Mücadelenin ete kemiğe bürünmüş hali: KADIN!
8 Mart 1857 'de New York'ta, bir grup tekstil işçisinin düşük ücretlere ve ağır çalışma şartlarına başkaldırmasıyla başlayan protestolar sırasında, bir fabrikada çıkan yangında 129 kadın işçi hayatını kaybetti. Cenaze törenine 10 bini aşkın işçi katıldı. "Dünya Kadınlar Günü" bu elim olayla doğmuş oldu.
1889'da Paris'te "Uluslararası İşçiler Kongresi
toplandı." Clara Zetkin'in çalışmaları ve önerisi ile her yıl bir günün,
"Uluslararası Kadınlar Günü " olarak kutlanmasını önerdi. Öneri oy
birliği ile kabul edildi. 19 Mart 1911'de.
Almanya, Avusturya, Danimarka ve İsviçre'de bir milyondan
fazla kadının katılımıyla ilk "Uluslararası Kadın Günü" kutlamaları
yapıldı.
1877'de Birleşmiş Milletler, 8 Mart'ı Dünya Kadınlar Günü
ilan etti.
O günlerden bu güne hala kutlanıyor oluşu bile, aslında
geldiğimiz noktayı, daha doğrusu ilerleyemediğimiz gelemediğimiz noktayı
kanıtlar niteliktedir. Aslında bu bir trajedidir. Eşit haklar ile doğan
kadınların, buna erişmesi için yüzyıllar boyunca mücadele etmesi...
Bu mücadelenin hâlihazırda devam etmesi...
İki asır geçmesine rağmen, kadının kendini 'var etme'
çabasının devam etmesi...
Aslında en doğal hakları için dünyanın her yerinde ne
mücadeleler vermedi ki kadın. Ve bu mücadeleyi hayatının her alanında vermek
zorundaydı; İş, siyaset, sosyal hayat...
Ve her mücadeleden de üstün bir zaferle çıkıyordu. Şu örnek
buna güzel bir kanıt niteliğinde:
1867'de İngiltere'de kadına 'oy hakki' isteyen bir kadın
hareketi başladı. Buna sufregette adı verildi. Sufregetteler, bu anlamda
mücadele için cesur adımlar attılar. Mitingler düzenlediler. Açlık grevi
yaptılar. Mahkemelerde hakkını aradılar. En nihayetinde mücadele sonucunda
kadınlara oy verme hakkını elde ettiler. Siyasal özgürlüklerini kazandılar.
Daha önce de değindiğim gibi, dünyanın her yerinde kadın,
aslında doğuştan var olan haklarının gasp edilmesine boyun eğmemiş, tabiri
caizse söke söke almıştır. Her fırsatta Avrupa'yı örnek gösterenlere yukardaki
açıklamalar ispat olsun, şahitlik etsin orda da hayat altın tepsi ile sunulmamış
kadınlara. En ağır acılar çekilmiş, mücadeleler verilmiş, bedeller ödenmiştir.
Söz konusu 'kadın' olunca şu gerçeği hatırlatmadan
geçemeyeceğim. Hiçbir din ve medeniyette olmayan haklar, İslamiyet ile verildi. Kadına bütün haklarını teslim
eden, onu 'analık' vasfı ile yücelten yine İslam dinidir. Öyle ya; hangi dinde,
cennet anaların ayakları altına serilmiştir.
Kur'an ise kadın ve erkek arasında cinsiyet ayrımı yapmadan
hitap eder. Kadını, erkeği eşit görmekte bundan iyi işaret, kanıt var mı?
Cinsiyeti sormaz, insanlık odaklı bir dil kullanır.
Karşılıklı hak ve sorumlulukları hatırlatır. Her iki tarafın da birbiri
üzerindeki haklara atıf yapar. Nisa suresi ile anar. Nisa suresinin kök anlamı
insandır. Yani kadın insanlığın ta kendisidir. Bundan yüce bir değer hiçbir
dinde vurgulanmamıştır.
Kadınların 'var olma çabası'ndan 'kadınlar güldür, çiçektir'
hep aynı kalıp, tekdüze söylemlerine evrilen
bir gün, farkındalık anlamında verimli olmayacaktır. Tüketim dünyasının
amacına hizmet eden bir gün, kadının birey olduğu gerçeğine katkı
sağlamayacaktır.
Böylece her yıl 9 Mart'tan itibaren hayat kaldığı yerden
devam edecek, kadınlar ıssız yalnızlığına, derin kuyularına, hayatın
hengamesine geri dönecek, iki yüzyıl boyunca gidemediğimiz bir arpa boyu yol
kaderimiz olacaktır.
Farkındalık...
Sadece farkındalık...
Kutlama değil! Anlama...
Gidecek çok yolumuz,
Ödenecek bedelimiz
Olsa da biz dinimizin de bize bahşettiği haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz.
Bir kadını en güzel bir şiir anlatır diyoruz ve sözü usta
Necip Fazıl'a bırakıyoruz.
KADIN
Kalıp değil bir fikir...
Elmas sorguçlu fakir...
Açıkta sırrı bakir;
Kadın...
Çölde kaçan bir serap;
Yönü kementli mihrap
Madeni som ıstırap
Kadın...
Dipsiz hasrete tuzak;
En yakınken en uzak
Tadı zehrinde erzak;
Kadın...