Minberlere Ruh Veren Usta
Orta Anadolu’nun doğuya açılan kapısı
Sivas, güzel insanların ve hayırlı eylemlerin merkezi bir Selçuklu başkentidir.
Şems-i Sivasî’den İhramcızade’ye kadar Sivas uluları Anadolu’yu aydınlatmış
kandiller olarak günümüze nur taşımaktadırlar.
Kadim zamanların âriflerini andığımız
gibi, yaşadığımız günlerin irfan ehlini de görmek ve onların hizmetlerini
numune olmaları için tanıtmak bir vazifedir. Nitekim Sivas’ın Gürün ilçesinde
yaşayan Ali (Önder) Amca, günümüzün zanaat erbabı bir âhi’si, aynı zamanda
irfan kaynaklarından beslenmiş ve onlardan kana kana içmiş zamanımızın
âriflerinden birisidir.
Suların Birleştiği Yer: Suçatı
Ali Amca, Sivas’ın Gürün ilçesinin
Suçatı köyünde /mahallesinde yaşamaktadır. Suçatı, suların birleştiği yer, iki
ırmağın birleştiği yer olduğu için bu ismi almış. Tıpkı irfan ehlinin hikmet
kaynaklarından olan Somuncu Baba Şeyh Hamid-i Veli’nin faş olduğundan dolayı
Bursa’dan ayrılıp sonra insan yetiştirmek için gittiği Darende de buraya yakın
bir mesafede (25 kilometre) bulunmaktadır.
Suçatı mahallesi, Fırat nehrinin
Batı’daki doğduğu yer. Gökpınar’dan gelen su (Tohma çayı), Gürün ilçesinde
gelen İncesu çayının ve Gürün’ün doğusundan gelen Sarıkaya suyunun birleştiği
yer.
Gürünlü Ali Amca, seksen sekiz yaşında
Türkiye Diyanet Vakfı’nın her yıl verdiği Uluslararası İyilik Ödülüne layık
görülen ender hakikat adamlarından birisidir. Karşılıksız yaptığı iyilikler,
onu tanımamıza vesile oldu. Ancak onun en belirgin özelliği ileri yaşına
rağmen, hiçbir ücret almadan camiler için yaptığı minber, mihrap ve kürsülerdir.
Ali Amca, başında kahverengi yünden
örülmüş bir namaz takkesi ile, yüzü nur içinde bir görüntüye sahip.... Genç ve
diri görünümü onu 88 yaşındaki bir kişi olarak göstermiyor. 65 yaşlarında bir
görüntüye sahip olan Ali Amca, en az 20 yaş daha genç görünüyor.
Tebessüm eden yüzüyle adeta gözlerinin
içi gülüyor. Yaptığı işin kendisine verdiği mutluluk öncelikle yüzünde ve
gözlerinde, sonra da adeta bütün vücudunda ve mimiklerinde/tavırlarında
görülebiliyor.
Takım elbiseli haliyle duruşu,
atölye/iş kıyafetiyle yer değiştirdiğinde yılların ustası Ali Amca ortaya
çıkıyor. Takım elbisesinin içine giydiği beyaz gömlek, adeta onun kalbinin ne
kadar temiz, yüreğinin ne kadar pak olduğunu yansıtıyor.
Beyaz gömleğinin kol düğmeleri ve
yakasına kadar iliklenmiş ön gömlek düğmeleri, ona karşı ayrı bir saygınlık
kazandırmaktadır. Beyaz gömleğinin üzerine giydiği günümüzde artık moda olmayan
takım yeleği, muhatabı için, kendisine ayrı bir hürmet gösterme duygusu
katmaktadır.
Ali Amca’nın öpülesi elleri yıllardır çalıştığını gösterircesine büyük ve damarlı bir görüntüye sahip. Parmağındaki gümüş yüzüğüyle daha bir zarif görünmektedir.
Abdestsiz Dokunulmayan Keresteler
Seri yürüyüşüyle her gün sabahın erken
saatlerinde yoklama alınıyormuşçasına erkenden atölyesine gelen Ali Amca,
üzerine giydiği kahverengi iş kıyafetiyle çalışmaya başlar.
Abdestli olarak eline aldığı ceviz
ağacından üretilmiş kerestelerine şekil verir ve onlara ruh katar. Kahverengi
üst çalışma kıyafetinin üst cebindeki kurşun kalemin, işinin seyrine göre,
kulağının arkasına takıldığı da olmaktadır.
Ali Amca, eline aldığı ceviz ağaçlarını
elektrikle çalışan torna ve marangoz aletleriyle şekil verip tesviye etmekte, zımparalayarak
düzeltmektedir.
Bitmiş,
tamamlanmış, boyanmış ve yerine yerleştirilmiş minbere dokunduğunda Ali Amca,
adeta onlara oğlu veya kızı gibi hürmet ve sevecenlikle yaklaşmaktadır. Ali
Amca, atölyede çalışırken adeta mabette gibi işlerini yapmaktadır.
Manevi bir
âleme akan yüreği, Ali Amca’yı saadetin doruklarına ulaştırdığı görülmektedir.
Nitekim o da yaptığı bu iyiliklerle büyük bir ibadet şuuru içinde
görülmektedir.
Atölyesinde çalışırken gelen yarım
yüzyıldan beri hayat arkadaşı Hatice Teyze, elinde getirdiği çayları Ali
Amca’ya ikram ediyor. Ali Amca sadece camiler için güzelleri yapmıyor. O aynı
zaman da köylülerin ve komşularının da işlerini yapıyor.
