Muhsin Demirel
Pazartesi günüydü. Ankara’dan aziz dostum edebiyatçı yazar Taha Çağlaroğlu bana mesaj attı. Şöyle diyordu: “Değerli dostlar. Muhsin Demirel ağabeyi az önce Rahmeti Rahman’a uğurladık. Rabbim merhameti ile muamele eylesin. Allah gani gani rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.” Böyle zamanlarda her vakit sığındığımız ayet-i kerime vardır: “İnna Lillah ve İnna İleyhi Râciun”. (Allah’tan geldik ve yine O’na döneceğiz.” Bu hakikate kim itiraz edebilir ki? Kimin haddine! Biliriz ölüm var ve vadesi dolan göçüyor. Ama yine de bir hüzün kaplar içimizi. Geçici bir ayrılık mevsimi olarak görsek de kederleniriz. Kaybımızı anarız, hatıralarını hatırlarız. Onunla yaşadıklarımız, film şeridi gibi gözümüzün önünden geçer.
Muhsin
Demirel 1954 yılında Eskişehir’de doğdu. Aslında ailece Burdurludurlar. Ne var
ki rahmetli babası “Tayyareci Ali” ağabeyin askerî pilot olması dolayısıyla kendisi
ve kardeşleri farklı şehirlerde doğdu. Üç yaşında iken İstanbul’a geldiler.
Çocukluğunu ve gençlik yıllarını İstanbul’da geçirdi. İlk ve orta tahsilini
burada yaptı, yüksek tahsilini İstanbul Hukuk ve İktisat fakültelerinde
tamamladı. 1980 yılında Ankara’ya geçti. Uzun seneler Devlet Planlama
Teşkilatı’nda uzman olarak çalıştı. İşyerindeki diğer arkadaşları gibi o da ABD’ye
gidip ihtisas yaptı. Sonra yurda döndü. Son olarak Cumhurbaşkanlığı Strateji ve
Bütçe Başkanlığı’nda uzman olarak çalışıyordu.
Muhsin abiyle
1970’li yılların sonunda tanışmıştım. İstanbul’a geldiğimde ilk tanıştığım ve
sevdiğim ağabeylerimdendi. Edebiyata aşinaydı ve üstelik şairdi. Hatta o
sıralarda Köprü dergisinde yayımlanan
“Fetih” şiiri, çok sevilmişti ve her yerde okunuyordu. Çok güzel mısraları
vardı. “Fetihlerin rüyasını gördüm bugün...” diye başlıyor ve “Fetih haktı,
fetih muhakkaktı” diye devam ediyordu. Cemil Meriç’e gidip ona Risale-i Nur
okuyan sekreterlerdendi. Daha sonra büyük sanatkârımız hattat Hâmid Aytaç’a
talebe oldu ve hüsn-ü hattı ondan öğrendi. Ali Alparslan ve Hasan Çelebi’den de
dersler aldı. Eserlerinden meydana gelen sergiler açtı.
Bediüzzaman
Said Nursî’yi ziyaret eden ve daha sonra hizmete sarılan merhum Ali Demirel ve
hanımının kıymetli oğlu, gazeteci Hüseyin Demirel’in sevgili kardeşiydi. O
yıllarda edebiyatçılar arasında öne çıkmıştı. Şiir ve yazıları sevilerek
okunuyordu. İş gereği Ankara’ya yerleştikten sonra yazı sanatına ağırlığını
verdi. Kur’an-ı Kerim’i baştan sona yazdı. Hat sanatına büyük hizmetleri oldu. Hâmid
Aytaç’a Bediüzzaman’ın talebeleri tarafından hazırlanan “Tevafuklu Kur’an-ı
Kerim”in yazılması esnasında şahitlik etmiş, hatta daha sonra bu hizmette
yıllarca bulunmuştu. Ömrünün son yıllarında ise tarih boyunca İslam âleminde
okunan duaları topluyor, bunları kitaplaştırmayı düşünüyordu.
Ankara’da
yaşadığı için çok sık görüşemezdik. Ama irtibatımız hep devam etti. İstanbul’a
geldiğinde çalıştığım Kubbealtı’na uğrardı. Onu karşılar, oturup sohbet
ederdik. Eskilerden bahseder, maziyi anlatırdı. Ben de İstanbul’daki kültür
sanat faaliyetlerinden bahsederdim. Bir ara Said Yüce’nin kendisiyle yaptığı
bir sohbeti dinledim. Büyük bir ufka, geniş bir bakış açısına sahipti.
Anlattıklarını can kulağıyla dinlemiştim. Telefonla arardım, internet
vasıtasıyla haberleşirdik. En son 20 Haziran 2024 tarihinde bana yolladığı mektubu
yeniden okuyorum. Bu köşede çıkan “İslam âleminin Hüzünlü Bayramı” başlıklı
yazımı kendisine göndermiş ve “Muhsin ağabey merhaba. Hüzünlü, acılı, kederli
de olsa mübarek Kurban Bayramı’nı idrak ediyoruz. Bu mübarek gün ve gecelerin
Türkiye’mize, İslam âlemine, Türk dünyasına ve bütün insanlığa hayırlar,
iyilikler, faziletler ve barış getirmesini niyaz ediyorum. Sizin, ailenizin ve
bütün sevdiklerinizin Kurban Bayramı’nı kutluyor, sağlıklı, huzurlu, bereketli
ve hayırlı ömürler diliyorum. Gazze, Filistin ve Doğu Türkistan başta olmak
üzere gönül coğrafyamızdaki masumların kurtuluşuna dua edelim.” demiştim.
Cevabi mektubunda, “Aziz kardeşim. Teşekkür ederim. Hassasiyetlerinizden,
endişe ve hüzünlerinizden, faaliyet ve gayretlerinizden haberdar oldum. Aynen
iştirak ediyorum. Ayrıca bir kısım faaliyet haberlerinizden de memnun oldum.
Ankara’da olmam hasebiyle hemen hiçbirine katılamamakla beraber, bilgi sahibi
olmak da memnuniyet veriyor. Gayretlerinizi takdir, muvaffakiyetlerinizi tebrik
ediyorum. Selam ve dua ile.” Merhumla hat sanatına merakı, Hâmid Aytaç ve diğer
hocaları hakkında mülakat yapmıştım. İşte neşredilen o konuşmanın başlığı: “Türkler
Hat Sanatının Sultanıdır”
Keşke
muhtelif gazete ve dergilerde yayımlanmış makaleleri, denemeleri, şiirleri,
sohbetleri ve kendisiyle yapılmış röportajlar bir kitapta toplansa ve
milletimizin istifadesine sunulsa. Cumartesi günüydü. Bir kurumdaki dostlara,
hizmetlerinden bahsettikten sonra Muhsin Demirel’e ödül verilmesini tavsiye
etmiştim. Takdir-i İlahi… O şimdi asıl mükâfatını, Yüce kitabımız ‘Kur’an hattı’na
ve hakikatine yaptığı büyük hizmetlerinden dolayı ahirette alır alacaktır.
Muhsin Demirel çelebi
mizaca ve kalender bir yapıya sahipti. Dostluğu sağlam, muhabbeti kavi, latif
bir zat idi. Onu hiç unutmayacağız. Cenabı Allah gani gani rahmet eylesin. Ruhu
şad, kabri nur, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı yüksek olsun inşallah.
Merhumla Dost TV’de yapılan sohbeti tavsiye ediyorum: https://www.youtube.com/watch?v=cTucz1qfa8I