Modernizmin serüveni
Modernizmin hayatımıza müdahalesi hızlı ve iddialı başladı. Özgürlük ve ilerleme müjdesi verdi. Mutlu ve müreffeh bir yaşam vaat etti. Büyük hayaller kurdu. Güzel rüyalar gördü. Bunların birçoğunu gerçekleştirdi de diyebiliriz. Peki, modernizmin serüveni nasıl gelişti?
Modern insan mantığı, her şeyi aslından koparıp pazarlanabilir bir zemine çekti. İnsanın ve eşyanın konumu ile oynayan, onu kendi istediği formata çekebilen bir gücü kendinde vehmetti. İşte vahamet buradan başladı. Bu bakımdan sorunların vahametini sonuçları ile değil nedenleri ile kavramak gerekiyor…
Süreç nasıl gelişti?
Önce insanın kutsalla olan bağı kesildi… Sonra insan kendi kutsallarını üretti… Tatmin olmadı, bu defa kutsallarını tahrip etti… Tüm ilahi ve beşeri kutsallara ilan-ı harp etti…
Dünyanın fiziki değerlerini “değişmez değerler” görme yanılgısı insana çok pahalıya mal oldu. Eşya değer kazanırken insan ve insanlık ucuzladı… Dünyayı kontrol altına alma çabaları insanı dünyaya bağımlı hale getirdi…
Modernizm akla fazla yüklendi, akıl sağlığını bozdu… Modern insan “hikmet ve hakikat” arayışına ara verdi, “hiç”likte karar kıldı… Modern aklın ürettiği ve önerdiği fikirler, ideolojiler ve sistemler “Mutlak aklı” en büyük engel gördü…
Modernizm insana fazla yüklendi, insanın ruhunu bozdu… İnsanı yerinden etti… İnsanı kendisine ve evrene yabancılaştırdı… “Ben” idrakini parçaladı… İnsanı çamurlaştırdı… İnsanı metafizik olandan kopardı… Toprağı ruha düşman etti…
Modernizm dünyaya fazla yüklendi, hayatın dengesini bozdu… Gerçi modern insan fizik dünyasını maddi başarılarla süslemiştir… Ancak, insanı dünyevileştirdi. Artık insan değerlerden vazgeçip fiyatlarla ilgilenir oldu… İnsanların karnesi rakamlarla dolu…
Seküler kırılmalar, rasyonel daralmalar, hümaniter bunalımlar, liberal savrulmalar insanı yordu… Profan yaşam insanın ruhunu teskin ve tatmin edemedi…
Modern zamanlarda “Allah’a rağmen”ci arayışlar yaşamı iyiden iyiye içinden çıkılamaz hale getirdi… Allah merkezli bir yaşamdan kaçan insan, insan merkezli bir yaşamı taşıyamadı…
Din sekülerleştirilirken, sekülerizm de dinleştirildi…
Dinden arındırılmış “politika”, dinden soyutlanmış “ekonomi”, dinden uzaklaştırılmış “kültür”, öne çıktı… Olay “dini” olanın tersyüz edilmesiydi bir anlamda…
Modernizm manevî, gaybî, vahyî olanı silme, yaşamı sekülerize etme çabasından hiç vazgeçmedi… Anlamın yerini imaj… Bütünün yerini parça… Yakinin yerini şüphe… Vahyin yerini popüler kültür aldı… Yaşam tektipleştirildi…
Modernizmin kaçınılmaz sonucu, yaşamın parçalanması, birleştirici öğelerin kaybolması, ahlakın yaşamdan kopması oldu… Artık ahlaki ciddiyetin yerinde aldırışsızlık ve sorumsuzluk vardı… Yalan, hile, hırs, tamah, riya, kibir yaşamın vazgeçilmezleri oldu… Reklam, rekabet, rant, reyting toplumun en çok kullandığı kelimelerdi…
İnsanın eşyalaşması, hele hele kadının cinsel yönden metalaşması yadırganmaz oldu, tam aksine revaç buldu…
İslam varlığı bütünlerken modernizm parçaladı… İslam’da dünya insana emanetken, modernizmde dünya insanın talan alanı oldu… Bugün gelinen nokta, yıkım ve kargaşa değil mi?
Allah’ın hazırladığı cennet yerine kendisi bir cennet kurmaya çalıştı… Gök merkezli cennetleri uzak görüp, yer eksenli cennetlere çağrıda bulundu…
Modernizmde model insan, bazen “homo politicus”, çoğu zamanda “homo ekonomicus” dur…
“Tüketin ha tüketin!” yarışı kutsandı… Tüketim çılgınlığı alkışlandı… Aslında tüketimde belirleyici olan kişinin kendisi değil, başkasıdır… Tüketim insanı demek bile zor, tüketim köleliği… Ya da kendini ve değerlerini tüketen toplum…
Sınırsız bir tüketim… Sınırsız bir özgürlük… “Her şey mübah” anlayışı…
“Helal”, olmayan bir hayatın sonunun “helak” olacağı unutuldu…
Modernizm insanı özgürleştirme yalanı ile kitleleri hâlâ büyülüyor… Peki, kimden kurtaracak? Anlamdan, ruhtan, vahiyden bağımsız bir insan gerçekten özgür olabilir mi?
Hevanın ilahlaştığı bir ortamda özneliğini kaybeden insan hangi özgürlüğü elde edecek?
Hayatın sürekli değişken egolarına mahkûm, kendilerine özgü kişilikleri, ben bilinçleri olmayan insan kendi kalabilir mi?
