Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
07 Haziran 2019

Modernlik ve tarikat (2)

Selim Sözer tarafından kaleme alınan “Gelenekten Modernliğe İskenderpaşa” isimli kitapta yazarın, modernliği “ontolojik modernlik” ve “formel modernlik” olarak iki kategoride ele aldığını ve bizim gibi ülkelerin modernleşirken formel/şekli unsurlarını alıp, modern olmanın altında yatan fikri yapıyı yani yazarın ifadesi ile ontolojik modernliği kabul etmediğini belirterek yazımıza şu soru ile son vermiştik.

Şimdi sorun şurada: Formel modernlik ile idare ederken temel unsurların etkisinden kendimizi kurtarmış olur muyuz? Diğer bir ifade ile formel düzeyde yaşadığımız değişim, korumaya çalıştığımız değerlerimizi etkilemez mi?”

Zannımca gerçekten üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken temel problem burada… Modernliğin dayatmacılığı meydanda; kaçış mümkün değil; fakat çaresiz olmadığımız da apaçık. Yeter ki kolaycılığa sığınmayalım. İçerisinde yaşadığımız yüzyılın Müslümanları olarak fail olmasını bilelim. İhtiyaç duyduğumuz malzeme tarihi müktesebatımızda mevcut. Bir şartla ki geçmişimizden istifade ederken taassup göstermeyelim. Mutezileden tutun da tasavvufa kadar bütün zenginliğimiz istifademize amade bizlerin ilgisini bekliyor.

Modernliğin temeli!

Yukarıdaki soruma gelmeden önce sayın Sözer’in kavramlaştırması konusuna değinmek istiyorum. Evvela kavramlaştırma isteği yersiz değil. Karşılığı var. Lakin modernliğin temeline yani “modernite” hususuna “ontolojik” sözcüğü ile yapılan tamlamanın yerinde olup olmadığı hususunda tereddütlerim var.

Evvela yazarın modernliğin ontolojik temelleri hakkındaki kabullerini tekrar hatırlayalım: Pozitivizm, Rasyonalizm, Sekülerizm, Hümanizm.

“Ontoloji” sözcüğü “o nedir?” sorusunun cevabıdır. “O nedir?” sorusuna verilen cevap o varlığın mahiyetini ortaya koyar. Derecesini değil. Mesela o bir taştır yahut o sudur, ağaçtır, aslandır, derken olduğu gibi.

Modernleşirken iki yol takip edilebilir. İlki Kemalizm’de olduğu gibi zorla da olsa moderniteyi yani modernliğin temellerinin Batı dışı bir topluma hâkim kılınması yoludur. Bu seçenekte modernliği var eden unsurlar (pozitivizm, rasyonalizm, sekülerizm, Hümanizm) kabul ettirilmek amacıyla topluma dayatılır. Geleneğe amansız bir savaş açılır. Yirminci yüzyılda uluslaşan toplumlarda post-kolonyalizm aşamasında aydınların ve kurtarıcı liderlerin soyundukları misyon budur.

İkincisi ise muhafazakârların yaptığı gibi olanıdır. Geleneğe savaş açmaz ama modernliğin bütün ürünlerini tüketir. Problemlerini sırtına yükler, içselleştirmenin akli kılıflarını bulmakla oyalanır.

Bence bu iki farklı yol aynı sona ulaşmaktadır: Modernlik. Farklı bir ifade ile bu her iki yolun sonunda varılan yere “o nedir?” sorusuna verilecek cevap zannımca aynıdır: Modernlik.

Otantik ve formel

Aradaki farkı belirtmek istenirse ilkine “otantik” ikincisine “formel” modernlik demenin daha isabetli olacağı kanaatindeyim. Batı dışı ülkelerdeki ulaşılan modernlik aynı derecede güdük, kısır ve taklit eseridir. Hiçbir şey katmaz aynını tekrar tekrar üretir. İlkine en iyi örnek Türkiye iken ikincisine ise Japonya’dır. Şunu da belirtmekte yarar var ki Türkiye her iki koldan da yani hem otantik ve hem de formel yönden modernleştirmeye çalışılmış bir ülkedir.

Japonya modernliğe hiçbir boyut, hiçbir değer katmaz. Sadece üretileni üretir. Belki daha iyisini ama aynısını. Yaratıcılık açısından son derece kifayetsizdir.

Ne Türkiye ve ne Japonya Batı dışı bir modernleşme örneği ortaya koyamamış, Batının ikiyüzlü- münafık-yapısına itiraz edememiş, dünyadaki haksız ve ahlakdışı gidişata karşı muhalefet edememiş alternatif dünya sunamamış iki tüketici ülkedir.

Bu da göstermektedir ki ister sahici ister formel olsun modernlik aynı neticeye varmakta ve nihayetinde modernite, yani modernliğin altında yatan ana unsurlar içselleştirilmekte ve uygulanan toplumun değerlerinin yerini almaktadır. Daha açık bir ifade ile formel modernleşme yolunda gelenek folklorik düzeyde suya sabuna dokunmadan varlığını sürdürmekte meydan Batı kaynaklı modernliğe kalmaktadır. Kaldı ki Kemalist modernleşmenin de şapka devrimi gibi son derece yüzeysel ve biçimsel öğeler taşıdığı gözetildiği zaman her iki modernleşme yolunun da birbirini ne kadar andırdığı rahatça anlaşılacaktır.

Netice de tartışma dışı kalan Avrupa-merkezcilik olmaktadır.

Şüphesiz ki Sayın Selim Sözer’de Avrupa- merkezciliğe karşıdır. Lakin modernliğin kavramsal çerçevesinin yani modernitenin tartışma dışı bırakılması, murad edilmemesine rağmen Avrupa-merkezciliğin açmazına düşmeyi önleyememektedir.