Muhatap
Toprağını seven fidanın boy vermesi… Yerini beğenmeyince açmayan çiçeğin karamsarlığı… Hayat için iki taraflı uyum. Güneşin çağması, toprağın bağrına düşmesi ile başlar muhataplık. Bir kalbin bir kalbi düşlemesi, suyun toprağa kavuşması, bir gözün bir göze odaklanması, bir elin bir ele uzanması, aynı anda aynı hislerin neşet etmesi, hepsi muhatabını bulmakla olur.
“Güzelliğin
on par’etmez/Bu bendeki aşk olmasa/Eğlenecek yer bulaman/Gönlümdeki köşk
olmasa” diyen Âşık
Veysel’in derdi de muhataplık değil miydi? Seven olmasa sevilen yalnız kalmaz
mıydı? Görülen kadar gören, bilinen kadar bilen, duyulan kadar duyan, sevilen
kadar seven… Failini çekip çıkardığımızda fiil kalır mı, yargı tamamlanır mı?
Muhatap alan olmasa muhatap alınanı kim bilir? Sevildikçe güzelleşen maşuk,
âşığının yüce duygusunu inkâr edebilir mi? Yok saymak, görmemek, duymamak
kalbin taşlaşmış hâli değil midir? Taş; cansız, hissiz, sert ve katı
madde. Gerçi taşın da bir kimyası var.
Taş da muhatabını bulunca sanat eserine dönüşüyor. Peki, insan muhatabını
bulunca neler olur, bulamayınca neler olur? Muhataplık durumunda iksirli bir
kelime var: sevgi. Gelin tüm muhataplarımızla sevgi bağını örelim.
Ümit Yaşar şiirleri çok duygusal
olsa da vazgeçemediğim üsluptadır. Çokça okuyup kendime seslendiğim
olmuştur. “Ben senin en çok bana yansımanı sevdim/Bende yeniden var olmanı,
benimle bütünleşmeni” diyordu Ümit Yaşar. Muhataplığın en güzel tanımı bu
dizelerde değil mi sizce de? Sevdiğinizin yani muhatabınızın sizde yeniden var
olması ve sizinle bütünleşmesi. Kim
istemez böyle bir muhataplığı, kimin ihtiyacı yoktur böyle bir sevgiye?
Çoğumuzun bulduğu aradığı değildir.
Aradığımızda ise gerçek muhatabımızı bulamadık. Belki bu yüzden bir yanımız hep
yarım, içimizde daima bir beklenen ve cennette kavuşma arzusu var. İstasyonlarda, banklarda,
duraklarda, terminallerde, yollarda, romanlarda, şiirlerde, masallarda, uzaklarda,
çok uzak zamanlarda beklenen o muhatap, o kalp…
Dünya bu, ütülüyoruz bile bile.
Razıyız. Suskunuz. Dertliyiz ama içimize atıp sükût denizine dalıyoruz. Sonra
şair çıkıyor ve bizi anlatıyor: “Ben
senin en çok gülüşünü sevdim/Sevindiren, içimde umut çiçekleri
açtıran/Unutturur bana birden acıları, güçlükleri/Dünyam aydınlanır sen
güldüğün zaman” Muhatabınızın
gülüşü, içinizde umut çiçekleri açtırır ve acılarınızı unuttur, dünyanız
aydınlanır. Bir sabah kalktığınızda, aynada daha güzelleşen bir yüz, umutla
atan bir kalp, mütebessim bir sima bulursunuz. Bu ben miyim, dersiniz. Evet,
sizsiniz o güzelleşen ve iç aydınlığını yaşayan. Peki, bütün bunlar nasıl oldu,
oluyor? Muhatabınızın tesiri var mıdır? Çiçeklerin
sevildikçe daha iyi açtığını, renklerinin daha güzel olduğunu, kokularını daha
iyi saçtığını duymuştum. Duymuştum ama bir çiçeği muhatap alıp da konuşmuş
muydum, konuşabilmiş miydim? Bir çiçeği muhatap almak… Çiçeğin seni muhatap
alması… Tüm bunları öğrendiğinizde bir
çiçekle konuşmak istersiniz ama bulabilir misiniz o çiçeği? Nerede açmıştır,
nerede yetişmiştir, hangi zamandadır?
Masal gibi gelir insana. Öyledir de inanılması zor, olağanüstü
olaylardır bunlar ancak masallarda olur. Bir masalın içine girmek de mümkün
olamayacağına göre kendi masalınızı yazmak istersiniz. Budur aşk! Hepsi
niçindir? Elbette muhatabınızı bulmak ve muhatap olmak içindir. Kalpleri tartan
bir terazi olsa da bilsek muhataplığımızı.
Ama ne mümkün! Bulunca ne mi olur? Sır kapıları açılır, hayatın
hikmetini daha iyi idrak ederiz. Çünkü insan, yaratılmışlar içinde muhatap
alınan en değerli varlıktır.
Muhatap ancak muhabbetle anlamını
bulur. Muhatabını bulmak, muhatap alınmak her iki durumda da muhabbet gerek.
Böylece yekvücut olursunuz. Muhatabını bulma yolculuğudur hayat. Bulduğunuzda ağrınız,
acınız, sevinciniz, hüznünüz, mutluluğunuz birdir. Güneş, ayçiçeğini muhatap aldığında tarlalarda
binlerce mesrur yüz karşılar sizi. Şimdi
sevdiğinize, muhatabınıza güneş olma vakti…