“Kendilerini ıslah ediciler” olarak takdim edenleri, “ekine ve nesle verdikleri zarar” ile tanımamız gerekmiyor mu?
Dünya nüfusunun yüzde 15’ini oluşturan emperyal güçler dünya kaynaklarının yüzde 80’ini sömürmektedirler…
Yaşanılır bir dünyanın modern değerlerle mümkün olmadığı, artık açık bir gerçek… Arz ve semada tırmanan bozgunculuğun temel nedeni, insanın vahiyle olan bağını koparmış olmasıdır… Bu açıdan çağdaş medeniyet sabıkalı bir medeniyettir…
Çünkü dünyası kirli, elleri kanlıdır… Bu durumda modern çağ; “kaygı çağı” dır… “Kaos çağı”dır… “Şüphe çağı”dır…
Şimdi bu bağlamda modernizm nedir, ne değildir. Özetleyecek olursak:
Modernizm şüphecidir; yakini yoktur… Yakin, yani mutlak, kesin bilgi… İslam var oluş hakikatine yakin ile ulaşır… Yakin’sizlik küfre açılan kapıdır… Modernizmin savaşı “yakin” iledir… Çünkü o rölatiftir…
Modernizm dünyacıdır; ötesi yoktur… Tek dünyalıdır, tek mekânlıdır… Her şeyin dünyadaki getirisine odaklanmıştır… Onun hedefinde daha çok refah… Daha çok gelir artışı… Daha çok başarı vardır…
Modernizm bireycidir; ne ailesi, ne cemaati, ne de ümmeti vardır…
Modernizm bencildir; “biz”i yoktur… Paylaşımı bilmez… Katılımı hatırlamaz…
Modernizm şimdicidir, yarını yoktur…
Modernizm akılcıdır; aşkı yoktur… İrfanı yoktur…
Modernizm bilimcidir; hikmeti yoktur…
Modernizm hesapçı ve fırsatçıdır; insafı yoktur…
Modernizm israfçıdır; infakı yoktur…
Modernizm parçacıdır; bütünü yoktur…
Modernizm hazcıdır; huzuru yoktur…
Kendisi vardır, ama anlamı yoktur… Ruhu yoktur…
Şayet modernizmi bu şekilde teşhis ediyorsak bize düşen nedir?
Ya hiçliği tercih ederek modern cehennemlerde tükeniş, ya da sahici ve sonsuz felaha ulaşmak için mükellef olduğumuz sorumlulukları yeniden kuşanmak…
Şimdi modernizmin, korformizmin çok sesli, ışıltılı, zevkli, renkli, baş döndürücü, cümbüş ve gürültüsü içinde “vahyin” sesini duyabilecek miyiz? O ses ki, tevhidin, adaletin, ahlakın ve özgürlüğün sesi…
Modernizmin istasyonlarında beklemek yerine bu gidişe dur demek, bu sefere karşı çıkmak bize düşer… İnsanlığa karşı sorumluluğumuz böyle gerektiriyor… Çağın insanı, İslam’ın çağına uyanmayı bizden bekliyor…
Bayağılaşan dünyayı inşa edecek akıl, irade, yürek, vahiyden bağımsız olamaz… Bu vahim gidişata dur demenin referansı ve adresi; vahiydir…
Vahiyden insana bir inşirah… Bir furkan… Bir burhan… Bir basiret… Bir hikmet… yansıması olmadan insan yol alamaz…
Seküler hayatın dayatmaları ile hesaplaşma hakkımızı kullanmamız gerektiğine inanıyorsak, vahiyle yoğrulup doğrulmalıyız, bunu erteleyemeyiz…
Değerlerimiz, doğrularımız, elimizden kayıp giderken sesimizi yükseltmemiz gerekiyor, hiç kuşkusuz…
O halde modernizmin dönüştürücü, benzeştirici, tek tipleştirici gücü karşısında korunmanın ve direnmenin imkânı nedir?
Bir; Ahiret… Evet, ahiret bilinci… Hesap günü endişesi… Sonsuz esenlik bağlantısı bizi güçlü kılacaktır… Dünyevileşmenin bayağılıklarına teslim olmaktan kurtaracaktır… Baki olanı tercih, fani olana takılı kalmaktan koruyacaktır…
İki; Sorumluluk bilinci… İslami sorumlulukların farkında olmak bizi ulvi olana taşıyacaktır… Halife misyonu, vahye tanıklık görevi içselleştikçe sahih bir kimlik, salih bir kişilikle net bir duruş gerçekleşecektir…
Üç; Takva örtüsü… Kirlilikten, kimliksizlikten ve kimsesizlikten koruyucu güç; takva örtüsüdür… En hayırlı ve en sağlam örtü…
Yine görüyoruz ki, modern çağ ifratlar çağıdır… Bu çağ adeta fücura (günahlara, ahlaki düşüklüğe), tehevvüre (aşırı hiddet ve öfkeye), cerbezeye (kurnazlık ve hilekârlığa) kodlanmış seküler bir çağ…
Bu çağın kokuşmuşluğuna, çürümüşlüğüne cevabımız ancak İslam’ın çağını açmak olacaktır… İslam’ın çağı ise iffet, şecaat ve hikmet yüklü bir çağdır…
Bu çağı omuzlayacak olanların temel dinamikleri şu iki kelimede saklıdır:
Allah ile ilişkide; ibadet… Toplumla ilişkide; adalet…
Hayatın dengeli, insanın huzurlu olabilmesinin formülü; ibadet ve adalettir…
Bunun Kur’an’daki ismi: ‘Vasat Ümmet’tir…