Babası
marangoz olduğu için Ali Amca da, onun yolunda giderek ahşapla uğraşıyor.
Başlangıçta inşaat işiyle uğraşır, ancak daha sonraları marangozluk işine
girer.
Elli yaşlarında iki kamyon ceviz
kerestesi alan Ali Amca, bir müddet sonra bu ceviz ağacından çıkarılmış
kerestelerle hiçbir iş yapamaz olur. Zira ceviz ağaçları yeni modern evlerde
kullanımı olmadığı için, onları bir tarafa koyar. Otuz yıl bekleyen ceviz
ağaçlarının kerestesiyle 37 yıldır, Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki camiler
için 20 minber, 7 mihrap ve 5 kürsü yapar. Yapılanlar çok beğenilir.
Ali Amca, minber, mihrap ve kürsü
yaparken adeta bir ibadet şuuru ve vecdiyle çalışır. Namaz kılacak gibi, abdest
alır. Kendi ifadesiyle abdestsiz keresteyi eline almaz.
Ali Amca’nın Uzun Ömrünün Sırrı
İlk okul mezunu olan Ali Amca, namazını
çocukluğundan beri hiç bırakmamış bir Anadolu ârifi. Yokluk içinde büyümüş. Babası
birtakım sebeplerden dolayı aileyle fazla ilgilenememiş, dolayısıyla ailenin yükünü
Ali Amca üstlenmiş.
Yokluk ve kıtlık yıllarında Ali Amca,
kazma ve kürekle bağ bahçede çalışır. Gurbete çıkar. İnşaatlarda amele olarak
çalışır, yevmiye ile hayatını kazanır. Sonra ustalaşır. Dönüşte Gürün’de inşaat
yapmaya başlar. İleriki yaşlarda marangozluk işine girer.
Sabah atölyesine giderek kapısını
besmele ile açar. Kapının kilidini anahtarıyla açarken dualar eder. Besmele çekerek dükkanını açan Ali Amca şöyle
dua eder: “Rabbi yessir, ve la tuassir. Rabbi temmim bi’l-hayr. La havle ve la
kuvvete illa billahi’l-aliyyi-l-azim. La havfun aleyhim ve lahüm yehzenun. Rabbim sen en iyisini bilirsin. Görünür
görünmez belalardan sen esirge Ya Rabbi!”
Sabah namazından sonra atölyeye gider.
Bir müddet çalıştıktan sonra kahvaltı için yakındaki evine gelerek yemeğini
yer. Ali Amca az yer, doğal beslenir. Doktora 3-4 defa gitmiş. Hastalandığı
ender zamanlarda doktor muayene ederken yaşına göre onun dinç ve diri oluşuna
şaşırır, ‘bunun formülü nedir?’ diye sorar. Hastalarına onun söylediklerini
tavsiye etmek için sorularının cevabını merak eder doktor. Tahlillerini görünce
Doktor, Ali Amca’nın on sekiz yaşındaki bir gencin değerlerine sahip olduğunu
söyler.
Ali Amca da sağlıklı uzun yaşamanın
sırrını açıklar/verir: Erken kalkmak, sabah namazından sonra yatmamak. Sağlıklı
beslenmek. Evde yapılan yiyecekleri yemek. Doğal ekmek, tandır ekmeği, bal… Kimsenin
arkasından konuşmaz. Dedikodu yapmaz. Fitne fesat bilmez. Herkes hakkında iyi
düşünür.
Balı kendisi üretir Ali Amca; on-on beş
kovanı vardır. Kendisi uğraşır, kimseyi kovanlarına iliştirmez. Kovanların ve
arıların bakım ve ihtiyaçlarını sadece kendisi karşılar.
Arılarına kimseyi yaklaştırmayan Ali
Amca, sadece kendisi bakar. Arılarla anlatılamayan bir sıcaklığı var. Arılarla
saatlerce beraber olur ve onlarla konuşur.
Oğlu Mustafa Hoca’nın anlattığına göre,
her gün baldan yer. Şeker yerine bal kullanır. Çayını balla içer. Çay kaşığıyla
ağzına bal aldıktan sonra çayını yudumlar.
‘Doğal olanın zararı olmaz’ diyerek şeker
kullanmaz, sadece tandır ekmeği yer.
Dut ağaçlarının bol ve verimli olduğu
Suçatı köyünde Ali Amca, her türlü sebze yetiştirir. Onlar seferberlikte hayatın
zorluklarını çok kolay atlatmışlar. Zira onların uğraşı ve gelir kaynağı olan pekmez
yanında meyvelerin yaş ve kurusu, pestil olduğu için seferberlikte ağır haller
yaşamamışlar.
Mevlânâ Aşığı Bir Usta
Okumamasına rağmen Ali Amca tam bir
kitap aşığı. 1959 başında Mevlânâ’nın Divân-ı Kebir’ini satın almış. Onu
okumuş, arkadaş grubuyla okumuşlar. Bir kişi okuyor, diğerleri onu dinliyor.
Çoğu anlamadığı için, bazıları başka bir şey okuyalım derlermiş.
Sofu Osman ve Ali Amca Divan-ı Kebir’i
ısrarla okumaya devam etmişler. Darende’de Hulusi Efendi’nin tavsiyesiyle
kitabı almışlar ve okumuşlar. Tamamını okuyup bitirmişler.
Ali Amca, ikinci olarak Hz Mevlânâ’nın Mesnevi’sini
almış. Takım olarak 6 cilt (MEB) baskısı 1969 lu yıllarda. (Divan-ı Kebir Remzi
Kitabevi).
