Dolar (USD)
32.51
Euro (EUR)
34.63
Gram Altın
2497.49
BIST 100
9693.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

10 Nisan 2014

Muhalefet, Muhalefete Bırakılmayacak Kadar Önemlidir

Sancılı seçim maratonunun ardından yükselen tansiyonun düşmesini beklerken tüm politik aktörler hiç seçim olmamış gibi önceki söylemlerini muhafaza ederek siyaset sahnesinde arz-ı endam etmektedirler. Seçimler, basitçe yerel ya da genel iktidarın halk tarafından kime verileceğini belirlemek için yapılmaktadır. Eş zamanlı olarak seçimlerin, iktidar talebindeki söylemler için meşruiyet sınaması anlamına geldiği kabul edildiğinde, tüm kesimlerin seçimden önceki ve sonraki söylemlerini aynı kararlılıkla devam ettirmeleri ancak Türkiye'de ki sistemin yapısal sıkıntıları ile açıklanabilir.

Yapılan seçimlerin yerel seçimler olduğunu ileri sürerek 30 Mart'ın hiçbir şekilde siyasi partilerin test edilmesi anlamında bir işlev göremeyeceği dile getiriliyorsa bunun teorik açıdan bir anlamı olabilir. Ancak, seçimlerin 17 Aralık'ta başlayan süreç üzerinden şekillendiği ve mitinglerde siyasi partilerin yerel projeler ve projeksiyonlar geliştirme yerine doğrudan doğruya makro politik söylemler kullanarak siyaset yaptıkları dikkate alındığında teorik savın pratik bir karşılığının olmadığı görülecektir. Söylemini genel siyaset ekseninde kuran aktörlerin, seçim sonuçlarını bir geçerlilik testi şeklinde değerlendirmek yerine kendi bildiklerinde devam etmeleri siyasetin olağan akışının dışında sıkıntılı bir durumdur. Zira söylem aynı şekilde savunulacaksa seçimlere gitmenin ya da halka başvurmanın anlamı kalmamaktadır. Bu açıdan siyaset ancak çoğulculuğa izin veren bir vasat üzerinde ve halktan alınan geri dönütlerle şekillendiğinde anlam ifade edebilir. Aksi durum, kaçınılmaz bir şekilde siyasetin anlamsızlaşması ve seçimlerin gereksizleşmesi olacaktır.

Vesayetçi Siyasetin Semptomları

Söylenecek sözün, yapılacak eylemin belli olduğu yani politik bir farklılaşmanın yaşanmadığı noktada yapılacak seçimin ancak "iş listesini" hangi aktörün hayata geçireceğini belirlemek gibi bir anlamı olabilir. Bu da siyasetin "hakikat rejimine" bağlanması ve kaba bir tahakküm pratiğinin aparatına indirgenmesidir. Müzakerenin, temasın, elbette belirlenmiş ölçülerde çatışmanın ve ucu açık ikna süreci koşullarında mümkün olabilecek siyaset, monolitik bir kurgunun tekniğine indirgendiğinde defacto olarak askıya alınmış demektir. Örneğin bir takım güç şebekelerinin manipülasyonları ile yönetimine el koyulan ve bugünlerde 529 kişiye verilen idam cezası ile gündemimize tekrar giren Mısır'da ki cari siyaset, bunun tipik örneğidir. Bu, siyasetin doğrudan katledilmesi girişimidir. Bir de, siyasetin şekil şartlarının karşılandığı ama bir takım semptomlar üzerinden içeriğinin boşaltıldığını fark ettiğimiz durumlar var. Doğal akışın anormalleştiği bu ikinci durum, birincisine oranla görece daha iyi ve bilinen anlamı ile vesayet altına alınmış siyasettir. CHP'nin ve diğer muhalefet partilerinin kendilerini özeleştiriye tabi tutmayan yaklaşımları, Türkiye'nin siyasi tarihinin dominant karakteri de olan bu vesayetçi siyasetin sofistike bir dışavurumudur.

