Muhit'imizden Taşan Edebiyat
Yayın dünyamızın seçkin kuruluşu Muhit Kitap’tan okuyucuya ulaşan eserlerde, kalbe dokunan denemeleri ve şiirleri okuyoruz.
Zeki
Bulduk, edebiyak sever dostlarıyla bir etkinlik sonrası ob.jektiflere böyle poz
verdi.
Bazı yayınevlerimize çok
güzel isimler seçiliyor. Asırların ötesinden günümüze akıp gelen bu adlarla
kültür dünyamız giderek bereketleniyor. Bu isimlerden birisi de yeni kurulan yayınevlerimizden
Muhit. İsmini duyduğumda çok sevmiştim, o muhabbetim hâlâ devam ediyor. Zira
ismiyle müsemma kitaplar çıktı bu çatı altında. Üstelik Muhit Kitap’ın Genel
Yayın Yönetmeni arkadaşım İbrahim Tenekeci. İbrahim Bey şair ve yazar.
Refikimiz Yeni Şafak’ın yazarıydı.
Oradaki köşesini takip eder, yazılarını okurdum. Kalbe dokunan, hikmetle yazılmış
birer denemeydi her bir yazısı. Siyasetten bahsettiğinde de seviyeyi koruyan,
çıtayı yüksekte tutan bir fıkra muharririydi kanaatimce. Sonra ayrıldı. İşte o yazılar
Yakın Şahitlik adlı kitapta toplandı.
İyi ki o metinler, iki kapak arasına girdi. 26 Eylül 2018-23 Eylül 2019
tarihleri arasında gazetede yayımlanan bu yazıları tekrar okudum. “Daha önce
okuduğun yazıları niçin tekrar okuyorsun?” diye sorabilirsiniz. Söyleyeyim: Şu
fani dünyada basılan ve rafları dolduran yüzbinlerce kitabı okumaya ne
takatimiz, ne mecalimiz, ne vaktimiz, ne de nakdimiz yeter. Öyleyse iyi
kitapları seçip gerekirse iki üç defa okuyabiliriz. Ne mahzuru var? Ben de bunu
yapıyorum zaten.
Yakın
Şahitlik’teki metinlerde bizim kanaat dünyamız, iktisat
âlemimiz, tevazuumuz, tefekkürümüz, inancımız, ahlakımız, örfümüz var. Milletimize,
devletimize ve vatanımıza bağlılığımız, takdir edilene rızamız, seferlerimiz ve
zaferlerimiz var. Muhacirlerin gözyaşı, şehitlerimizin mukaddes kanı,
müminlerin duası var. Kardeşlik hukukumuzda ısrar, muhabbetimizde inat var. Daha
ne olsun? Benim bazı yazarlara gönülden bağlılığım, sarsılmaz itimadım ve büyük
güvenim var. Mesela Mustafa Kutlu ağabey ile İbrahim Tenekeci kardeşim işte o
yüksek vicdan katında duran iki güzide yazarımdır. Gözüm ve gönlümle takip ettiğim
kalem erbabıdır her ikisi de. Yazdıkları okunur, düşüncelerine hürmet edilir.
Zira nefis namına değil Allah için söylerler söyleyeceklerini. Sözleri hasbi,
kelamları ivazsız, görüşleri garazsızdır… Şu satırlar kitapta altını çizdiğim
yüzlerce paragraftan biri: “Dünya hayatına veda etmek, bizim için sonlu olandan
sonsuz olana geçmek demektir. Teslimiyet, müminler için en büyük tesellidir.
Ölüm, bu dünyanın tek hakikatidir. Fakat herkesin buna inanmasını, bu düşünceye
uygun hareket etmesini bekleyemeyiz.” Yazarımızı okumak içimizi ısıtıyor, yüreğimizi
kanatlandırıyor, ufkumuzu enginleştiriyor. Şu anlamlı satırlarıyla dostumu
selamlayayım: “Sade bir hayat yaşayan, büyüklük taslamayan, hırs yapmayan
insanların başka bir şeye dönüştüğünü görmedim. Yolculuğa nasıl başladılarsa
öyle devam ediyorlar. İnsana başladığı gibi bitirmenin sevinci yeter. Buna
‘istikamet’ diyoruz.”
