Mistisizm yedirmek
Din dili soyut, genel, rasyonel, tecrübeye referans yapan bir dil olduğu kadar metaforik bir dili de kullanır. Elbette insanı kuşatabilmek açısından farklı dillerin kullanımı gereklidir. Fakat tüm bunların hedefi, dünya ile sağlıklı bir irtibat kurabilmektir. Nihayetinde din dilinin, kendi içinde aşırı uçlara savrulduğu durumlarda, inanan mü’mini de dünyadan kopuk bir irrasyonalitenin içine itebilir. Bugün bu hali oldukça yoğun yaşıyoruz.
Kastettiğim şey; kullanılan din dilinin içeriğinde büyük oranda bulunan mistisizm, gizem, gnostisizmdir ki, kitleleri din diye uçuk kaçık hikayelere maruz bırakmaktadır. Din piyasasına çıkan bazı kişilerin insanlara bol bol mistik hikayeler yedirerek anlıksal rahatlamalar getirdiği; ancak en sonunda “peki şimdi ne yapmamız gerekir” diye sorduğunuzda, bakıye olarak sizde hiçbir yükümlülük, özne hali bırakmadığı bir gerçektir. Bunun sonucunda olan şey mehdi ve Mesih ya da kurtarıcı arayışına çıkılmasıdır.
Maalesef din dilinin bir takım kişilerce pespayeleştirildiği bir zaman dilimindeyiz. Bu dil, dinin itibarını düşürdüğü gibi, insanların dine dair umutlarını da tüketmektedir. Bu durum, bir yandan dinden beklentileri zayıflatırken, diğer yandan kitleler arasında “sahte dinimsi yapıların” çoğalmasını sağlamaktadır. Nihayetinde mistiklik ayrı bir dini yapı olarak kendisini göstermeye başlamaktadır.
Modern zamanlarda kutsal-profan, rasyonel-irrasyonel şeklindeki dualist ayrımlar, bu kavram çiftlerinden her birine diğerinden yalıtık bir “hakikat” payesi vermişlerdir. Burada rasyonel dünya kendi içinde bir hakikati ifade edip işlerken, irrasyonel de onun karşıtı olarak metafizikleştirilip uzaklaştırıldı. Bunun dışında dinin tamamen irrasyonalite ile özdeşleştirilmesi bir başka operasyon olarak dikkat çekti. Bu durum insanın da kendi içinde yarılması ile sonuçlandı.
Doğrusu bugün önemli sayıda insan zihni, dine sadece bir irrasyonalite diye bakmakta; dini uçtu kaçtı hikayelerine indirgemektedir. Bugün kitlelere mistiklik yedirmeye çalışan kişilerin işini kolaylaştıran bu durum, kitlelere gündelik hayatı ve sorunlarıyla nasıl başa çıkabileceği, bunları yaparken hangi değersel zeminde hareket edeceğine dair hiçbir şey söylememektedir. Hatta mistik hikayelerin postmodern bir dille yapılan kurgusu, kitlelerin tarihten getirdikleri temel değersel kodları da altlarından çekmektedir.
Marx, dini yanlış bilinç olarak düşünmekteydi. Ona göre din, insanın realitelerle karşılaşmasına engel olan, hatta bu realiteleri saptıran bir nitelikle tezahür etmekteydi. Doğrusu Marx’ın saptamasını yaptığı bu durum, işte mistisizmin ürettiği sonuçlar ve irrasyonalite dikkate alındığında doğruluk payı taşımaktadır. “Din mantığa ve akla gelmez” şeklinde görüş belirtenlerin nasıl bir “yanlış bilinci” beslediklerini anlayabilirsiniz.
Peki kitlelerde bunlar niçin karşılık bulmaktadır? Doğrusu bunların sınıfsal, ekonomik, kültürel olduğu kadar dini bilgi düzeyleri ile de ilişkisi bulunmaktadır. Bir kere bunlara pirim verenlerin büyük oranda dini bilgi düzeyleri oldukça zayıf. Fakat diğer önemli nokta, toplumda bir şey yapabilme gücü, ümidi ve özneliği zayıflarsa, daha rasyonel yollardan bir şey yapabileceğini düşünmezse, mistiklik hemen devreye girer. Çünkü bu kolay bir yoldur; yerden bir mushaf sayfasını kaldırıp evliya olma gibi hikayelere bakın.
Dünya ölçeğinde insanların ağır sorunlarla karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Sorunları çözmenin makul yolları vardır. Sonuç şudur: O kadar mistisizm yedikten sonra yere düşenler, kendilerinin secdeye gittiklerini zannediyorlar.