Mevlânâ sevdalısı olan Ali Amca,
küçüklüğünden itibaren yaşadıklarını anlatırken, hiçbir zaman umutsuz ve mutsuz
değildir. Acısıyla tatlısıyla Rahman’ın verdiklerine hep şükretmektedir.
Anlattığına göre, Ali Amca, yedi
yaşından itibaren babası marangoz olduğu için marangoz olarak çalışmaya başlar
ve meşgul olur. Askerden geldikten sonra marangozluğu bırakır, inşaat işine
başlar. O artık gurbete çıkmıştır.
Ankara, İstanbul, İzmir ve Adana’da
çalışır. Arısoy Kollektif Şirketi’nde kalfalık yapar. Orada önemli bilgi ve
tecrübe edinir. Akabinde Gürün’e döner.
O yıllarda henüz beton daha Gürün’e
yeni gelmiş (1971 yılı). Gürün’de inşaata başlar, ilçede müteahhit de yoktur. Ali
Amca, hemen bir müteahhitlik belgesi çıkarır. Okulların inşaatını yapmaya
başlar. Okulların yapımı başlayınca doğramasını yapmak için şu andaki marangoz
atölyesini yapmak zorunda kalır.
Ceviz Ağacı Kerestelerinin Bereketi
Ali Amca, o dönemlerde ceviz ağacı
kerestesi çok pahalı ve kıymetli olduğunu söylemektedir. Ancak günlerin neleri
getireceğini bilmeyen Ali Amca, büyük miktarda ceviz kerestesi alır. MDF tarzı çıkınca
ceviz kerestesi kıymetten düşer. Ali Amca kendi ağzından bu hali şöyle anlatır:
“Türkiye'nin çeşitli illerinde bir
şirkette kalfalık yaptım. Orada hayli bir bilgi edindikten sonra Gürün’e
geldim. 1971 yılında Gürün’de inşaata başladık. Müteahhitlik belgesi aldım ve
okulların işlerini yapmaya başladım. Okullardan iş alınca bu atölyeyi yapmak
zorunda kaldım. Doğrama işlerini yapmak için burayı aldım. O dönemlerde ceviz
kerestesi çok pahalıydı, kıymetliydi. Bende hayli ceviz kerestesi aldım. MDF
çıkınca ceviz kerestesi kıymetten düştü. Aldığım ceviz kerestesi de hayli kurudu.
5-6 kamyon ceviz kerestesi aldım. Çok olduğu için satmak istedim ama satamadım.
Bizim evin yakınına cami yapılıyordu, oraya bir minber yapmaya niyet ettim.
Darende ilçesinde Şeyh Hamid-i Veli Camii ve Türbesi’nde (Somuncu Baba) daha
evvel bir minber yapılmıştı, 150 yıllık. Ölçüyü ondan aldım. Yaptığım o minber
beğenildi, beğenilince bende iştah uyandı. Elimde olan keresteyle Rabbimin
rızası için camilere minber yapmak için niyetlendim. 25-30 yıldır bu işle
uğraşıyorum. Bu zamana kadar 20 minber, 7 mihrap, 5 tane kürsü yaptım. Yaptığım
hiçbir şey için ücret almıyorum.”
Ali Amca için, minber, cami içinde çok
mübarek bir yere sahip. Kürsü ve mihrap da aynı güzellikte caminin süsleridir,
Ali Amca için. Onun dediğine göre kürsülerde Cumalarda hocalar çıkıp vaaz
ediyorlar. Mihrapta secde ediyorlar. Minberde hutbe okuyorlar. Bundan daha
güzel bir hizmet olmaz diyor. Onun için abdestsiz eline kereste almıyor.
Gelinlik Kız Gibi Yolcu Edilen
Minberler
Ali Amca, büyük bir huşu içinde yaptığı
cami eserlerini anlatırken kendinden geçerek, onlara olan bağlılığını/sırrını
paylaşıyor:
“Bir minberi yapıp da arabaya
yüklendiği zaman nasıl bir kızı olur gelin edersin, ata bindirirsin veya
arabaya bindirirsin. İşte o ayrılık var ya, aynen o şekilde oluyor. Çünkü üç
buçuk ayda ancak bitirebiliyorsun. Hiçbir başka odun veya kereste
kullanmıyorsun. Sadece ceviz kerestesi kullanıyorsun.”
Ceviz kerestesinin 25-30 yıl kurumadan
eline almadığını söylüyor Ali Amca. O, “bunları yaparken, hayatının en güzel
günlerini yaşıyorum” demekten kendini alamıyor.
“ Yaşım 88” diyor Ali Amca, “ama kendimi
17-18 yaşlarında hissediyorum, bu minberi yapmak için.”
Minber ve mihrapların ceviz ağacından
yapılmasının sebebini Ali Amca şöyle anlatıyor: Ceviz ağacının meyvesi acı
olduğu için, kendisi de acı. Dolayısıyla haşere yaklaşmıyor/uğramıyor.
Yaklaşmayınca ahşap çürümüyor. Haşere de uğramadığında ömrü uzun oluyor.
İkinci hususu da şöyle ifade ediyor: Bu
minberi yapıldıktan sonra camiye götürüyorsun, hocanın namaz kıldığı yere
koyuyorsun, halının üzerine. Ne güneş görüyor ne rutubet görüyor ne de yağmur
görüyor. Bundan dolayı ömrü camiden de uzun oluyor.
