Minarenin alemi yok(oluyor)
SABRİ GÜLTEKİN
Türkiye genelinde çok sayıda tarihi eseri restore eden AK Parti Hükümeti, kaybolmaya yüz tutmuş medeniyetlerin tapu senetlerini ihya etti. Özellikle medeniyetlerin geçit merasimi yaptığı İstanbul'da neredeyse el değmedik eser bırakılmadı. Vakıflar Genel Müdürlüğü, sonraki nesillere ulaşması amacıyla 2003-2009 yılları arasında 3 bin 383 tarihi eserin restorasyonunu gerçekleştirdi. Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii, Süleymaniye Camii, Fatih Camii, Kılıç Ali Paşa Camii, Arap Camii, Nuruosmaniye Camii, Yahya Efendi Camii, Büyük Mecidiye Camii, Özbekler Tekkesi ve Yenikapı Mevlevihanesi başta olmak üzere birçok eser tarihi dokuyla barışık hale getirildi. 2002 yılı kayıtlarına göre 9 bin 483 olan vakıf kültür varlığı sayısı, 2003 yılında başlatılan tespit tescil çalışmaları sonucunda 19 bin 825 olarak tespit edildi. Cami, mescit, kütüphane, türbe, hamam, çeşme ve sebil gibi vakfiyelerin gaspına son verilmek üzere hukuki süreç başlatıldı. Cumhuriyet'ten sonra Osmanlı'yla hesaplaşma unsuru haline getirilen tarihi eserlerin acısı nispeten bu dönemde hafifletildi. Tarihi Yarımada'daki medeniyetlerin izleri ucube yapıların arasında yeniden belirginleşmeye başladı.
Bu faaliyetlerin ivme kazanmasında AK Parti Hükümeti'nin olağanüstü gayretini görmezden gelmek, küçüksemek nankörlük olur. Fakat bütün bunlar oluyorken kurumlar arasında hala aksayan problemler yok mu? Olmaz olur mu? Mesela, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında yazışma konusu olan ve bir türlü çözüme kavuşturulmayan bir örnekten bahsedelim: "Şah Sultan Camii."
***
Eyüp, Bahariye Silahtarağa Caddesi üzerinde bulunan yapı, 1555-1556 yılları arasında Yavuz Sultan Selim'in kızı, Kanuni Sultan Süleyman'ın kız kardeşi Valide Şah Sultan adına Mimar Sinan'a inşa ettirilmiş. Tekke, Haliç kıyısında yer alan ve sonraları Hançerli Sultan Sarayı olarak şöhret yapan Şah Sultan Sarayı`nın bahçesinde, Şah Sultan tarafından vakfedilen arazi üzerinde kurulmuş. Bu yapılar topluluğuna, aynı zamanda tevhidhane (Mevlevu00ee sema ayininin yapıldığı yer) olarak kullanılmak üzere Şah Sultan Camii eklenmiş. Gönül dünyası tasavvufa ve maneviyata sevdalı olan Sultan, bu tekkeyi Sünbülu00ee şeyhlerinden, "Merkez Efendi" mahlaslı Musliheddin Musa Efendi için yaptırmış. Bu mekanda, toplam 21 şeyh irşad vazifesini yerine getirmiş. Şah Sultan ayrıca avlu kapısı üzerinde ahşap bir mektep, arsanın yol tarafına da kendisi ve aile fertleri için bir türbe inşa ettirmiş, zamanla bu türbenin çevresinde ufak bir hazire oluşmuş.
Tekke, ilk büyük tadilatını 1766'daki büyük deprem sonrası III. Mustafa döneminde görmüş. Cumhuriyet'in ilk yıllarında harabeye dönen ve depo olarak kullanılan yapı, özellikle 1953'te yapılan restorasyonda tarihi özelliklerinin birçoğunu kaybetmiş. Bu değişim sonucu, iç söveler, son cemaat yeri zemini, taç kapısı, minberi, mihrabının nitelikleri bozulmuş. Yapıda bakım malzemesi olarak çimentonun kullanılması detayları örterek çirkin bir görüntü ortaya çıkartmış.
***
Bugün bunun en çok hissedildiği yer ise caminin minare kısmı. Minarenin bütün detayları çimento ile sıvanarak adeta ucube haline getirilmiş. Kurşunlarının büyük bir kısmı sırra kadem basan minarenin alemi harap olmuş. Diyanet yetkililerinin bakım için 2005 yılında yaptığı başvuru sonucu Anıtlar Yüksek Kurulu'ndan 2008'de müsaade çıkmış. Bürokrasinin ikinci ayağı olan Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne yapılan başvuruda, dosya incelemeye alınmış ve kısmi bakım genel bakıma dönüştürülmüş. Fakat uzun süredir Vakıflar İstanbul 1. Bölge Müdürlüğü'nde bekleyen dosya için birkaç keşif haricinde herhangi bir işlem yapılmamış. Öyle anlaşılıyor ki, bu konu büyük bir ihtimalle Bölge Müdürü İbrahim Özekinci beyefendinin dikkatinden kaçmış.
Çünkü Şah Sultan Camii'nin minaresindeki aleminde meydana gelen tahribat, Vakıflar Bölge Müdürlüğü hariç herkesin ilgisini çekiyor. Son söz olarak, yetkililere merhum u00c2kif'in diliyle yapıcı bir çağrıda bulunalım:
"Yıkmak, insanlara yapmak gibi kıymet mi verir?
Onu en çolpa herifler de emu00een ol, becerir.
Sade sen gösteriver "İşte budur kubbe!" diye,
İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye,
Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat o zaman,
Bir Süleyman daha lazım yeniden, bir de Sinan!.."