Modernleşme kıskacında kadın
8 Mart dünya kadınlar gününü geride bıraktık. Kutlama yapanlar oldu. Filistin’de, Suriye’de, Gazze’de, Irak’ta, Afganistan’da Somali’de, Sincan-Uygur’da, Myammar’da-Arakan’da kadın olmayı düşünmeden eğlenenler oldu.
8 Mart dünya kadınlar gününün başlangıç hikâyesinden de haberleri yok, parti verenler oldu. Dünya Kadınlar Gününe adını veren mücadeleyi bilseler belki kutlama yerine emperyalizmin yok ettiği hayatları anarlardı! ABD'nin New York eyaletinde çalışma koşullarının iyileştirilmesini isteyen işçilerin iş bırakma eyleminden sonra çıkan yangın 120 kadın işçinin 8 Mart 1857’de hayatını kaybetmesine neden olmuştu. Bu acı sona karşı dünyanın dört bir yanından tepkiler yükseldi, emekçi ve adaletten yana olan kadınlar emperyalizme karşı tek ses oldu.
Omuz omuza veren kadınlar katliama tepki göstermekle beraber, 8 Mart gününün hayatını kaybeden 120 kadını anma günü olması için birlikte mücadele verdiler. Bu mücadele 16 Aralık 1977 tarihine kadar sürdü. 1977’de BM, 8 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü olarak ilan etti ama New York’ta yanan işçilerden dolayı anıldığı belirten bir ifade koymaya cesaret edemedi.
Ve Türkiye…
Dün Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen "Türkiye'nin Kahraman Kadınları" programında olması gerekeni tek cümlede özetledi: “Vicdanları nasır tutmuş bir dünyanın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü kutlaması kelimenin tam anlamıyla riyakarlıktır.”
Aynen öyledir…
Ve Cumhurbaşkanımız bazılarının eğlence ve kutlamalardan göremedikleri (!) Diyarbakır anneleri ile de aynı gün telefonda görüştü. Görüşmede Cumhurbaşkanımız Erdoğan, “Sizler dik durdunuz, onurlu duruşunuzu devam ettirdiniz. Temennimiz tüm annelerin babaların yavrularına kavuşmasıdır” dedi. Onurlu bir duruş ve direniş gösteren annelerin yanında olduğunu da bir kere daha deklare etti.
**
Ve kadınlarımız..
Toplumu gerçek anlamda inşa ve ihya eden kadınlardır. Yani kadın derin bir hazine ancak eski Türkiye’de bu kutsal hazine kendisinin farkında olamıyordu. Yasaklarla mücadele ediyordu. Önündeki engelleri aşamıyor, vesayetçi rejimin dayatmaları karşısında ötekileştiriliyordu. Bir ışık arıyorlardı. Alanlarda, fabrikalarda, evlerinde, okul bahçelerinde, mahkemelerde, sokak başlarında… 8 Mart Dünya kadınlar günü Türkiye’de de anılıyordu ama onlar yok sayılıyordu. 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin jakoben uygulamaları yüzünden yalnızlaştırılıyordu.
2001 yılı geldiğinde ise ışık görünüyor, sessiz devrim gerçekleştiriliyor; bu ülkenin en sessiz harfi olan kadın adım adım ülkenin en sesli harfi olmaya başlıyordu. Ve bugün kadınlarımız toplumun her yerinde her aşamasında var oluyor, olmaya da devam edeceklerini gösteriyorlardı. Özellikle son günlerde sivil toplum örgütlerinde sergiledikleri duruşlar, verdikleri mücadeleler, geliştirdikleri projeler ile kadınlarımız geleceğin Türkiye’sini inşa ediyorlar. Çalışan kadınlarımız da sadece önyargıları kırmıyor, başarı hikâyeleriyle geleceğimizi aydınlatıyorlar.
Batı toplumlarında 20. yüzyılın 2. çeyreğinden sonra başlayan geleneksel toplumsal yapıda kadının çalışma hayatına hızla girişi, annelik rolünü değiştirmemesine rağmen, kadının ve annenin algılanışını değiştirmişti. Çalışmaya başlayan kadın, annelik statüsü ve rolünün dışında kadın olarak yer edinmeye başlamış ve kadın statüsünün ataerkil bir toplumda önem kazanmasına yol açmıştı. Erkek açısından; evinin içinde sürekli görmeye alıştığı, iş olarak annelik dışında farklı bir rolün biçilmediği, kadının her zaman yumuşak, nazik, şefkatli, masum ve bunlarla özdeşleştirildiği gibi zayıf ve güçsüz kadın artık yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. Bunun yerine anne olabildiği gibi, bir iş kadını da olabilen; şefkati, merhameti ve zerafeti yanında hırs, ciddiyet, disiplin ve acımasız (!) rekabet gücüne de sahip olabilen bir kadın görülmekteydi.
Türkiye ve dünyada son yirmi yıldaki toplumsal dönüşüm her alanda olduğu gibi aile ve toplum içinde kadına ilişkin incelemeleri gerekli kılıyor. Modernleşme, küreselleşme ve popüler kültürün her alana nüfus eden yükselişi ve değişen kadın rolleri tüm yönleriyle ele alınmayı zorunlu hale getiriyor.
Dikkat ederseniz, popüler kültür bugünlerde, kadına dair ne varsa ajite ederek sunmaya çalışıyor.
Benim de bugün kadın hakları ve ihlallerini yazacağım düşünmüş olabilirsiniz! Oysa ezberleri bozmamız gerekiyor. Gerçeğe odaklanmalıyız ki; toplumun en güçlü bireyi kadındır, çünkü kadının en değerli rolü anne olmasıdır. Ama popüler kültür bizlere anneliği bile çok görmeye başladı. Bir annenin sabah eşine ve çocuklarına kahvaltı hazırlamasını toplumsal cinsiyetçilik normlarına göre eksiklik ve haksızlık olarak sunmaya, algılamaya ve algılatmaya ve buradan farklı olgular oluşturarak gerçeği perdelemeye, toplum mühendisliği ile kadını asli kimliğinden uzaklaştırmaya yoğunlaştılar. Ve başarılı da oldular! Neymiş, hayat müşterek, herkesin rolleri ve statüleri mevcutmuş. Evet hayat müşterek ama statüler gelip geçici, roller ise daimi.
Popüler kültür ve modern hayat kadına başka roller inşa ediyor, aile olmaktan birey olmaya doğru… Ve bu inşa süreciyle kadının pek çok değerinin değişip dönüştüğüne, hızla farklılaştığına şahitlik ediyoruz. Değerler yıpranıyor, geleneksel örf ve adetler bitiriliyor, misafirlikler, düğünler hatta komşuluklar erozyona uğruyor. Kadını değiştirerek bir nesil hedef alınıyor.
Biz kadınlar ise özeleştiri bile yapmıyoruz. Sorumluluklarımızı dahi hatırlamıyor, hatırlayanlar ise hatırlatmaktan geri duruyor. Bakın, modernleşmeyle değişen kadının dindarlık algısı; aile içindeki geleneksel rolü hatta eş ve anne olma rolleri değişti. Değişmeliyiz elbet gelişmeliyiz ama dayatıldığı gibi değil olması gerektiği gibi… Elbette çalışma hayatında, üretimde kadın olmalı, katkı da sunmalı. Güçlü roller de almalı. Ancak asıl rolünü ve sorumluluğunu unutmamalı. Önce ailesinin mutluluğunu ve çocuğunun geleceğine odaklanmalı. Amaç ile araç karıştırılmamalı aile dinamitlerini kadın ayakta tutmalıdır.