Ali Amca, otuz yıllık ceviz ağaçlarını
kullanmaktadır. Fazlasıyla aldığı ceviz ağaçlarından üretilmiş otuz yıllık
keresteler tükenmektedir artık. Son kereste ile şu anda 25. minberini yapıyor. ‘Ömrüm
müsaade ederse’ demeyi de ihmal etmeyen Ali Amca, ölüme de hazırlıklı bir duruş
içerisinde mütevekkil tavrını koruyor. Son kerestelerini yirmi beşinci minberin
yapımı için kullanan Ali Amca, ‘Kereste getirsinler yine yaparım’ diyor.
‘Hayır İçin Yaptım… Para Talep Etmedim’
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2020 yılında
dağıttığı yedi tane iyilik ödülünün birisi Ali Amca’ya verilmiş. Tertemiz pırıl
pırıl kalbinin sayesinde bu ödüle layık görülür. Yaptığı işlerin hiçbirinden
tek kuruş talep etmemiş. O, “Allah’ın evine hizmet ediyorum. Allah’ın evine
parayla hizmet edilmez” diyor.
Ali Amca: “Ben hayatımın en güzel
günlerini yaşıyorum, çok mutluyum. Allah bu günleri bana gösterdi. Buna da
layık değilim aslında. Sözlerine şöyle devam ediyor Ali Amca: “Yolun sonuna
geldik artık yaş 88 oldu. Bir ömür, nasıl rüya görürsen, öyle geçti gitti. Bir
memur nasıl sabahleyin kalkıp işine giderse, atölyede amirim varmış gibi, o
saatte gidiyorum.”
1933 doğumlu olduğunu söyleyen Gürünlü Ali
Amca, hayatını kısa cümlelerle özetliyor: “1945 yılında okuldan mezun oldum. Yüksek
okula gidemedim. Babam göndermedi.
1953’de askere gittim. 2,5 sene askerlik yaptım. 1956 yılında terhis oldum.
Terhisten sonra evlendim.
Yaşı 88 olan Ali Amcanın, eşi Hatice
Ana ise 78 yaşında. On altı yaşında Hatice Ana’yla evlenen Ali Amca, o zaman 25
yaşındaymış. Yedi evladı; üç erkek ve dört kız çocuğu olmuş. O, bunların
hepsini okutur, evlendirir.
Müteahhitlik yapar, Arıcılık yapar.
Anlattığına göre, bunları bitirdikten sonra gönlüm hayırlı bir iş yapmayı
arzuladı diyerek konuşmasına devam eder: “Minber yapma işini şöyle niyetlendim.
Bir cami yapılıyor. Caminin içerisinde eğer minber, mihrap ve kürsü olmazsa,
dört duvar oluyor/kalıyor…
Minber, camilerin incisi. Minberi
koyduğun zaman, her cumada imam o minbere çıkıp halka hitap ediyor. Mihraba her
beş vakit alınlarını koyuyor. Kürsülerde her zaman hocalar çıkıp halka vaaz
ediyor. Bundan daha güzel bir sanat olmaz diye düşündüm.”
“Sadece hayır için yaptım. Bir para
talep etmedim. Allah rızası için yaptım” diyen Ali Amca devamında sözlerini
sürdürür:
“Allah sıhhat verdi. Atölye verdi,
kereste verdi. Kuru kereste olmazsa, bunlar yapılmaz. Allah verdi, atölye de
hazırdı. Kolaylıkla yaptım.”
‘Bizim Camimize de Yap”
Hanımı Hatice Teyze: ‘Otuz yıldır bir
kitaplık yapmadın’ dediğinde, Ali Amca: “Yaparım Hanım” diye güven veren dingin
ve sakin bir sesle ve tavırla cevap veriyor.
Hatice Teyze: “Evde çok işimiz var, ama
yapmadı” diyor.
Ali Amca: “Evimde otuz yıldır
yapmadığım işler var, bazı noksanlar var” diyerek evindeki vazifesini yerine
getirememenin mahcubiyetini yaşıyor.
“Marangoz olduğum halde atölye de
olduğu halde evde bazı noksanlar var. Kitaplığını göstererek bu kitaplığın
kapağı daha henüz yok” diyor Ali Amca. Bundan dolayı Hanım beni fırçalıyor:
“Sen alemin işini yapıyorsun, evin
işine hiç bakmıyorsun. Senin eşini burayı mı gömdüler, diyerek beni fırçalıyor.
İlk minberi, kendi yaptıkları cami için
ortaya koyar. Mahallesinde İbadullah Camii var. “Orayı biz yaptık” diyor Ali
Amca. “İhtiyaç duyduk. Buna acaba bir minber yapabilir miyim? Camiyi yaptık
bitirdik, kerestem de var, atölyem de var.” Böylece Ali Amca’nın ilk eseri, bu
caminin minber, mihrap ve kürsüsü oluyor.
Minberi yaparken Darende’de Şeyh
Hamid-i Veli (Somuncu Veli) Hazretlerinin türbesi ve camisinde bir minber var…
Onu örnek aldığını söylüyor Ali Amca.
1950 yılında yapılan cami eskidiği için
komşuların ortak kararıyla bu yeni mabet yapılmış. Devamında Ali Amca, camiyi
yaptık bitirdik dedikten sonra, “yedi camimiz var, beşindeki minber ve mihrap
çok iyi değildi” diye anlatıyor.
Hal böyle olunca, minber ve mihrabı
olmayan bu beş camiye de Ali Amca, minber ve mihrap yapar. Ondan sonra Gürün
köylerinden benzerinin yapılması için teklifler gelmeye başlar: ‘Bizim camimize
de yap”
Münasip camilere giden Ali Amca, yirmi
üç tane minber daha yapar. Yaşına rağmen, tek tek isimlerini saydığı illeri Ali
Amca belirtir: İstanbul, İzmir, Trabzon, Kayseri, Malatya ve Sivas’taki
camilere benzer şekilde minber ve mihrap yapar.
