Minarelerin Gölgesinde Kitap Fuarları
Camiler, dün sosyal hayatımızın merkezinde idi, bugün de böyle olmalıdır. Osmanlı’da şehirler camilerin etrafında kurulurdu. Tesis edilen külliyelerin tam ortasında cami veya mescit olurdu. Etrafında hamam, çarşı, medrese, mektep, sebil, çeşme ve diğer eserler bulunurdu. Bugün tarihimizden alınan ilhamla camiler yeniden merkeze oturmaya ve zarif minareleriyle semayı süslemeye başladı. Anadolu’da bir şehre gittiğimizde önce Ulu Camisi bizi karşılar, gönlümüzü okşar. Selçuklular, Anadolu’yu inşa ederken ‘ulu’ camilerle donattılar. Osmanlılar da ‘çil çil kubbeler serpti’ dünyanın dört bir yanına...
Camiler Müslümanların mihveridir, özüdür, ruhudur, can damarıdır, şehirlerin âdeta kalbidir. İbadet ettikleri, yaradanlarına en çok yakınlaştıkları ulvî mekânlardır. Maneviyatı zayıf veya inançsız olanların, camilere karşı tavır koyması bu yüzdendir. Ahireti hatırlatan eserlerden zinhar hoşlanmazlar. Meselâ camiler ve mezarlıklar, onlar için cansıkıcıdır. Çünkü ikisi de onlara sorumluklarını hatırlatır, insan olmanın anlamını fısıldar. Meselâ son yıllardaki önemli tartışma konularından ikisi, Çamlıca Camii ile Taksim Camii’dir. İkisi de görülebilir yerlerdedir ve estetik yapılarıyla gözleri ve gönülleri okşamaktadır. Her iki ulu mabet, bulundukları semtleri taçlandırıyor. Beyoğlu’nu tam bir firenk semtine dönüştürmek isteyenler, elbette ‘ezansız bir semt’ talep edeceklerdir. Bohem gecelerin ortasında Taksim Camii gibi bir mabedin işi ne? Boğaz keyfini çıkarırken Anadolu yakasında göğe yükselen minareler onları yine rahatsız edecektir. Aslında etsin, hatta etmelidir. Zira onlar hem Ezan-ı Muhammedi’nin hem de ayyıldızlı bayrağımızın taşıdığı misyondan habersizdir. Ecdadımız kabristanları şehrin içine kurarken şimdi çok uzaklara sürülüyor. Büyük yanlış, hazirelere olmasa da merkezi mezarlıklara defnedilmeli müteveffalarımız. Bu konu üzerinde durulmalı, kabir ziyaretleri asla kesilmemelidir. Yahya Kemal’in deyişiyle “Biz ölülerimizle varız.” Hazreti Peygamberin şu tavsiyesi de çok anlamlı ve hikmetlidir: “Size ölümü hatırlatan mezarlıkları ziyaret ediniz.”
CAMİ, RAMAZAN VE KİTAP FUARI...
Büyük camilerimiz, son 30-40 yıl içinde özellikle büyük şehirlerimizde kitap fuarlarına ev sahipliği yapıyor. İstanbul ve Ankara’da Türkiye Diyanet Vakfı tarafından düzenlenen Türkiye Kitap ve Kültür Fuarlarının bu sene 38’ncisi gerçekleştiriyor. Ankara’da Kocatepe Camii’nde yapılacak fuar, 16 Mayıs’ta başlıyor ve ay sonuna kadar devam ediyor. İstanbul’daki fuar da 15 Mayıs’tan itibaren ziyaretçilerini ağırlamaya başlayacak. Bu fuar, yıllar önce Sultanahmet Camii’nde başlamıştı, uzun bir aradan sonra Beyazıt Camii önündeki meydana taşındı, geçen yıl Ayasofya’nın önünde kuruldu ve Topkapı Sarayı kapısına kadar uzatıldı. 1982 yılından beri İstanbul’daki fuarı takip ediyorum. Her yıl önce bir okuyucu olarak ziyaret ediyor, yayınevi standlarını dolaşıyor, kitap seçiyor ve alıyorum. Daha sonra bir yazar olarak imza programlarına katılıyorum. Bazen sohbet toplantılarında dinleyicilere hitap etme fırsatı doğuyor. Mübarek Ramazan ayının ruhaniyetinin sindiği bu fuar, tanıtım eksikliğine rağmen vatandaşlar tarafından ilgi görüyor. Şüphesiz, merkezi yerlerde düzenlenmesinin de bunda tesiri var. Vatandaşlarımız, merak ettikleri kitapları bu fuarlarda arayıp buluyor, sevdikleri