'Misakı Müstemleke'nin yeni Derwish'i kim?
Altılı masanın içtiği andın adıdır ‘Misakı Müstemleke’…
Goebbels Kemal, 2-5 Kasım 2022
tarihleri arasında önce ABD sonra İngiltere’ye gitti. ABD’de, daha çok
Türkler’le, İngiltere’de ise Londra bankerleri ile görüştü. Ziyaretinin sebebi;
olurda iktidara gelirse lazım olacak parayı bulmaktı.
Birçok şirketle görüşüldü.
Genel Başkan Yardımcısı
Öztrak’ın aktardığına göre: “yaklaşık on milyar dolarlık bir sermayeye hükmeden, girişim
sermayesi fonları yaklaşık beş trilyon dolar olan yatırım bankalarının
yöneticileri ile görüşüldü.”
Bu şirketlerin merkezlerinde
videolar yayınladı.
4 Kasım 2022 tarihinde Twitter
hesabından ”Merhaba gençler sizin ihtiyacınız olan parayı buldum… hiç
birinizin yeri sokaklar değildir. Hepinizin yeri girişim evrenidir. O parayı da
size Bay Kemal kesinlikle bulacak. Size getirecek, müsterih olun… Boşverin
siyasetin kısır tartışmalarını. Onları biz siyasiler yapmaya devam edeceğiz.
Ama evreni değiştirmek için de elimden geleni yapacağım, beraber yapacağız.” dedi.
Değil kokuşmuş CeHaPe, değil
ülke, evreni kurtarmaktan bahsediyordu.
Tabi ki bu vaatler
inandırıcılıktan çok uzak.
Çünkü CeHaPe’nin başardığı tek
şey vardır o da medeniyet değerlerimiz ile savaşmak.
Birde heykel ve musluk açılışı…
Amerika’yı ülkemizin başına
bela eden CeHaPe zihniyetidir.
Biraz gerilere gidersek.
İlk Tuzak… IMF ile tanışmak
oldu.
1947’de önce IMF’ye üye
olduk. Sonra Truman Doktrini
kapsamına alındık. Bu hadiseler birer gün ara ile gerçekleşti.11 Mart 1947’de
IMF’ye, 12 Mart 1947’de ise Truman Doktrin’i kapsamına alındık. Milli
egemenliğimize karşı ihanet bu adımlarla gerçekleşmiş oldu. Bu adımları sözde
kurtuluş savaşı kahramanı (Lütfen bu konuda Halide Edip Adıvar’ın hatıralarını
okuyunuz) CeHaPe’nin İsmet İnönü’sü gerçekleştirdi. Bilahare Truman
Doktrini çerçevesinde NATO’ya girildi. Ondan sonrası ise 15 Temmuz’a kadar
devam eden vesayet düzenidir…
1947’de ‘İstiklal Kahramanı
Milli Şef İnönü’ nün ABD ile imzaladığı sözleşme ile ABD’nin vesayet
zincirlerine bağlanmış olduk. Ancak sömürge ülkeleri için atılabilecek bir
başlığa sahip anlaşma: “Türkiye’ye Askeri ve Ekonomik Yardım Anlaşması” imzalandı.
Ardından imzalanan üç tamamlayıcı anlaşma ile ‘1954 Askeri Kolaylıklar Antlaşması’
: Türk topraklarının ABD kuvvetleri tarafından barışta ve savaşta
kullanılması için gerekli müsadeyi verirken, 8 Mayıs 1960’ta TBMM’de kabul
edilen 7480 sayılı kanun: ‘Türkiye Cumhuriyeti ile ABD Hükümeti Arasında
İşbirliği Anlaşması’ ile ülkemiz ABD’nin stratejik ve lojistik üssü haline
getirildi. Irak’ın işgalinde 1 Mart tezkeresi TBMM’de kabul edilmiş olsaydı
bu yasanın uygulanma imkânı oluşacaktı… 1969 ‘Askeri İşbirliği Anlaşması’ sonucunda
ise, Amerikalıların Türk yargısının önüne çıkarılamaması sonucunu doğurdu. 2018
yılında gerçekleşen Papaz Brunson hadisesinin TÜRK –ABD ilişkilerini bu denli
germesinin sebebi bu anlaşmadır.26 Mart 1976 ve 12 Eylül darbecilerinin
imzaladığı SEİA (Savunma Ekonomik İşbirliği Antlaşması) ABD’nin
ülkemizde kim iktidarda olursa olsun bildiğini okumaya devam etmesine imkân
sağladı. Bu bağımlılık öylesine ölçüsüzdü ki parasını verdiğimiz askeri
malzemeleri izinsiz kullanamıyorduk. Milletimiz bu gerçekleri, ancak Johnson
mektubu ve diğer olayları yaşadıkça öğrenebildi.