BAKARSIN
YAĞMUR YAĞAR
Nurettin
Durman iyi bir şair ve yazar, sebatkâr bir kalem ehli. Bunların ötesinde
simasında hep ideal bir mümin ışıltısı gördüm yıllar boyu. Yeni şiirlerinden
meydana gelen Bakarsın Yağmur Yağar
kitabını okurken dost meclislerindeki o unutulmaz hâlini hatırladım hep. Çelebi
kişiliğini, mütevazı kimliğini ve erdemli bir ağabey duruşunu hissettim.
Tanıdığınız şair ve yazarların kitaplarını okurken böyle bir hisse
kapılırsınız. Salgın dolayısıyla görüşememenin hasreti ve tatlı hüznü
sarmalıyor sizi. İçli mısralar ruhunuzun derinliklerine işliyor: “Severim
dedim. Sevilmiş gibi şeyleri daima / Nerede varsa kendini gül misali bilene /
Zaten Allah bir diyen… / Mekke’ye, Medine’ye / Adı güzel olana, uzun yola
eyvallah diyene. / Severim elbet. Sevmek gibi olsun da / Nihayet bir inci
tanesi önemlidir / Önemlidir kadir kıymet bilene.” Bu şiirlerde Yûnus sadeliğiyle
birlikte derin düşünceleri sırtlayan mısralarla karşılaşıyoruz: “Sabaha bir
nefes çıksa emelim / Bir vakit beş vakit dua ederim / Bir anı bir ana tebdil
ederken / Dünya fani ömür kısacak derim.” Şairimiz “Günler Geçer Hayret Ederim”
diyor ama o zaten her dem ‘hayret makamı’ndadır. Bize de yansıyan o hâlini şöyle
anlatıyor: “Tuhaf değil mi şarkısız kalsa insan / Yolsuz, yordamsız, sevgisiz
kalsa / Günler geçer ben hayret ederim / Kırılmış kalbimin ince yerinden.” Bir
şiir sizi maveraya taşıyorsa görevini yapmış demektir, tıpkı şu mısralar gibi:
“İnsanın kendinden başlıyor yolu / İçinden içine akan bir ırmak mıdır? /
Varınca menzile gönül bahtiyar / Varmazsa ne çare kader bellidir” Şimdi de
dünyanın ahvalini Nurettin Durman nazarıyla seyretme demidir: “Geceyi gündüze
katıyor dünya / Geçip gitmesini seyrederek / İnsana bir miktar yaşamak dersi /
Nihayet bu dünya sınav yeridir.” Dünyanın fenalığından ve faniliğinden hep
bahseder dururuz ama şairimiz onu kalben terk etmek gerektiğini de bize ihtar
ediyor: “Haydi kalbim hatırı var gecenin / Seherin vakti var yıldızın ayın /
Zaman yokmuş gibi geçiyor zaman /Böyle dönmüş böyle dönüyor dünya.” Ben bu
şiirlerin bütününü çok sevdim. İnanıyorum ki sizler de okuyunca seveceksiniz.
“Ne Çok Sevdik” şiirinin ilk mısralarıyla sizi baş başa bırakayım: “Bu gökyüzü
ne kadar güzel bakıyor / Ne çok güzellikleri var yeryüzünün / Ne çok sevdik
birbirimizi ölümüne / Ne çok ölümler yaşadık beraber / Bir işaret olarak
kalıyor aramızda.”
TÜRKÜLERDEN
NE HABER
Türkülerimizi sevmeyen var mı? Onların hüznünü
hissetmeyen, neşvesini tatmayan, melalini anlamayan var mı? Prof. Dr. Cemal
Kurnaz Hocamız Türk’ün Mektebi Türkü
Mektebi isimli eseriyle hepimizi gönendirdi. Elimizden tutan mihmandarımız,
bizi memleketin türkü bahçesinde dolaştırıyor. Renkleri gösteriyor, kokuları
hissettiriyor. Zaten sevdalısı olduğumuz, her dem burnumuzda tüten
türkülerimizi bize daha da sevdiriyor. Yıllar önce bir türkü kitabı hazırlayan
biri olarak bu eseri ne kadar çok sevdiğimi anlatamam. “Türkülerle büyüdüm.
