Modern Piramitler
Mimar Sinan’dan Ali Ağaoğlu’na uzanan ve TOKİ modeliyle devam eden bir mimari anlayışına sahip olduk. Hayata tutunma çabamız bize hayatı güzelleştirme fırsatı sunamadı.
Büyük inşaat firmalarımız oldu. Bunlar, herkesin büyüklüğüne, kudretine hayran kalacağı devasa yapılar inşa ederek, “modern site” diye yutturmaya kalktı.
Ali Ağaoğlu gibi müteahhitler fazladan birkaç tane lüks otomobil alsın diye şehirler devasa büyüklükteki gökdelenlerle dolduruldu.
Şimdi kim daha yüksek bina yaparsa ben daha güçlüyüm demek istiyor. Firavun zihniyetidir bu!
Bir yazımda AK Parti’nin “belediye başkanlığı akademisi” kurmasını teklif etmiştim. Her şehrin itibarlı zenginlerinden birini aday göstermek yerine bu akademide Turgut Cansever’i okuyan, kent yönetimi, estetik, mimari, çevre ve felsefe tahsili yapmış başarılı kişilerin şehirlerde aday gösterilmesinin daha yerinde olacağını ifade etmiştim.
Bugün Turgut Cansever’i okumayan biri nasıl belediye başkanlığı yapabilir ki? Rahmetli, Ankara’yı eleştirdiği için orada kendisine iş verilmemiş, İstanbul’da da randevu talepleri kabul görmemişti. Hiç değilse öldükten sonra kıymetini bilelim.
Bu topraklar, yüksek kalitede bir şehir mimarisine sahipti. Ne var ki kendimiz olmaktan çıktıkça estetik duygumuzu da kaybetmeye başladık.
Bakınız, Lamartine, Türkiye hayranı bir adamdı. 1830’larda geldiğinde “cennet burası” diyordu. Bilhassa mimari açıdan bu ülkeyi büyük değerler ülkesi olarak görüyordu.
Fransa’ya gidip gelen Ziya Paşa ise tüm ezikliğiyle şöyle diyordu; “Diyar-ı küfr’de kaşanaler, mülk-i İslam’da ise viraneler gördüm.” Lamartin’in burada gördüğü güzelliği o görememişti.
Rahmetli Turgut Özal da bir konuşmasında şöyle diyordu; “New York’a gittiğim zaman şaşkına döndüm. Dev gibi, harika, muazzam binalar. Bunlar neden benim ülkemde olmasın dedim”
Ah, rahmetli, bunun mimari, kültürel ve düşünce alanında yaşanan bir yozlaşmanın tezahürü olduğunu idrak etseydi hiç öyle der miydi?
Allah rahmet etsin, Turgut Cansever tam da bu noktada “insanlık tarihinin en yüksek çözümlemesini yok ettik” diyerek ömrünü bu ülkeye adadı. İnanç ile yapılan arasında bir türlü kurulamayan münasebetin doğurduğu tahribatı gözler önüne serdi.
“Mimarlığın insanın dünyasındaki esas vazifesi dünyayı güzelleştirmektir” diyordu. Bugün ne kadar çok metre kare yapı yapılırsa o denli zengin ve başarılı sayıldığınız kötü bir anlayış hâkim.
Turgut Cansever, Rönesans’ın bilinenin aksine ciddi bir tahribata yol açtığını ifade eder. Tek merkezli algılama biçiminin yol açtığı tahribattır bu. Öyle ki bu, iki türlü büyük bir felaketin oluşmasına neden oldu. İlki, Batı Avrupa dışındaki kültürlerin tahribi, ikincisi de tabiatın tahribi.
Teknolojinin ilah haline getirildiği son yüzyılda dünya ile bilinçli ilişkisini düzenleyemeyen bir insan modeli türedi.
1975 yılında BM’den Dr. Weismann adında bir yetkiliyle konuşan Turgut Cansever bu konuşmayı şöyle aktarıyor. “İstanbul’da ne yapacaksınız? diye soruyor Weismann. Dedim ki; “İstanbul’da merkez alanların yerleşim düzenini korumak ve bu alanlarla ilgili halkın şöyle şöyle organize edildiği bir şehir düşünüyorum.”
Weismann; “ Bu düşünceye nereden ulaştınız? Ben, “Osmanlı şehir mimarisi” deyince “Ben de aynı şeyleri düşünmüştüm” diyor Weisman. Yugoslav Yahudisi olan Wesimann son olarak; “ BM’de kırk senedir ben bunu savunuyorum seninle aynı kaynaktan besleniyoruz” diyor.
Bugün İstanbul’un yıkıldığını savunuyordu rahmetli. Kurtarmanın tek yolunun; imar yasalarıyla/planlarıyla verilen hakların sağladığı servet transferlerine son vermek olduğunu ifade ediyordu.
1943 yılında Alman Prof. Oelsner bir derste; “Bana söyleyin, Türkiye’de ne yapmalı?” diye sorar. Herkes mimari açıdan fikirlerini söyler. En son hoca şöyle der; “ Bilemediniz. Ben söyleyeyim; “Türkiye dua etmeli ama ne için biliyor musunuz? Belediyelerin kasalarında mevcut bulunan imar planlarını uygulayacak yöneticiler çıkmasın diye. Eğer çıkarsa Türkiye, birkaç asır belini doğrultamayacaktır.”
Bundan hiç vazgeçilmedi. Türk toplumu gayri ahlâki bir tutum içerisinde rüşveti, her türlü suistimali en ücra yerlere kadar götürdü. 2 kat, 8 kat, 10 kat daha fazla binalar… Sonuç; şehirler estetikten yoksun berbat mekânlar haline geldi.
30 katlı bina yaparak tüm daireleri satan ve oradan defolup giden herifler, modern siteler inşa ettik diyorlar.