Muhit, Çevre, Çevrim
Kelimeler dünya görüşlerinin nefesidir. Dünya görüşleri ne zaman ağızlarını açsa onların buğusuyla karşılaşır önce insanlar. Dünya görüşlerinin besinidir kelimeler. Buzlarının çözülmesi, katılıklarının giderilmesi, serpilip gelişebilmeleri için yumuşamaya ihtiyaçları var ve bunu kelimeler yapıyor. Kendine ait, kendine özgü kelimeler… Her dünya görüşü, her yaşam tarzı, hatta her inanç kendi kavramlarıyla doğar, oradan yeni kavram üretir, dolaşıma sokar ve kavramlarıyla sürdürür hayatını. Doğan her şey nasıl yaşlanıp ölürse vakti gelince önce donar, sonra kekemeleşir, “dili tutulur”, ardından ölürse dünya görüşleri de öyle. Günü geldiğinde artık ‘yolcu’ olduklarını dermanları tükenen ve yürürlükten sessiz sedasız çekilmeye başlayan kelimelerinden anlarsınız. Onlar çekilirken yeni dünya görüşlerinin, yeni yaşam tarzının kelimeleri sokulmaya başlar hayatın damarlarından içeri. Kimi zaten boşluk oluştuğu, kimi iradi olarak bırakanın yerine oturtulmaya başlayan dünya görüşlerinin çağırmasıyla bu yeniler gelir, sahneye çıkar ve bir ağızdan ötekine, bir iradeden bir başkasına rolünü oynamak için vargücüyle, dizlerinin bağı çözülene kadar dolaşır durur. Hayatın nereden ayrılıp nereye vardığını ve nereye gitmekte olduğunu bize kelimeler söyler.
Hayatımızdan “İnşallah” gidince gerçekleşmesi muhtemel olanın kaderle bağlantısı da kopmuş oldu; “maşallah” gidince temaşa edilen güzelliği var eden iradenin gerisindeki Tanrısal büyüyü de kaybettik. “Allahaısmarladık”, ayrılmakta olanın geride kalanı Tanrı’nın mutlak iradesine terk edişi, hatta emanet bırakışıydı. “Güle güle” bu metafizikten kopuş ama esenlik dileğiyle buluşma, “bay bay” ise tamamen bir parçalanma anlamına geliyor. Allah’a ısmarladıktan bay baya geçiş süreçlerinde dünya görüşleri de değişti ve insanlar arasındaki ilişki bütün metafizik değerini yitirdi.
Sadece bireysel kayıplara değil toplumsal kayıplara da yol açıyor kelimeler. Dilimizde yan yana gelişi, beraber oluşu, bir sohbeti paylaşmayı ifade eden muhit diye bir kelime vardı. Muhit, Yaratıcı’nın sıfatlarından biri olan el-muhti’den türetilmiş bir kelimedir ve ‘kendisiyle tamamlanmayı’ ifade eder. Bu yönüyle insan için sembolik olarak Allah’ın diriliş nefesini, fizyolojik olarak oksijeni, ruhsal olarak da ‘kültürel çevreyi’ ifade eder. Bu sebeptendir ki sanat muhiti, edebiyat muhiti, entelektüel muhitler gibi hep belli ve seçkin çevrelerin sıfatı olarak kullanılırdı. Aynı şekilde ihata da oradan gelir ve güçlendirmek demektir. Mimarlar ihata duvarı yaparlar binanın ‘çevresine’ onu korumak, dış yapıyı güçlendirmek, berkitmek için. Sosyal çevremiz bizim ihata duvarımızdı haliyle ve modernleşme onu aldı, yerine ‘çevre’yi koydu. Çevre metafiziği alınmış muhittir. Bu sebeptendir ki “kulakları geçmişten hoş bir sedaya ayarlanmış” insanlar için çevre hiçbir zaman muhitin yerini tutmadı, tutamaz çünkü modernleşme tasavvurunun göğüne perde çekilmiş tamamen yersel ürünüdür. Sanat çevresi, edebiyat çevresi, sosyal çevre, dünyanın çevresi, insanın çevresi… Muhit çevreye dönüşünce ona özgü sayısız çağrışım alanı gerisindeki kelimelerle uçup gitti. Ve elbette bağlamında taşıdığı psikolojiler, iç dünyalar, içgüdüler, eylem alanlarıyla birlikte… Çevre modern dünya görüşü tarafından çok yakın zamana değin maddi ve manevi, görünür ve görünmez bir mütemmim olarak değil de aynı düzeyden bakılan, eş uzamlı bir çağrışım alanıyla kullanıldı. Elbette bütün metafizik öğelerinden ve özlerinden soyutlanarak… Yine aynı kökenden gelen “muhatap” bile ‘ihata edici kişi’ anlamında dikkate alınarak öteki, hesaba katılır arkadaş, aynı seviyede bulunmayı hak etmiş kişi biçiminde kullanılırken “karşıt” karşıda yer alan, aynı hizadan bakan ve sadece tepkimede bulunan mekanik öteki kişiye dönüşmüştür. Dijitalite bu kelimeyi ‘tamamlayıcı yumuşak öğeden’, ‘kabalığı örtücü’ ve ‘eksiği giderici yüzey yapı’ anlamından tamamen uzaklaştırıp ‘çevrim’ adıyla sanal dünyanın nesnesine dönüştürmüştür. Böylece insan artık muhitini yitirmiş, çevresinden uzaklaşmış, hatta belki fiziksel hayattan büsbütün kopmuş tekil bir kurgu olarak sanal dünyanın ‘parçasına’ dönüşmüştür. Çünkü sanal dünya için çevrimiçi olmak kelimenin gerçek anlamıyla iyi hissettirirken çevrimin dışında kalmak varoluş bakımından muhitin dışına atılmak, çevrenin sınırlarının ötesinde bırakılmak, aforoz edilmek anlamına gelmektedir. Dedik ya tarihin akışını önce kelimelerin sesi haber verir. Ne zaman o uğultuya kulak verseniz suyun şiddetini de nereye aktığını da rahatlıkla görebilirsiniz. Kelimeler istikbalin ayak sesleridir.