Onları kendiliğinden sevdim. Neden sevdiğimi bilmeden sevdim.” diyor Cemal
Hoca. Zaten hepimiz bu kara sevdaya tutulmuş değil miyiz? Onu da bizi de türkülere
davet eden Tanpınar’la Gemuhluoğlu değil mi? Kitapta türkülerimiz gergef gibi
işleniyor. Konular tek tek önümüzden geçiyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun
“Türküler Dolusu” şiiriyle hoşamedi başlıyor. Uzun şiirdeki şu mısralar bile ne
kadar yürek yakıcı, değil mi: “Ah bu türküler/ Türkülerimiz / Ana sütü gibi
candan / Ana sütü gibi temiz.” Yazarımız, “Ben köy çocuğuyum. Türkülerle
büyüdüm. Kendimi bildim bileli türkü dinlerim. El zanneder türkü dinlerim,
aslında ben Türk’ü dinlerim. Türküler millet korosudur. Türk’ün mektebi, türkü
mektebi.” diyor. Yakılan türkülerde sevdamız, aşkımız, hüznümüz, sefamız,
hasretimiz, cefamız, sevgimiz, sabrımız ve bütün güzel hususiyetlerimiz dile
geliyor. Bugüne kadar türlü tarifi yapılmıştır türkülerin. Bakalım burada ne
deniliyor: “Türküler hayatımızın aynasıdır. Bazısı köylüdür, bazısı şehirli.
Kimisi ekin biçer, kimisi esnaflık yapar. Kimisi çadırda, hanaylarda oturur,
kimisi konaklarda. Göçebelik çağına ait olanlar da vardır, yarı göçebe olanlar
da. ‘Kara çadır’dan, obalardan, yayla göçünden söz eden türküler belli bir
hayat tarzının ürünüdür.” Türkülerin şen diyarında gezdiren rehberimiz, bize
envai çeşit bilgiler veriyor, bu deryanın iksirini sunuyor. Neredeyse bütün
türkü çadırlarını ziyaret ediyor, limanlarına uğruyoruz. Kelimeler ve kavramlar
türkülerimizde ne ölçüde işlenmiş? Doğrusu lirik ve ansiklopedik bir kitapla
baş başayız. Mesela “Gönül” başlığı altında şu satırlara ne dersiniz: “Gönül,
Türklere özgü bir kelime. Yürek desen değil, kalp desen değil. Anlatılamaz ama
herkes ne olduğunu bilir. İşte öyle bir şey. ‘Gönül defterinde sildin mi beni?’
dediğinde muhatabı bunu anlar. Türkü anlatır, yerli yerince anlatır, anlamayan
kalmaz. Bu da türkülerin sırrı olmalı: /Gönül bir tel ibrişim / Dolaşmış
açamadım.” Türkülerimizi seviyorsunuz elbette ama bu kitap, sizi karasevdaya sürükleyecektir.
Gözünüz kesiyorsa okuyun, derim.
MEŞHURLARIN SON ANLARI
Burhan
Bozgeyik usta bir gazeteci yazar. 100’den fazla eserin müellifi. Bu kıymetli
eserlerinden biri Meşhurların Son Anları
adını taşıyor. Konusu adında yazılı. Merak uyandıran isimlerle dolu bir kaynak.