Ali Amca’nın anlattığına göre “bu
camilere yaptığı minber ve mihrap yapıldıktan sonra cemaat ve muhtar
toplanıyor. Minberi yerine koyacaklar. Başta hoca hepsi dua ediyor. İşte o bana
yetiyor. Paradan daha iyi geliyor. Bir minber ara vermeden 3,5 ayda bitiyor.”
Gürün Kaymakamı Kadir Algın: “Gürün’de
kime sorsanız, herkes Ali Amca’yı çok seviyor. Bununla alakalı kime sorarsanız
Ali Amca’yı mutlaka tanıyor.”
Yeme içme işlerini Hatice Teyze
yapıyor. Ali Amca atölyede çalışırken, Hatice Teyze de ona çay ve kahve
getiriyor. Ali Amca günde 8-9 saat çalışıyor. “Bu aşk, çalışma aşkını Allah
sevgisi yaptırıyor…İnsan bir işi yapıyorsa ‘gece rüyasında girmeden o bir işi
yapamaz, o iş makbul olmaz… Kerestelere abdestsiz dokunmuyorum” diyor Ali Amca.
‘Gel Seni Kızımla Tanıştırayım…’
Gürün Belediye Başkanı Nami Çiftçi’nin
anlattıkları, Ali Amca’nın yaptığı bu ulvi işin mahiyetini ortaya koymaktadır.
Ali Amca’yı bir cenaze merasiminden
sonra bırakmak için evin önüne geldik. Elimden tuttu bana şu ifadeyi kullandı:
“Gel seni kızımla tanıştırayım. Kızım deyince önce algılayamadım, ama atölyeye
doğru yürümeye başladık. Atölyenin kapısını açtı. Daha önceki minberin olduğu
yere götürdü. Benim 3,5 ayda yetiştirdiğim kızım. Bu minberi Ali Amca kızı diye
takdim ediyor. Kızı kadar kıymetli sayıyor. O biliyor ki, minberler, Allah’ın evinde
hizmet verecek”
Ali Amca’nın şu sözleri Allah için
sevmenin, Allah için bir işi yapmanın doyumsuz manevî hazzını bize
anlatmaktadır: “Bu minber, mihrap ve kürsü arabaya hüzünle yüklüyor, vedalaşıyorum
ve o yerine gidiyor.”
Atölyenin kenarında üstü bir örtüyle
kapalı alanda ceviz ağacından hazırlanmış keresteler var. Orada çalışan Ali
Amca ev vazifelerini nihayet yapmaya başlar. Onu da şöyle anlatır: Minberleri
bitirince, evin işine başladım. Eşi Hatice Hanım’a: ‘Bakıyorum da daha önce
bana çay getirmiyordun. Evin işine gelince çay getiriyorsun’ diyor.
Ali Amca ahşap, portatif iki sandalye
yapar. Birisi yetmiş yıl önce 1952 yılında yapılmış, diğeri ise yeni yapılmış
ama boyanmamış. Hanımına: Hangisini istiyorsan onu getireyim diyor. Hanımı şu
eskiyi getir. “Şu yaşlıyı mı istiyorsun” diye Ali Amca sorunca, Eşi Hatice
Teyze: “O yaşlıyı getir. O benim gibi yaşlı” diyor.
Ali Amca: “Bu yaptıklarımın yarısını da
hanımımın işi, emeği” diyor. “Bütün hizmetimi ve ihtiyaçlarımı görmeseydi, ben
o şekilde atölyede çalışamazdım.”
“Allah bugünleri gösterdi. Çok mutluyum”
diyor Ali Amca: “Allah bu günleri gösterdi. Buna da layık değilim aslında. Ben
çok zeki, çok zengin, bunları yapabilecek bir kapasite de usta değilim. Ama
hayır işine yönelince Allah her şeyi halk ediyor, her şey çok kolaylaşıyor.
Kendini iyiliğe adayan Ali Amca’nın
yaptığı davranışları takdir ettiğini belirten Gürün Belediye başkanı Nami
Çiftçi, “Ben öncelikle Ali Önder amcama teşekkür ediyorum. Diyanet İşleri
Başkanlığı, bu yılki 7 tane dağıtmış olduğu iyilik ödüllerinden birini
tertemiz, pırıl pırıl kalbiyle Ali amcama layık gördü. Bu Ali amca için büyük
bir onur, büyük bir şeref. Bizler içinde bir onur, yani Ali amcamın şahsında
Gürün için de, Gürünlüler için de büyük bir onurdur. İnşallah Rabbim ona o ömrü
yazmıştır, o sağlığı ve sıhhati yazmıştır. Daha nice minberler, mihraplar
yapmaya inşallah. Bugüne kadar 20 tane minber yapmış Ali amca, bu minberler 20
ayrı camide din görevlilerimiz tarafından kullanılıyor. Hiçbirinden de zerre
miktar, delikli kuruş talep etmiş değil. Zira Rabbimin evine hizmet ediyorum.
Rabbimin evine parayla hizmet edilmez diyor" dedi.
Ali Amca’nın ‘Kaza Namazı Yoktur’
Gürün’e yakın bir ilçe olan Darende’de
Nakşi şeyhi Osman Hulusi Efendi ile on altı yaşında tanışır, Ali Amca. Yaşlı bir kişi olan Sofu Osman, Ali Amcanın
genç yaşta namaz kıldığını gördüğü için onu Hulusi Efendi’nin Darende’de ki
sohbetlerine götürür.