Kutuplaşma-gerginlik-anormallikgibi şatafatlı bir retorik eşliğinde dile gelen söylem, çoğunlukla çatırdayan müesses nizamı dolayısıyla vesayeti güçlendirme söylemidir. Ülke siyasetinin hem formel hem de içerik olarak işlevsel bir siyaset üzerinden yürüdüğü temel önermesine dayanan bu yaklaşım, gerçekdışı olduğu gibi aynı zamanda manipülatif ve vesayetçi siyaseti el çabukluğuyla aklayan niteliktedir. Çünkü apriori olarak kullanılan öncül, gerçekliği yansıtmadığı gibi tüm denklemi tersyüz eden bir etkiyi de beraberinde getirmektedir. Dile gelen anormallik, siyasetin kutuplaşması söylemi dikkat edildiğinde siyasi tarihimizin tanımlayıcı özelliklerinden birisidir. Yani Türkiye'de temel mesele, normal seyrinde işleyen ve toplumu taşıma esnekliği gösteren siyasetin bir takım arızi durumlar neticesinde kontrolünü yitirmesi değil tersine anormallikle ve kutuplaştıran bir karakterde formüle edilmesidir. Dolayısıyla tarihsel olarak Türkiye'de siyasal mücadele ya da demokratikleşme mücadelesi siyasetin alanının genişlemesi, normalleşmesi ve doğası icabı çoğullaşması mücadelesidir.

İstilacı "Makarna Yiyenler"

İşleyen bir mekanizmanın kontrol dışına çıkması değil tersine arızi olanın 'norm'a dönüşmesi nedeni ile 'normalleşme'nin anormallik olarak algılandığı trajikomik bir durum ortaya çıkmaktadır. Anormallik ikliminde neşv-ü nema bulan imtiyazlı kesimler, sistemin normalleşmesine dönük her girişimi haklarının budanması şeklinde okumaktadırlar. Uzun süre devam eden imtiyazların hak olarak algılanması nasıl çarpık bir haleti ruhiyeyi ima ediyorsa, siyasal alandaki anormallik-kutuplaşma söylemi de vesayetçi siyaset özlemini açığa çıkartmaktadır. Siyasetin teknik bir düzleme ve belirli bir ideolojik anlayışın doğruluğu ile ilişkilendirilmesi, siyasal alanın doğal bileşenleri olması gereken unsurları tasfiye ettiği gibi aynı zamanda onları politik merkezin "kurucu dış"ı olarak lanetli bir alana yerleştirilmektedir. Kah "karda yürüyen kart kurt"lar kah "plajlara hücum eden halk" kah "göbeğini kaşıyan kıllılar" kah "makarna yiyenler" olarak merkezi kuşatmaya alan ve surlarda açtıkları gediklerden sızıp merkeze yerleşmeye çalışanlar, resmi muhalefetin elitist söyleminde itilip kakılmaktan kurtulamazlar. Son seçim sonuçlarında da "ahlaki yetersizlikleri", "demokratik gelişmemişlikleri" ile muhalefetin siyasetsiz siyasetini aklama gerekçesi oldular.

MHP ve BDP hem siyasal söylemleri hem de potansiyelleri itibari ile kendi durumlarını absorbe edecek makul bir zemine sahipler. Ancak CHP için durum, hem devraldığı tarihsel miras hem de büründüğü psikoloji itibariyle pek yakıcıdır. Bir taraftan yürürlükteki oyunu yeniden tersyüz edecek imkanlardan yoksun diğer taraftan oyunun kurallarını içselleştirerek toplumun çoğulcu yapısı ile anlamlı bir teması gerçekleştirmekte kısır. Tatsız çelişkiler ve agresif bir umutsuzluk yumağında salınan CHP, bu açıdan Türkiye'nin temel sorununa dönüştüğü gibi muhalefeti, muhalefet partilerine bırakılmayacak kadar önemli bir iş haline getirmektedir.

Abdulbaki DEGER

[email protected]