Dünyaya ve insana virüs bulaştı. Modernleşmeyi bir virüsün yıkacağı kimin aklına gelirdi? Oldu işte. Kendini her şeyin sahibi, her şeye hakim, muhkim ve muhkem bir yapı olarak gören moderniteyi mimarının küstah kibir tebessümünü ağzına tıkayan Titanik faciasının müsebbibi ‘buz tabakası’ gibi bir virüs de birkaç yüzyıldır soluksuz bir hızla akan modernleşmeyi alabora etti. Şimdi artık sadece yaşam tarzlarımız, hayata bakışlarımız, kültürlerimiz değil kelimelerimiz de değişmeye başladı ve kelimeler değişmeye başladığı andan itibaren kaderler de değişecek demektir. Pandemi, salgın, sosyal mesafe, maske, izolasyon, karantina… Bütün bu kavramlar, yürürlüğe giren bu yeni sürüm kelimeler ‘virüs’ün hediyeleri. Belki hatta biraz daha zorlanırsa dijital virüslerin metinlerimizi yemesi, yok etmesinin ekrandan fırlayıp nefesimizden içeri giren sözcüleridir onlar. Şimdi, meşrulaşmak ve dünyayı dönüştürmek için öncelikle kelimelerini dayatıyorlar. Muhitle başlayan yolculuk çevreyle devam etti, çevre çevrime dönüştü ve şimdi de virüsün boynunu kırdığı çevreden geriye kovitin getirdiği tek kişilik karantinalar kaldı. Muhitte insan ile öteki insanlar, mekanlar, değerler, velhasıl onun dışındaki görünür görünmez her şey arasında mistik bir bağ vardı. İnsan kendini büyük ve canlı bir organizasyonun paydaşlarından biri olarak düşünüyordu. Ötekinin gözüne bakar bakmaz gördüğü biraz da kendiydi çünkü. Her insan, içinde öteki insanın ve insanların da duyarlılıklarını taşıyordu. Çevre onu fiziksel, mekanik bir konuma çekti. İnsanlar bireyleşti, tek başına hayatlar; yukarıdan, aşağıdan ve yandan desteklenmeyen tek kişilik iç dünyalar çıktı sahneye. Ve şimdi, salgın onu da elinden alıyor insanın. Tek başına değil ‘maskeli tek başına’, tek başına değil ‘mesafeli tek başına’ tek başına değil ‘selamsız tek başına’ tek başına değil muhitsiz tek başına, tek başına değil hatta ‘çevresiz tek başına’ ve ama ‘çevrimsiz tek başına değil’ ‘çevrimli, çevrimiçili tek başına’…
Bir zamanlar değerleri konuşuyorduk. Aşkı, sohbeti, kazayı, kaderi, selamı, kelamı… Çünkü hayatımız onlardı, onlardan ibaretti. Sonra sevgiyi konuşmaya başladık, cümleyi, tesadüfü, merhabayı… Bu da güzeldi aslında eskinin hayatımızın motifi kabilinden hala cümlelerimizin arasında dolaştığı bir derinlikle iç içeydik. Ve şimdi virüsü konuşuyoruz, maskeyi, karantinayı… Dünyayı kelimeler değiştirmiyor mu, dünyayı değiştirmeye kelimelerden başlanmıyor mu, dünya değişirken kelimeler kullanılmıyor mu, dünya şimdiden değişmiş görünmüyor mu size?