Ali Amca’nın ‘kaza namazı yoktur’ diyor
Cumhuriyet Üniversitesi’nde eğitim doçenti olan oğlu, Mustafa (Önder) hoca. Mustafa
hocanın anlattıkları, Ali Amca’yı daha yakından tanımaya vesile oluyor:
“İmkân dahilinde yine kaza namazı
kılıyor…Oruçlar tutuyor… Sık sık Kur’ân okuyor…Sabah namazından sonra Yatsı
namazından önce Kur’ân okuyor…Hulusi Efendi’nin hizmetinde bulunuyor…Darende’
de ki Vakfın ve derneğin inşaat ve marangozluk işlerini yapıyor. Orada ahşap
işlemeler, onda hayranlık uyandırıyor. İleride yapacağı mihrap ve minberlere
ilham kaynağı oluyor. Daha sonraları oradaki minber ve benzeri ahşap işlerin
benzerlerini yapıyor.”
Osman Hulusi Efendi, Ali Amca’nın evine
gelir, 4-5 evi ziyaret eder. Aslında başka evlere de ziyaretlerde
bulunmaktadır. “Hacca beraber gitmeliyiz” dediğinde Hulusi Efendi, beraber
hacca giderler. Ali Amca, davet ettiğinde Hulusi Efendi evine gelir.
İhramcızade İsmail Hakkı Toprak’la
Tanışma
Ali Amca, Sivas’ın son ulularından İhramcızade
İsmail Hakkı Toprak’la on sekiz yaşında taşınır. Darende’ den sonra Sivas’a
yaya olarak giderler. Güründen Sivas’a yaya gider.
Ali Amca, vefasını en yüksek düzeyde
gösterir: ‘Biz de bir şey yok. Ne varsa, Hulusi Efendi ve İhramcızade’nin
himmetleriyle hasıl olmaktadır” der.
Çıkar gözetmeden büyük bir manevi
lezzet alan Ali Amca: “İhramcızade’yle sohbette en küçük bendim. Abdest
alırken, havlu tutmak bana düştü. Takunyanın içini ellerimle yıkadığım zaman
‘beni uyardı, ellerinle yıkama, suya tutarsan yeter’ dedi.
Sohbetten sonra oturduklarını ifade
eden Ali Amca, İhramcızade’den bahisle onun sözlerini aktarır: “İsmet Önünü ile
aynı sınıfta olduğu söyleyen İhramcızade, ‘O şimdi nerede? Sorusuna Berber
Bekir Efendi’nin “o başbakan efendim” sözü üzerine: “O okudu öyle oldu. Biz de
okumadık böyle olduk” der.
Sivas Ulucami harap iken, İhramcızade
bu mabet için çok emek çekti. Soba borularını tavana koyarak kalıp yaparak
beton döktü. Ağaçların renginde kalıplar dökerek Ulu camiyi tamir ettirdi.”
Ali Amca anlatmaya devam ediyor: “Menderes
zamanında seçimler yaklaşınca vatandaşlar İhramcızade’ye sordular: Sağ parti
mi? Sol parti mi?
Tekerin kestiği (İki tarafta pis/şer) diye cevap verdi. ‘Bizim
partiyle pırtıyla işimiz yok. Biz Hak partisiyiz. Allah’ın partisiyiz.’
“İhramcızâde kim olursa olsun yardım
ederdi” diye devam ediyor Ali Amca, Aşık Veysel gibi, maddi durumu iyi olmayana
da yardım eder. “Pek zengin değildi İhramcızade” diyor, Ali Amca. “Yine de
herkese yardım ederdi. Altı yedi değirmeni varmış önceden, sonradan satmış.
İşler zayıflayınca morali bozulmuş. Hanımı, altınlarını getirmiş. Bütün
altınlarını vermiş. Seni mahcup görmek istemiyorum. İkinci hanımı için seni
okuttuk, hacca götürdük, ‘bizim çadırın malı olamadın’ diye söylermiş.
Bal: Nesilden Nesle Bir Simge. Gelenek,
Metafor…
Ali Amca’nın arılarıyla saatlerce
sohbet ettiğini söyleyen oğlu Mustafa Hoca, babası için ‘asrın evliyası’
ifadesini kullanmaktadır.
Ali Amca, her iki taraftan (hem anne
hem de baba tarafından) asil bir aileye mensup. Baba tarafından büyük dedeleri
Molla Mikdat (Somunca Baba) Suçatı’yı ziyaret edince, dergâh ve tekkeye kendisini
mütevelli tayin etmiş.
Ali Amcanın annesinin babası (dedesi)
Hanefi Hafız, Darende’de ki büyük medreseyi bitirmiş. Köyde de çevresinde de
çok sevilen çok yardımsever birisi…
Balı sağıldığı zaman (hasat
edildiğinde) balından tatmayan kimse kalmaz. Herkese, komşulara birer çıta
dağıtır. Eve gelenlere ikram eder. 10-15 kovanı var ama, bütün kasabada yemeyen
kalmaz.
Somuncu Baba Suçatı’ya gelince Ali
amcanın büyük dedeleri kendisine bal ikram ederler. Somuncu Baba, Ali Amca’nın
dedelerine dua eder. Somuncu Baba balı çok beğenir. Ona ve aileye dua eder.
Hasat edilen balı köye ve çevreye dağıtma ve ikram etme büyük dedelerden gelen
bir gelenek olduğunu söyleyen Ali Amca’nın oğlu Mustafa Hoca, ‘böylece balın bereketlendiğini’
de ilave etmektedir.
