Modern Teolojinin merkezi: İnsan
İnsanlık tarihi siyaset, ekonomi, sosyal formlar vb. düşünüldüğünde belki ilk bakışta karmaşık bir görüntü vermektedir. Bu karmaşıklığın daha çok mikro düzeyde bir görüntü olduğunun farkına vararak, makro ya da meta bakış açısıyla soruna yaklaşmak daha anlaşılır manzaraları karşımıza çıkaracaktır. Her ne kadar postmodern dönemde artık meta teorilerin gerçerlilikleri sorgulanmakla birlikte, tarihte varolduğunu düşündüğüm “düzenlilikler” ya da Kur’an’ın tabiriyle “sünnetullah” bir şekilde daha sağlıklı ve bütünlüklü okuma imkanlarını bize verecektir.
Dinlerin
anlatımlarında “insan üzerine iki boyut dikkat çekmektedir. Birincisi, dinlerin
teolojisi Tanrı merkezli olarak şekillenmiştir. İkincisi de, Tanrı ile insan
arasında bir gerilim ve iktidar mücadelesi söz konusudur. Nitekim daha dünyaya
inmeden ebediyet arzusuyla Tanrı’ya itaatsizlikle öne çıkan insanın bu ebediyet
arzusunun devam ettiği anlaşılmaktadır. İnsan çok geniş anlamda bir iktidar
talep ederken, Tanrı ve insanla ilişkisini de bu talebi üzerine kurabilmektedir.
Teolojide belirleyici
ya da merkezi konumdaki temel problem Tanrı-insan arasındaki ilişkidir. Dikey
düzlemi ifade eden bu ilişki, aynı zamanda Tanrı ile insanın konumu üzerine bir
yaklaşım getirir. Doğrusu bu dikey ilişkinin tabiatı, ileri düzeyde insan-insan
ve insan-tabiat arasındaki ilişkilerin de belirleyicisi olduğu için dikkatle
incelenmelidir.
Özelde klasik İslam
kelamı Tanrı’yı merkeze alan teolojik bir zemin inşa etmektedir. Bu bağlamda
ontolojik temelli olup, tüm varlık dünyası Tanrı etrafında bir anlam
kazanmaktadır. Klasik İslam kelamına baktığımızda, Tanrı ve insan iradesi ile
insanın özgürlüğü, adalet, iyilik vb. kavramlar etrafında farklı görüşlere
rastlamaktayız. Nitekim Cebriyye’nin insan iradesi ve özgürlüğüne negatif yaklaşımının
karşısında Mu’tezile insan iradesi ve özgürlüğüne bir alan açmaya çalışmıştır.
Hatta Mu’tezile’nin adalet ile salah ve aslah konusundaki yaklaşımları “insan”a
dair alanı giderek genişletmektedir.
Tanrı’nın merkezde
oluşu, sadece İslam kelamı değil diğer dinlerin teolojilerinde de
belirleyicidir. Bu durum pre-modern dönemde varlık ve bilgiyi temellendirme
konusunda olduğu kadar gündelik hayat ile insan ve dış dünya arasındaki
ilişkilerde de yansımalarını bulmuştur.
Modernlik bu konuda
ciddi bir kırılma noktası oluşturmuştur. Son kertede Tanrı’nın yerine ikame
olan insan, modern teolojinin merkezi ögesi haline gelmiştir. Bu dönüşümün
önemli sonuçlarından biri, insanın kendisi ve dünyayı inşa edecek bilgi ve
anlamı kendisine referansla üretmeye çalışması olmuştur. Diğer yandan hem Tanrı
hem de dünya ile irtibat kurma biçimleri de değişmiştir.
Bugün için gelinen
noktada ortada halledilmesi gereken bir problem ve gerilim bulunmaktadır.
Klasik İslam kelamının Tanrı merkezli anlayışı ile modern teolojinin insan
merkezli yaklaşımı arasındaki gerilim nasıl aşılacaktır. Doğrusu bugün
postmodern teolojinin ulaştığı iki nokta, müslümanları mevcut durumu aşma
konusunda zorlamaktadır. Birincisi, postmodern teolojinin giderek gezegende
yayılması. İkincisi de, bazı krizler yaşamakla birlikte insana dair elde ettiği
başarılar ve vaatleri.
Böyle bir konjonktürde müslüman entelektüeller insan merkezli bir kelam mı üretecekler? Nitekim Hasan Hanefi’nin bu yöndeki çabalarını görebilmekteyiz. Öte yandan bilhassa müslüman toplumlarda “insan”ın her bakımdan değersizliği ve zayıflaması problemi nasıl aşılacaktır? Postmodern teoloji Tanrı ile insan arasındaki mahiyet farkını ortadan kaldırarak insana Tanrı karşısında bir yer açmıştır. Acaba Tanrı ve insan arasındaki mahiyet ve konum farkı korunarak bir kelami anlayış ortaya konulabilir mi? Bunu da İnşaallah gelecek yazıda analiz edelim.