Muhabbet
Meyvesini olgunlaştıran ağaç, kokusunu yayan çiçek, buluştuğu toprağı yeşerten su, yağmurunu bırakan bulut, saksıdaki çiçeğe uzanan el, bir annenin mutfaktaki hazırlığı, gelinliğini giyip yetiştiği evden çıkan kızın içindeki umut, gurbetten sılaya döneni bekleyen kalbin titreyişi, tomurcukta sabırla bekleyen güzellik, bir annenin karnındaki bebeğinin ilk hareketini duyduğundaki sevinç ve bebeğin doğumundaki ilk karşılaşma… Hayat, can, doğum ve umut… Varlığın en küçüğünü de en büyüğünü de var eden simya: muhabbet.
Önce muhabbet vardı. Önce aşkla nazar vardı. Önce en güzeli, en mükemmeli var etme aşkı vardı. Muhabbet beslenen en müstesna eseri var etme isteği ve kudreti harekete geçti. Muhabbet yüklü milyarlarca parçacık birbirini bulmak ve bütünü oluşturmak gayesiyle yola çıktı. Her birinin kalbinde muhabbet vardı. Parçacıklar bir araya geldi. Katreler buluştu. Muhabbet bir deniz oldu. En güzelin sureti ortaya çıktı. Kalbi, ruhu, canı ve sureti müteşekkil bir güzele ses verildi. Önce ağlasa da sonra gülmeyi de öğrendi. Tüm bunlara sebep: muhabbet.
“Benim derd-i derûnum âşık-ı zâr olmayan bilmez / Muhabbet bir belâdır kim giriftâr olmayan bilmez” diyordu Halîmî. Şair, burada muhabbeti “belâ” olarak görür ancak belanın sadece “keder, sıkıntı” anlamı yoktur. Belâ; deneme ve imtihan anlamlarına da gelir. Peki, nedir bu imtihan ve neyi denemekteyiz? Kim, kimler anlar bu muhabbeti? “Âşık-ı zâr” olmayan bilmez, diyor şair. Demek ki dert ile inleyen, sızlayan ve ağlayan bir âşık gerek bu meclise ve sohbete. Evvela muhabbet gerek. Nedir muhabbet? Muhabbet Arapçadır ve (mahabbet) kelimesinin hub (hubb) kökünden isim olduğu belirtilmekte, hub ise “buğzun zıddı” olarak tanımlanmaktadır. Bu kelimelerden başka “meveddet ve vüd” (vüdd) yaygın biçimde “sevgi” anlamında kullanılmaktadır. Coşkulu sevmektir. Neyi, neyden ayırarak daha çok sevmek gerektiğini herkes bilebilir mi? İşte bu sebeple muhabbetin çokça tanımı yapılmıştır ve muhabbetin de dereceleri vardır. “Sevgi benim dinim ve imanımdır.” diyen büyük âlimin ne dediğini bilmek kolay mı? Muhabbetin çokça tanımı, derecesi olsa da aslında nazarımızı muhabbet ehline çevirmek daha değerli değil midir? Muhabbet ehlini nasıl biliriz, nerededir bu yüce gönüllüler?
Her kalbin bir kalpte yaşadığını, her kalbin bir kalple can bulduğunu bilmek gerekmez mi? Bezm-i eleste gitmek ister gönül ama olan olmuştur. Muhabbetten mahrum nice gönlün düştüğü bir mahzen değil midir şu dünya? Şeyh Galip, “O zamân ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm/Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düştü” demişti ama biz anlayamamıştık. Demek ki bizim payımıza sevgi payı olarak parça parça olmuş bir gönül düşmüş. Dünya, parça parça olan bu gönlü bir araya getirme, yaralara merhem olma yeri midir? Zor, çok zor… Muhabbeti bir belâ olarak gören şairin de gönlü parça parça idi. Muhabbet “imtihan” oluyor böyle parçalanmış gönüllere. Belki de bir yitik, bir gizli hazine, bir sırdır muhabbet. Muhabbete kavuşmak ve onunla coşmak, kendinden geçme hâlini yaşamak, maddeden manaya açılan perdeyi aralamak… Hakikati görmek ve susmak gerektiğine inanmak. Derde dermandır nice dert. Dertle yola düşmek.
Kalpten doğar muhabbet ırmağı. Çünkü tecelligâhtır kalp. Sonra buluşacağı kalbi arar. Bazen bulunur o kalp, bazen de bulunamaz, akar akar ama varacağı yeri bulamaz muhabbet ırmağı. Şeyh Galip’in dediği gibi parça parça olmuştur gönüller. Nereye varacağını, nerede duracağını bilemez. Kimimiz böyleyizdir ve o belâ ile geçer ömrümüz? Ve muhabbetin “imtihan” anlamı tecelli eder gönlümüzde. İmtihandayız. Sürekli imtihan. Muhabbet imtihanı. Düşüncem oldun, dersiniz sevdiğinize ve imtihanda onu ararsınız, sırları çözmeye çalışırsınız, kedere razı olmaya, parça parça olmuş gönlünüze merhem ararsınız. Olmaz, olamaz! Bir cennet hayali huzur verir de sakinleşirsiniz. İşte tüm muhabbet ehlinin cezbesini susturan umut budur. Muhabbetle acılar tatlı, dertler deva ve zindan gülistan olur. Şimdi o gülistanı düşleme vakti…