Dolar (USD)
35.20
Euro (EUR)
36.85
Gram Altın
2972.81
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Temmuz 2022

Modernleşme mi konformizm mi?

Modernleşme Batı toplumlarının kendi içsel dinamikleriyle sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel şartların eşlik ettiği bir vasatta ve süreçte gerçekleşmiştir. Bu açıdan Batı’daki modernleşme tarihine bakıldığında, ilmek ilmek Batı’nın mücadelesi, kavramları ve sahici tartışmaları ile doludur. Batı dışı toplumlar ise, Batı’da gelişen modernleşme formlarını daha çok kendi coğrafyalarına aktararak bir gelişme kaydetmeye çalışmışlardır.

Tarih boyunca insan üzerine muhtelif vesayetler getirilmeye çalışılmıştır. Bu bazen bir coğrafyada yaşayan insanlar üzerinde artırılan baskılar biçiminde gerçekleşmiş, çoğu zaman da bir düşünce, din ve ideolojinin hakimiyeti çerçevesinde bu vesayetler hissedilmiştir. Batı’da Ortaçağ’da yaşanan vesayet ise Kilise’nin her bakımdan insan üzerindeki temellük talebiydi. Esasen modernleşme bağlamında ilk dile getirilmesi gereken nitelik de insanın kendisi üzerindeki vesayetleri sona erdirme talebidir. Dolayısıyla modernleşme insanın dünyayı kendisinin kurabileceğine dair inançla ete kemiğe bürünmüştür.

Batı dünyasında ortaya çıkarak dünyanın diğer ülke ve bölgelerine yayılan feminizmden demokrasiye, liberalizmden postmodernizme ve işçi hareketlerine kadar ideoloji ve toplumsal hareketler, kendi içerisinde bir felsefenin, sorunun ürünüdürler ki, birçok gerilimlerin ardından mevcut formlarını almışlardır. Batı dışı toplumlar ise büyük oranda Batı’dan aktardıkları bu kavramları hazır buldukları için içeriklerine vakıf olmaktan mesafelidirler.

Daha da önemlisi hazır paketler olarak aldıkları bu kavram ve hareketlerin, toplumdaki karşılıklarının olmayışı o ülkelerdeki insanları ve entelektüelleri bir ikilemde bırakmıştır. Bir yandan yaşanmamış bir buhranın edebiyatını yapmaya başlamışlardır. Batı’da alt sınıflardan Sanayileşme ile birlikte başlayan feminizm hareketi karşısında, Osmanlı’da konaklardan başlayan kadın hareketleri gibi. Diğer yandan hazır kalıplar halinde almaların dokuya uyum sorununu sürekli ortaya çıkarmasıdır.

Bugün küresel dünyaya gerek kültür gerek ekonomi, gerekse siyaseten hakim olanların yine Batı dünyasını işaret ettiğini net biçimde görmekteyiz. Her ne kadar artık dünya çoklu blok ve güçlere bölünmüşse de, kavramsal ve siyasal hakimiyetin henüz Batı’nın kontrolünden çıkmadığını rahatlıkla müşahede etmekteyiz.

Osmanlı’da III. Selim’den bu yana devam eden modernleşme serüvenine baktığımızda, henüz modernleşmenin ruhuna dair sahici adımların atılmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bizde modernleşme denildiğinde anlaşılan şey, kılık kıyafet, yaşam tarzı ve gerçekte sonuçlar olan teknolojidir. Üstelik bunları üretici olmaktan uzaklığımız her halükarda kendisini faş etmektedir.

Eğer bir modernleşme ruhu oluşturulmak isteniyorsa, bunun öncelikli şartı insanın kendisini vesayetten kurtarmasıdır. Taha Abdurrahman modernleşme ile ilgili yaptığı analizde bunu “Rüşd” kelimesi ile ifade etmektedir. Modernleşme sürecine baktığımız zaman, özellikle Osmanlı döneminde buna yönelik tartışmalar olmakla birlikte, gelinen noktada post/modern çağ ve yaşam karşısında bilhassa Batı dışı toplumların birçok açıdan daha çok vesayete doğru sürüklendiğini görmek gerçekten üzücüdür.

Bu açıdan gelinen noktada içinde yaşadığımız duruma dair sorulması gereken soru ise, “modernleşme mi konformizm mi?” şeklinde olabilir. Aslında konformizmi İbn Haldun’cu kullanımdan başlayarak vesayete doğru genişletmekteyiz. Bugün vesayetten kurtulmak, Tanrı’dan tamamen özgürleşme anlamını da içkin biçimde kullanılmaktadır. Fakat modernleşme davranışları o kadar vesayetçi tarzlar üretmiştir ki, bilhassa post/modern çağ ile birlikte vesayeti kişiye hissettirmeden uygulamaktadır.

Fakat konformizm o kadar sinsi biçimde ilerlemektedir ki, “konfor” hayali yapanlar “nasıl bir vadinin içinde kaybolduklarının” farkında değillerdir.