MUHALEFETİN SEÇİM ALGISI
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçları hiç kimse için sürpriz olmadı. Erdoğan, çok kolay bir şekilde seçimin galibi çıktı. Seçimlerin ardından katılıma ve bunun sonuç üzerinde meydana getirmesi muhtemel etkilerine dair tartışma ve spekülasyonların da çok fazla anlamlı olmadığını belirtmeliyiz. Çünkü bu oranların üç aşağı beş yukarı aynı olacağını kestirmek güç değil. Özellikle muhalefetin kaybetmesinin sebebini katılım azlığına bağlaması, yenilgiye kılıf bulmanın ötesinde bir anlama sahip değil.
Heyecansız, neredeyse sonuçları önceden kestirilmiş böyle bir seçim üzerine daha ne konuşulabilir diye sorulabilir. Aslında hakikaten bu seçimin yol açtığı bir takım sonuçlar üzerinde durmak lazımdır. Mesela; Bundan sonra Erdoğan'ın siyaset üzerindeki etkisi ve konumu, Anayasa değişikliği, Demirtaş'ın birlikte yaşama üzerine tekrarladığı söylemlerinin sürekliliği, Muhalefet partilerinin içinde bulunduğu durum vb. hepsi ayrı bir yazının konusu.
Benim seçimlerde fazlaca dikkatimi çeken noktalardan birisi Erdoğan'ın kendi başına siyasi bir figür olarak seçimleri göğüslemesi ve yeterli düzeyde oy alması ise, bir diğeri de bunun karşısında muhalefetin içinde bulunduğu acınacak durumdur. Şimdi bunları biraz açalım. Özellikle son iki seçimdir Erdoğan, neredeyse seçim meydanlarında mücadelesini kendisi vermektedir. Gezi olaylarından sonra, Parti içinde bir bekleme, bir teyakkuz durumu hakimmiş gibi görünmektedir. Zira Gezi olaylarından sonra dağılan iyimserlik havası, "Erdoğan'a ne olacak" ve "Erdoğan ne yapacak" soruları etrafında yoğunlaştı. Açıkçası AK Parti'de şu anda yegane yapıştırıcı ve biraraya getirici ögenin Erdoğan olduğunu söylemek abartı olmasa gerektir.
Özellikle Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı makamına geçmesinin ardından, AK Parti'nin nasıl bir seyir izleyeceğini görmek ilginç olacaktır. Çünkü Erdoğan'sız bir AK Parti'nin bölünme ve dağılma riskinin çok yüksek olduğunu görmek lazımdır. Öte yandan AK Parti'nin ekonomik ve işlevsel bir ömrünün bulunduğunu, asabiyetinin kuvvetli bir lider figürü olan Erdoğan'dan sonra daha da zayıflayacağını hesaba katmak gerekiyor. Her ne kadar Erdoğan, klasik bir Cumhurbaşkanı olmayacağının sinyallerini verse de, pratik siyasette mevcut sistemde Erdoğan'ın siyasete müdahalesinin ve etkisinin bir başbakan gibi olması da mümkün görünmemektedir. Bu, hem Parti'nin yeni lideri, ekibi ve kendi içinde fırkalaşması; hem de muhalefetin Erdoğan'ın dışarıdan müdahalesine itirazları ile daha da görünürlük kazanabilecektir.
AK Parti'nin neredeyse Tayyip Erdoğan etrafında anlam kazandığını belirtmiştik. Seçim sonuçlarına baktığımız zaman, Erdoğan'ın ne kadar oya ihtiyacı varsa bunu rahatlıkla aldığını görmekteyiz ilginç bir biçimde. Mesela, 30 Mart seçimlerinde Erdoğan'ın %40'ın altına düşmemesi gerekmekteydi. % 45 aldı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise, % 50'yi aşarak birinci turda seçildi. Bu durum, Erdoğan'ın halkla olan kuvve ve bağlarının analiz edilmesini daha da önemli hale getiriyor. Öyle veya böyle, Erdoğan'ın toplumu iyi okuyabildiği gibi bir sonucu karşımıza çıkarıyor. Nihayetinde halkın yönelimlerinin ve taleplerinin iyi ve kötü olmasından bahsedebilirsiniz, ancak Erdoğan halkı yönetmeyi iyi becerdiğini görmek, bir hakkı teslimdir.
İşte tam da bu noktada muhalefetin durumunu konuşmak gerekiyor. Ben muhalefeti birkaç boyutlu olarak düşünüyorum. Birincisi, Gazete yazarları ve entelektüellerin muhalefeti. İkincisi de, siyasi partilerin muhalefeti. Birincisinden başlarsak, gazete yazarları seçimlerin ardından sürekli halkı ve onun tercihlerini suçlayıcı ifadelerle meseleyi değerlendiriyorlar; ancak her seçim sonrası bunu yapıyorlar. Gazete yazarları ve entelektüeller, AK Parti'nin gittikçe artan oyu, siyasetin merkezine yerleşmesini halkın bilinçsizliği, yanlış seçim gibi anahtar kavramlar üzerinden değerlendiriyorlar.
Muhalefet Partilerinin de bundan kalır yerleri yok. Onlar da yenilgilerinin acısını sürekli başka yerlerden çıkarmaya çalışıyorlar. Mesela; Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından Devlet Bahçeli'nin konuşmaları tam da bu içerikleri taşıyor. Kılıçdaroğlu'nun ise, herkesin duyabileceği ve tezi olan bir söz söylediğini duyan varsa beri gelsin. Zaten Parti içinde muhalefet, bir CHP klasiği olarak tekrar harekete geçti.
Tüm bu muhalefetlerin anlaması gereken bir şey var: Seçim kaybettikçe, "ben niye kaybediyorum, AK parti niye kazanıyor?" sorusunu sormak lazımdır. Tüm eleştirilere rağmen, AK Parti hala Türkiye'nin aktif ve bir şey söyleyebilen bir parti görüntüsü vermektedir. Muhalefetlerin ise hiçbir önerisi yoktur. Aslında muhalefetin Türkiye'ye dair söyleyeceği ve eleştirceği o kadar çok şey var ki. Ama birinci sorun; halkın muhalefete güven(sizliğ)i, ikincisi de, muhalefetin somut önerilerinin olmaması ve toplumu doğru okuyamaması.
Demek ki neymiş; seçim kaybettikçe suçu karşında değil, kendinde arayacaksın. Çünkü özne olma tavrı budur.
MÜZAKE
Prof. Dr. Mustafa TEKİN