Montrö isteriz Montrö
ABD, Rusya, Çin, Almanya,
Fransa, İngiltere, NATO, AB karar alsalar;
“Montrö artık ayıp oluyor, Dünya’nın diğer kanallarından, boğazlarından para ile geçiyoruz, bundan böyle Türkiye’ye de ücret ödeyeceğiz. Türkiye’nin hakkı ne ise, ne değer biçerse o miktardan parasını ödeyeceğiz. Savaş gemilerimizin geçmesini de Türkiye’nin kararına bırakıyoruz, kimin savaş gemisini isterse geçirsin, kimi de istemezse geçirmesin, biz bu şartları canı gönülden kabul ediyoruz” deseler...
Bizdeki mahut çevreler bu devletlere de diklenip, “Montrö’ye dokundurtmayız” diyeceklerinden, tehdit edeceklerinden, “Biz Montrö’yü geri istiyoruz, para istemiyoruz, Montrö istiyoruz Montrö” diyeceklerinden eminim.
Bu Montrö’cüler parti kursalar, milletten oy isteseler, milletten de bir sosyolojinin, para da, egemenlik de istemiyoruz, Montrö istiyoruz Montrö, diye bunların arkasına düşecekler, ABD, Rusya, Çin, Almanya, Fransa, İngiltere, NATO, AB ülkelerine denk olmak istemiyoruz, Montrö istiyoruz, para istemiyoruz, boğazlardan ücretsiz geçsinler, savaş gemileri boğazlarımızı delsin, Montrö delinmesin” diyeceklerdir.
Gözler bu kadar dönmüştür.
İdeolojik saplantı,
bağnazlık, tutuculuk bu derecelere ulaştı. Bu çevreler kendilerinin ne
yaptıklarının ne dediklerinin farkında bile değiller.
Geçen gemilerden para
istemeyenler, 25 kuruş poşet parasına kıyameti koparanlardır.
Bir sakinleşseler önlerini
görecekler ama sakinleşemiyorlar, öfke ve nefret gözleri bürümüştür.
Çok vahim.
Akıl, mantık, hesap, kitap,
bilim, devre dışıdır.
Bu çevreler için, Montröler birer dogmadır, birer
tabudur, hiç bir şekilde tartışılamaz, dokunulamaz, değiştirilemez, hakikat-i
mutlaktırlar, kıyamete kadar el sürülemez.
Nerdeyse “Boğazlardan vazgeçeriz, Montrö’den vazgeçmeyiz!” noktasına
gelmişlerdir.
Bu vak’a üzerine dünyanın
sosyologları, antropologları, etnografları, siyaset bilimcileri fırsat
eldeyken, imkanı kaçırmadan, sıcağı sıcağına, çalışmalar yapılmalıdırlar.
Bir ülkenin insanlarının bu hale getirilmesi, ülke için nükleer saldırı kadar ağır bir travmadır. Nükleer saldırı gibi radyasyon etkiye de sahiptir
***
İngilizce
tişörtler
Ülkemizde sağınızda, solunuzda, hemen her yerde, her an karşınızda, bir çok
insanımızda göğüs ya da sırtlarda İngilizce
yazılar görürsünüz.
Sanki İngiliz kolonisi imişiz, ya da kolonyal bir geçmişimiz varmış gibi İngiliz emperyalizminin eli-kolu olan o
yazılar bağırlarda taşınır.
Bundan Türklüğümüze hiç bir zarar
gelmez, hatta söylemesi ayıp biraz da “entel”
falan oluruz.
Ancak...
Bin yıllık yazımızı bir dükkanın, mağazanın üzerinde gördüğümüzde,
Türklüğümüz tutar, homurdanırız.
Devleti, polisi, belediyeleri taciz edip, levha sökmeye çağırır “Burası Arabistan mı?” diye söyleniriz.
Selçuklu-Osmanlı
harfleri, dedelerimizin harfleri, bizi neden rahatsız eder olmuştur?
O harfler, Sovyet-Rus işgali öncesine kadar, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne tüm
Türk Dünyasının 1.000 yıllık milli
yazısı idi.
Acaba yakında Selçuklu, Osmanlı
rasathanelerinin, şifahanelerinin, imarethanelerinin kitabeleri de bize dokunacak mı, Arap yazısı diye, kitabelerini
söktürmek için belediyeleri, polisi arayacak mıyız?
Biz “Türk” oluyoruz, Selçuklu “Türk” olmuyor, öyle mi?
Şayet mesele yazı değil de diliyse, İngilizceye neden alerjimiz olmuyor?
Demek daha derin bir şeyler var!
Bağırlardaki İngilizce levhalardan hiç bir rahatsızlık duymazken,
dükkanlardaki Selçuklu-Osmanlı harfleri size
neden pek dokunuyor?
Geçtiğimiz günlerde Çankaya’da, bir sokaktaki, Somalilere ait dükkanlar
taşlandı. Somaliler Egeyi işgal mi etmişlerdi, yoksa, Çanakkale’de 300 bin Türk
mü öldürmüşlerdi?
Alerjinin sebebi Avrupa kökenli
ölümcül bir pandemidir:
Irkçılık.