Tarih boyunca âlimlerin, zalimlerin, din ve devlet adamlarının, komutanların,
sanatkârların, şairlerin, yazarların velhâsıl muhtelif makam ve mevkii işgal
etmiş meşhurların sonları… Ve onların ibret alınası ilginç hikâyeleri… Kimi son
demlere gıpta ediyor, kimisinden ise ders çıkarıyor, ibret alıyoruz. Fani dünya
hayatını tamamlayan, sınırlı ömür defterini kapatan ünlülerin hâl-i pür melâli
bir arada… Doğrusu insanı düşündüren yakıcı sahnelerle dolu bir eser. Akıcı ve
sürükleyici bir üslûp. Kitapta yüzlerce isim var. Kültür sanat dünyamızdan ise
şunlar dikkatimi çekti: Mehmed Âkif, Ziya Gökalp, Aziz Nesin, Zeki Müren, Kemal
Sunal, Barış Manço, Ahmet Kaya, Cem Karaca, Müslüm Gürses ve daha niceleri…
MÜSTESNA
DELİLER ALBÜMÜ
Biz
delileri ve velileri bol bir milletiz. Hangi şehrimizde, kasabamızda, köyümüzde
deli yok ki? Arif Anadolu insanı, delilere ‘meczup’ gözüyle, hatta ‘veli’
nazarıyla bakmış, onlara değer vermiştir. Zeki Bulduk, tanıdığı ve hemhâl
olduğu delileri anlatıyor Müstesna Deliler
Albümü’nde. Albümün sayfalarını merak ve heyecanla çeviriyoruz. Arada bir
aşina simalar çıkıyor önümüze. Mesela gördüğüm, dinlediğim ve efsanevi hayatını
merhum Mehmed Niyazi ağabeyden defalarca dinlediğim Hilmi Oflaz. Üstad Necip
Fazıl’ın ‘azat kabul etmez kölesi’. Kendisine ‘köle’ dediğine bakmayın bir dava
ve çile adamı, bir aşk ve ıstırap fedaisiydi. Sadece ekmeğini değil gönlünü de
dostlarına ikram eden bir kutlu insandı. Yazarımız sıra dışı fakat çok anlamlı
bir konuyu kitaplaştırmış. Viranelerde tanıdığı divaneleri anlatırken onların
iç dünyalarında ufak adımlarla geziyor. Merhum Hilmi ağabey için şöyle diyor
mesela: “İlesam’da iftar vakti soframıza getirilen sımsıcak çorbadır Hilmi
Oflaz. Gurbettesin, talebesin, hayata
pamuk ipliğiyle bağlı olacak kadar güvenden azadesin. Ve dünyada Hilmi Oflaz
denli, poyraz fıtrat bir âdemi tanıyorsun; der, yalnızlık, gariplik ne gam!”
Dedim ya başka ‘delilerimiz’ de var sayfalar
arasında ve bize sevimlice tebessüm ediyorlar ama biz Oflaz’da karar kılalım ve
ona dair son satırları okuyalım: “Hilmi Oflaz, erenler bağının kapısındaki
bekçi, dostlar meclisinin divanında saki, aşhanenin mutfağında pişirdiği
yemekten bir lokma yemeyip sofraya gelenleri doyurmak için ömrünü, yüreğini
insanlara sunmuş bir ah-çı idi. Ahın yerde kalmasın divane dervişim, ahın yerde
kalmasın aklı kalbine yenilenlerin dünyasında Melami poyrazım!”
Zeki
Bulduk delilik ve delilere dair şu sözleri de söylüyor ve bizi hayretlere sevk
ediyor: “Dünya insanı delirtecek kadar güzel mi? Bilmiyorum. Bildiğim şu ki
meczuplar ve deliler bana merhamet adlı bir yarayı hatırlatırlar her zaman.
Merhametsiz bir dünyanın vicdan ışıkları olan bu güzel insanlardan; aklı
başında olanlardan fazlasını öğrendiğimi biliyorum. Bu sebeple onlar benim için
müstesna şahsiyetlerdir”
BAŞKA
NELER VAR?
Muhit
Kitap’ta bahsedilecek başka kitaplar yok mu? Var elbette, hem de çok. Lakin yerimiz
doldu. Şimdilik isimlerini ve yazarlarını anacağım şu kitaplara borcum olsa ne
çıkar. İleride onlardan da söz ederim inşallah: Önce Aşk Vardı (Ömür Ceylan), Dünya
Atı (Ayşegül Genç), Sultanı Kul Eder
Aşk – Sultan İkinci Bayezid ve Şiirleri (Mustafa İsen-Tuba Işınsu Durmuş), Cennette Bir Gün (Senai Demirci), Sezai Karakoç’ta Varlığa Bakış (Mehmet
Özger), Savaşta Yavuz Şiirde Selim
(Mehmet Fatih Köksal), Kurmaca Dünya
İçinde (Turan Karataş).