Kredilerin ve askeri
ekonomik yardım anlaşmalarının iki sonucu oldu…
Politika dayatmak,
dayatamadığı yerde darbe yapmaktı...
Politika dayatma; ABD’nin Ortadoğu’daki çıkarlarının bekçiliğini yapma
şeklinde tezahür ederken, politika dayatamadığı yerde ise içimize yerleştirdiği
casuslar aracılığıyla askeri darbeler yapıldı.
Tarihsel vetirede bu vesayet
düzeni ile bazı siyasiler mücadele etse de Sayın Erdoğan gibi başarılı
olamamışlardır. O her alanda inkılaplar gerçekleştirdi. 70’li yıllarda
Rahmetli Erbakan ve Ecevit doğrudan çatışırken, 90’lı yıllarda Ecevit işbirliği
yapmıştır. Demirel hükümetleri ise, ABD ile her zaman iyi geçinmeye çalışmış
lakin taleplerin fütursuzluğu karşısında ‘adamımız dedikleri’ Demirel
bile havlu atmak zorunda kalmıştır.
Hülasa; yardım koşulsuz
verilmez, ön koşul önerilen politikayı uygulamaktır.
İkinci Dünya Savaşından
sonra kurulan dünya düzeninde ABD emperyalizmine hizmet eden üç finans kuruluşu
oluşturuldu. AID (ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı) ,Dünya Bankası ve IMF. AID 25 milyar dolarlık
sermayesi ile ülkeleri ABD’ye köle yapmaya çalışır. Dünya’daki bankacılık
sistemi bu ‘üç Karun’un ’ ağzından çıkan söze bakar. Almadan vermezler.
Amerika “önce bunlarla anlaş sonra gel” der.
IMF sayfasının kapatılması ise
14 Mayıs 2013 tarihinde yine Sayın Erdoğan’a nasip olmuştur. Bu da
milletimiz adına gerçekleştirilmiş mühim bir inkılaptır.
Türkiye, Kemal DERVİŞ ismini
ilk defa 1977 ‘de duydu. Dünya bankası uzmanı idi. Atilla İLHAN, Kemal
DERVİŞ’in bir aralar Ecevit’in ekonomi danışmanlığını yaptığını yazar. Derviş,
az gelişmiş ülkelere ilişkin bir kalkınma programı ile Türkiye’ye gelir.
Türkiye’nin sanayileşme programında değişiklik önerir. “Büyük ticaret
açığı ile sanayileşme sorununu çözemezsiniz, ihracatı ağır sanayi yerine hafif
sanayi dallarına kaydırın” der. Borç almak için kendisine “evet” denilmesini
ister. IMF, Derviş’le Türkiye’ye %75,%100 oranlarında devalüasyon yapma ve
ithalatı sıfırlama talimatı verir...
‘Yardım esarettir.’ Bunu
herkes böyle bilsin. Kim dış finans kuruluşlarının kapısını çalıyorsa biliniz
ki ‘ya bilerek ya da bilerek’ bu ülkenin geleceğini ipotek altına sokuyordur.
Derviş ikinci kez, Kasım 2000
ve Şubat 2001’de yaşanan iki mali krizin ardından 22 yıldır sürdürdüğü Dünya
Bankası Başkan Yardımcılığı görevini bırakarak 13 Mart 2001 tarihinde Bülent
Ecevit hükümetinde Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanlığı görevini üstlendi. Görev
alır almaz ABD’ye gitti. Ecevit hatıralarında: “12 gün kendisinden haber
dahi alınamadı.”
Der.
Döndüğünde Ecevit’e “erken seçim kararı almasının ekonomiye yarayacağını”
söylediğini aktarır. Ülke ne hallerdeydi.
Şimdi. Elhamdülillah.
Ana ve yavru muhalefet ülkeyi
yeniden aynı günlere taşıma andı içmişler. Bu andın adı ‘Misakı
Müstemleke Andı ‘ dır. Ülke’yi İP’siz SaP’sızlara mı teslim edeceğiz.
Hayır hiç mi hiç niyetimiz yok. Tecrübe ettik tekrara gerek yok.
SON SÖZ
Adayları kim
olursa olsun ,ekonominin başına kimi geçirirlerse geçirsinler karar vericiler
Derwish’in patronları yani beş trilyon dolarlık fon sahipleri olacak… Dayatılan
politikaları şimdiden görmekteyiz.
Vesselam…
Nejat ÖZDEN
20.01.2023