Ali Amca’nın akademisyen oğlu Mustafa
Hoca, 24 yıl Diyanet’te çalışmış, imamlık vaizlik, ilçe müftülüğü, il müftü
yardımcılığı, yurtdışı görevlerinde bulunmuş. Ali Amca’nın oğlu Mustafa Hoca anlatıyor:
Çocukluğumda köyde birisi hasta olunca, bal
isterler, hastalara götürürler, Şifalı bal diye hastalara verirlerdi. Dedem de
herkese dağıtır. Kimseye yok demez. Bal nesilden nesle bir simge. Gelenek,
metafor…
Somuncu Baba’nın tükenmeyen ekmekleri zahir
olunca, sırrı faş olur. Ulucami’nin üç kapısından çıkanların hepsi de, Somuncu
Baba’yı gördüğünü söyler. Gerçekten bu olay yaşanmış mı bilinmez ama
anlatıldığına göre, Allah’ın kendisine ikram ettiği bu sır ortaya çıkınca
Bursa’yı terk eder. Arkasından şöyle dua eder: Dağlarından yağ (zeytinyağ),
ovalarından bal (incir) aksın.
Bal ikram eden dedeler Somuncu Baba’nın
duasından nasiplenirler.
Ali Amca’nın oğlu Mustafa Hoca
anlatmaya devam eder: Suçatı’nın eski ismi ‘Telin’dir. Somuncu Baba, Suçatı’ya
(Telin) 1298 (Rumi) gelir. Ondan kalan vakfiye bugüne ulaşır.
Somuncu Baba’nın Yazdırdığı Vakfiye
Somuncu Baba’nın yazdırdığı vakfiye (Ali
Amca’nın Büyük Dedesini mütevelli olmasının belgesi) çerçevesinde, o vakfın
yeniden ihya edilme çalışması yapılmaktadır. Su değirmeni tekrar ihya edilmeye
çalışılıyor. Yüzlerce yıllık olan su
değirmeninin sembolik olarak ihya edilmesi düşünülüyor. Kırk yıl öncesine kadar
faal olan değirmen ki, Somuncu Baba’nın kurduğu vakfa ait olan mekân olarak
tekrar işler hale getirilecek.
Köyde üç su değirmeni bulunmaktadır. Su
değirmeni bugün sadece nostaljik olarak kullanılabilecek bir hale getirilecek.
Somuncu Baba’nın ziyaret ettiği Tekke,
Karacalar Mescidi, aşevi, ahırlar, dut ağacı (tekkenin önünde) şeklinde bir
külliye konumunda... Özel olarak dut yemeye geliyorlar, çünkü vakıf… Şifa olsun
diye dut yemeye geliyorlar. Bugün tekke ve külliyesi yol çalışmalarında
kaybolmuş. Varlığı, vakfiye bulununca tespit edildi
Vakfiyeye göre, Ali Amca’nın büyük
Büyük Dedesi mütevelli olur. Böylece, Dede imam Molla Mikdat ve onun babası
Molla Veli’dir.
Burası aynı zamanda şifa arayanlar için
bir ‘ocak’tır. Elbette en büyük şifa
veren eş-Şâfi’nin sebep kıldığı bir ‘ocak’. Bu hususta anlatılan bir olay
nesilden nesile aktarıla gelmiş bir hadise olarak şöyledir:
Somuncu Baba kasabaya gelince, bir
kadın hasta ineği için bir çinik (tabak) içinde tuz getiriyor. ‘Hoca aranızda
kim? diye soruyor.
“İneğim hasta, okuyun da Allah’ın izni
ile şifa bulsun” diyor. Hayvan Allah’ın
izni ve kudretiyle iyileşiyor. Kadının getirdiği tuza okuyan, Somuncu Baba
Hamid-i Veli’den başkası değildir. Bu haber bütün kasabaya yayılır. Büyük bir
şayia çıkar. Daha sonra maddî olarak insanlar çeşitli hediyeler getirirler.
Vakfiye Belgesi uzun zaman Ali Amca’nın
büyük neslinde bulunmaktadır. Ancak köyde yaşayan bir aile, Kamalı Hafızlar
(Hocagiller), bu belgeye sahip olmak isterler. Çünkü vakfiyeye sahip olan
birtakım imkanlara kavuşmaktadır. Belgenin olduğu yerde, Allah’ın izni ve
kudretiyle bolluk ve bereket hasıl olmaktadır.
Kızlarını kendi istekleriyle gelin
veriyorlar Ali Amca’nın ailesine. Kızlarına diyorlar ki: ‘Belgeyi (vakfiyeyi)
bize getir, ister orada kal, ister geri gel.’
Gelin belgeyi getiriyor babası
tarafına. Kendisi geri dönmüyor. Orada gelin olarak kalıyor.
Mustafa Hoca’nın anlattığına göre onlar
da bu berat (vakfiye) sayesinde Ocak oldular. Çevre köylerden insanlar geliyor,
bu ocağa.
“Belgeyi istedim” diyor Ali Amca’nın
oğlu doçent Mustafa Hoca. Çünkü vakfiye çok önemli bilgiler içeriyor. “Sadece
resmini çekeceğim” demiş ve bu isteğe karşı evin beyi gönülsüzmüş, ancak evin
hanımının ikna etmesiyle Mustafa Hoca’nın belgenin resmini çekmesine izin
vermişler. Katlanmış yerler okunmuyor. Mustafa Hoca, bazı teknik metotlar
yardımıyla vakfiyenin tamamını okumayı başarır.
