Muhalefet ve iktidar kıskacında yeni anayasa
Bir tarafta Atatürk milliyetçisi, ilerici, laik, batı modernleşmesini esas alan seküler bir düşünce geleneği, diğer tarafta İslami değerleri esas alan, muhafazakâr, dindar bir düşünce geleneği…
Bilindiği gibi son elli yıldır bu iki düşünce geleneği arasında çetin bir kavga yaşanmaktadır. Son yirmi yıldır AK Parti hükümetleri döneminde de bu kavga durulmadı.
Zira her iki tarafın kendine münhasır bir yaşam tarzı mevcut. Ayrı dünyaların insanları anlayacağınız.
CHP düşünce geleneği yıllardır dindar Anadolu insanını küçümseyerek kendi modernleşmesini onlara dayatmak suretiyle ülkenin daha çağdaş daha medeni daha modern bir ülke olabileceğini iddia etti.
Muhafazakâr dindar düşünce geleneğine sahip AK Parti ise, bürokratik, vesayetçi, tekçi ve dayatmacı zihnin ülkeyi daha da geri götüreceğini iddia ederek, batı taklitçisi bir modernleşme yerine kendi kendine yeten bir ülke modelini savundu.
Bu evrede doğan her çocuk bu iki farklı düşüncenin çatışmasını izleyerek büyümüştür.
AK Parti kurulduğu günden itibaren iktidar olan bir parti, CHP ise ana muhalefette kalan bir parti konumunda. Hikâyeyi biliyorsunuz. Detaylara girmeyeceğim.
İlginçtir son yıllarda bu iki düşünce geleneği arasındaki ayrım gittikçe azaldı ve tuhaf girişkenlikler göze çarptı. En azından benim gözlemim bu yönde.
Anlatayım.
AK Parti malumunuz özellikle orta sınıfın ve yoksul kitlelerin desteğiyle iktidarda kalan bir parti CHP ise sahip olduğu ideolojinin aksine zengin partisi olarak algılanan bir parti.
AK Parti’nin son yerel seçimlerde aldığı yenilginin sebeplerinden biri olarak halktan uzaklaşması olarak yorumlandı ki ben de bu kanaatteyim.
Yıllardır desteğini aldığı kitleye mesafe koyarak kendini, çevresini zenginleştiren bir parti olarak algılanmaya başlandı.
Düşünce olarak da kendilerini hakiki Atatürkçü olarak gösterme gayreti içerisine girdiler.
Örneğin Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin bundan on yıl önce Kemalizm’i eleştirip, andımızın kaldırılmasını yönelik fikirler beyan ederken bugün “Atatürk ve Cumhuriyet dahil bizi biz yapan bütün “Milli” değerlerimize sahip çıkmayı ve bunu gelecek nesillere aktarmayı bir görev olarak kabul ediyoruz” diyor.
Açıkçası bu değişimi çok görmüyorum.
Diğer taraftan iki partinin seçim beyannamelerinde ortak vaatler de vardı. Örneğin aynı cümlelerle “2053 net sıfır emisyon hedefiyle yeşil dönüşüm sürecini başarmış dijital bir Türkiye inşa edeceğiz” diyorlar.
Lafı nereye getireceğimi tahmin ettiniz mi bilmiyorum ama yılan hikâyesine dönen yeni anayasanın şöyle bir zamanda tekrar gündeme gelmesinin nedenini izah etmeye gayret edeceğim.
Bundan on yıl önceki yazılarımı kontrol ettiğimde büyük bir heyecanla ne çok anayasa yazısı yazdığımı gördüm.
İnsan oluşumuz dikkate alınmadan bizlere zoraki dayatılan ideolojilerin, sloganların ve inançların yerine; ahlak, hukuk ve özgürlükçü değerlerin yerleşmesini ve yeşermesini arzuluyoruz diyerek yeni, sivil bir anayasanın ne denli gerekli olduğunu vurgulamışız.
İnanın yine aynı fikirdeyim.
Çünkü bana göre insanı atlayan, öteleyen, dışlayan ve harcayan hiçbir ideoloji ahlaki değildir. Tam da bu yüzden ülkede herkesin hakkını, hukukunu gözeten yeni bir anayasayı çok istiyorum.
Yalnız yeni anayasa, parlamenter sisteme dönmeyi, iklim değişikliğine karşı önlemleri yani iklim kanununu yani WEF’in hedeflerini içerekse bu anayasa buraya ait bir anayasa olmayacaktır.
Endişem tam olarak budur. Zira günün sonunda bu konuda anlaşabildikleri bir zeminden bahsediyoruz.