sahillerimizde rahatça yaşıyor. Kimse “bunlara niye ülkemizdesiniz” demiyor.

Bunun haricinde Kafkasya’dan Kırım’a, Balkanlar’dan Türkistan’a milyonlarca soydaş ve dindaşımız ülkemize geldi, kardeşimiz olarak bir arada yaşamaktayız. Hiçbirinden bu manada şikayetçi değil bu millet.

Bu gün ülkemizde bulunan mültecilerin hukuki statüsünü korumak ve buna dair bir politika oluşturmakla görevli kurum ve kuruluşlar adeta hukuksuzluk yarışına girmiş, sokaktan yabancı avlar vaziyette tuttuklarını geri gönderme merkezine götürüyor.

Öyle ki, ülkemize turist olarak gelen bazı kişilerden, kendi ülkesinde konum ve itibar olarak adeta stratejik pozisyonda olan bazı insanları “mültecileri geri gönderiyoruz” imajı için, kim olduğu umursanmadan geri gönderme merkezlerine aldıklarını duyuyoruz.

Bu durum öyle bir noktaya ulaştı ki, “Arapça konuşanı, Müslüman gibi görünen ve biraz da Doğulu bir tipi andıran kim varsa alıp götürüyorlar” diye konuşuluyor, “Sarı saçlı, beyaz tenli, Avrupai bir tavır ve kıyafeti olmayanlar paketleniyor” diye geyik yapılıyor sosyal medyada…

İslam düşmanlığını Müslüman mülteciler üzerinden kusan belli kesimlerin goygoyu mu belirleyecek ülkenin mülteci politikasını? Bu zihniyetin devamlı algı operasyonu çekip milleti kışkırtmasına neden sesiz kalıyor devlet. Açıkça yalan haberlerle milleti sokaklara döken bu etki ajanlarına neden gereken tavır alınmıyor?

Birçoğu işinde gücünde, okulu, evi düzeniyle ülkemize katkı sağlamaya başlamış mültecilere düşmanlık etmeyi ekonomik kriz üzerinden savunmak ise ayrı bir garabet. Saldırdıkları yerler çoğunlukla işyeri ve dükkanlardı…

Devlet, bu meseleyi ne bugün yüzümüzü düşürecek ne de yarın alnımıza leke sürecek şekilde değil, insani, vicdani ve mazlumların onurunu da koruyacak şekilde bir planlama ve uygulama ile doğru zemine oturtmalıdır.

Ayrıca şunu asla unutmamak gerek. Ülkemiz özellikle son yıllarda içerden ve dışardan her noktada yapılan saldırılara mazlumların duasıyla karşı koydu, ayakta durdu. Mazlumların duasıyla ayakta duran mazlumun ahıyla da yıkılır.

Allah muhafaza, bu saldırılar, bin yıl boyunca gittiği ülkelerde bile mazlumu savunmuş, tarihe mazlumların hamisi ve koruyucusu diye geçmiş necip Türk milletini mazlumların avcısı haline getirip alnına leke sürecek olanı ne biz affederiz ne de tarih…