Belge (Vakfiye) o ailede duruyor. Bütün
ısrarlara rağmen kimseye vermiyorlar.
Cepten Düşen İçki Şişesi
Sorular soruları getirince Ali Amca sorduklarımıza
cevap verirken, bir taraftan da yaşadığı güzel hatıraları naklediyor:
İhramcızade İsmail Hakkı Toprak, Aşık
Veysel’in ‘benim sadık yarim kara topraktır’ türküsünü defalarca okuturdu.
‘Canım ne güzel söylemiş. Ne doğru söylemiş’ derdi.
Bugün Çorapçı han olarak bilinen yerde
(Şire Hanı, Subaşı Hanı’nın 50 metre yakınında) İsmail Hakkı Toprak’ın sohbet mekânı
bulunmaktadır. Şimdi burası restore edildi.
Gece vakti İsmail Hakkı Toprak
ihvanıyla dışarı çıkıyor. Kongre binasının yanından ilerlerken, orada bir
meyhane önünden geçiyorlar. Bir adam zil zurna sarhoş. Aşka geliyor. Adam, onları
görünce ‘Allah deyip’ elini masaya vuruyor. Masa parçalanıyor.
İhramcızade: ‘Bugüne kadar Allah dostu
olduğumuzu söylüyoruz. Böyle canı gönülden Allah diyemedik’ diye hayıflanır.
Bayramlarda ziyarete gelenlere, İhramcızade
çok izzet ikram gösterir. Bu ziyaretlerin birinde adamın biri eğilip elini
öperken iç cebinden içki şişesini düşürür.
İki dizinin arasına minderin üzerine
düşer. O şahıs durumu bilmiyor, haberi yok. İsmail Hakkı mendiliyle üzerini
örtüyor kimse görmesin diye.
İhramcızade Bayram ziyareti bitince
sahibine şişeyi geri gönderir. Bu büyüklük karşısında, adam büyük utanç duyar, tövbe
eder, samimi bir mürit olur İhramcızade’ye.
‘Her Gün Cüzdanımda Para Buluyorum’
Ali Amca’nın oğlu Mustafa Hoca
anlatıyor:
Ali Amca, ilkokula gitmeden öncede
namaz kılmaya başlamış bir daha hiç bırakmamış.
Ali Amca’nın babaannesi Zeynep Ebe, İhramcızade’den dersli bir müride
imiş.
Ali Amca’nın, bir deri cüzdanı varmış. Bozuk
para yeri olan cüzdanında her sabah kalktığında bozuk para (yeni, hiç
kullanılmamış şekilde) bulurdum dermiş.
Bir gün Zeynep Ebe’ye dedim ki: ‘Her
gün cüzdanımda para buluyorum.”
Zeynep Ebe: “Katır oğlu katır, keşke
bunu söylemeseydin. Bu sırrın devam ederdi.”
Bir daha da aynı hal yaşanmamış.
Arılarla Konuşan Ârif
Ali Amca pekmez yapar. Onunla telefonda
görüştüğümüzde oğlu Mustafa Hoca’yla birlikte pekmez kaynatmakta idiler.
Bununla birlikte daha önce belirttiğimiz gibi, arıcılık yapar. Arılarla
saatlerce ilgilenir ve onlarla konuşur.
Arıların bulunduğu bahçe, evden 500
metre uzakta… Saatlerce orada oturur, onlarla konuşur. Hiç anlatmaz, onlarla
konuştuğunu. Konuyu açtığı zaman oğlu, hemen konuyu değiştirir ve bahsi
kapatır.
Arıcılığın yanında sebze de yetiştiren
Ali Amca, atölyede çok çalışır, bundan dolayı fazla kitap okuyamıyor. Daha çok Kur’ân
okuyor.
Üç erkek çocuğu bulunmaktadır. Onlardan
birisi öğretim üyesi, diğer maliye okumuş, banka müdürü olarak emekli olmuş,
diğeri vakıfta çalışıyor.
Ali Amca’nın çok düzgün geliri yok. Ama
oğlu Mustafa Hoca, onun hiç yokluk ve kıtlık çekmediğini anlatıyor.
Mustafa Hoca: ‘Maddi durumu hepimizden
iyi’ diyor. Ve devam ediyor: “Parası bereketlidir.” Bağkur emeklisi Ali Amca,
eşine şöyle dermiş: ‘Uşaklara sor ihtiyacı olan varsa, vereyim.’
Eve misafir olarak gelen giden çoktur.
Yine de Ali Amca gelen herkese izzet ve ikramda kusur etmez. Yaptırdıkları İbadullah
Camii, evinin olduğu yere yakındır. Rahmetli kardeşiyle Ali Amca birlikte
İbadullah Camii’ni yaparlar. Ali Amca, camide bulduğu garipleri ve yabancıları
kolundan tutup alıp eve getirir, onlara yemek ikram eder, karınlarını doyurur.
Hatice teyze, “gelmeden önce haberimiz
olsun, hazırlık yaparız’ diyerek tanıdık olsun veya olmasın misafirleri güzel
yüzle karşılar, onlara evin bereketli yemeklerinden ikramda bulunur.
Nesilden nesile devam eden iyilik,
ikram ve infak, Ali Amca’nın dedelerinden mirasla bugün de devam etmektedir.
Onun soyundan gelenler de halen, bu nebevî geleneği sürdürme konusunda
kararlılık göstermektedir.
Kaynakça:
-https://www.trthaber.com/haber/yasam/ali-dede-gonu...
-https://www.haber7.com/sivas/2952258-omru-boyunca-... Ülke / 13 Mart 2020