yazarların imza programlarına katılıp kitap imzalatıyor ve fuar bünyesinde ESKADER’in düzenlediği “Ramazan Sohbetleri”ni dinleyip istifade ediyor. Yani her hâlükârda faydalı bir hizmet. Bütün eksikliklerine, noksanlıklarına rağmen yararlı olduğu âşikâr. Bu fuarı benimsemeyen, desteklemeyen hatta açıkça aleyhinde bulunan kozmopolit çevreler var. Bilhassa fuarın ‘dinî” bir yapı arzetmesi onları son derece rahatsız ediyor. Diyanet’in düzenlediği bir fuar olduğu için haklı olarak her yayınevi kabul edilmiyor. Bilhassa gayr-ı millî yayıncılık yapanlar ve İslam’a karşı tavırlı olanlar bu kapıdan içeriye giremiyor. Bir de FETÖ ihanet hareketinin mensupları bu fuarı geçmişten beri hiç sevmediler. Zira kontrollerinde olmadı. Bu yüzden devamlı olarak Diyanet’e ateş püskürdüler. Ve muhafazakâr bazı gazeteci yazarlar da zaman zaman eleştirdiler fuarı. Bazı tenkitlerinde belki haklılık payı vardı ama abarttılar. Neredeyse ‘fuar olmasa daha iyi’ noktasına kadar getirdiler. Peki bu yazarların kitapları nerede satılacak? Niçin imza programlarına katılıp okuyucularıyla bu mekânda buluşuyorlar? Ben bunlara da ‘pire için yorgan yakan dostlar’ diyorum en hafif tabiriyle... Neyse biz vatandaşlarımızın bu faaliyetten memnun olup olmadığına bakalım.
BU SENE FUARA NE OLDU?
Esasen bir şehirde hele İstanbul gibi büyük bir şehirde fuar düzenlemek hiç de kolay değil. Bütün yayınevleriyle muhatap olacaksınız, standları kuracaksınız, yaz mevsimi ise havalandırmaya dikkat edeceksiniz, hava soğuksa yağmuru, çamuru kollayacaksınız. Velhasıl her an tetikte olacaksınız. Kimisi, “Kardeşim 37 yıldır yapılan fuarda artık acemilikler olmamalı.” diyor. Eh onlar da haklı. Elbette arzu edilen, kusursuz bir organizasyondur. İnşallah o da olur.
Bu sene İstanbul’da yine Ayasofya önünde fuar düzenlenmesini beklerken çeşitli haberler dolaştı ortalıkta. “Fuar başka yerlerde yapılacak.” Söylentisi çıktı. Şayialar sonra haberlere dönüştü. Meğer ‘teşehhüt miktarı’ Başkan koltuğunda oturan Ekrem İmamoğlu, çeşitli bahanelerle fuarın düzenlenmesine izin vermemiş. Hâlbuki son derece demokrat bir görüntü vermeye çalışıyordu seçimden önce. Tabii geçen seneki yerinde yapılamayacağı anlaşılınca yer arayışına girdi organizatörler. Çamlıca Camii ve Fatih Camii’nde aynı dönemde yapılması düşünülüyordu. Allah’tan YSK seçim iptal etti de Sultanahmet Fuarımız hürriyetine kavuştu. İmamoğlu’nun ilk icraatlarından biri fuarı iptal etmek iken, yeni Başkan Vekilimiz, Ali Yerlikaya’nın da ilk hayırlı teşebbüsü bu fuarı asli yerine taşımak oldu. Şimdi fuar, Sultanahmet’te yeniden tesis ediliyor. Ben fuarın yasaklanmasına hiç şaşırmadım. Hatta bekliyordum bile. Zira CHP zihniyetinin şiarıdır. Hele böyle bir fuara göz yummayacakları gün gibi âşikârdı. Yasakçı kafaya sahip olan CHP’den başka ne beklenebilir ki! Asıl şaşırdığım husus şu oldu: Basında bu mesele bir hayli konuşulunca, bundan büyük yara alan İmamoğlu konuyu tevil yoluna gitti. Bazı ‘sağ yaftalı’ köşeyazıcıları feveran etmeye başladılar. “Bu bir oyundu” demeye getirdiler. Nedense gönüllerindeki adayı aklayıp paklayıp öne çıkarmayı çok seviyorlar. Bilhassa müzmin muhaliflerin kümelendiği bir iki gazetede bu tuhaf savunmalar dikkat çekti. Bazıları tarih boyunca celladına âşık olmuştur. Esasında bugünkü de aynı hâl. Birileri bunlara, ‘ezan yasağı’nı ve 1944’te milliyetçilere yapılan ‘tabutluk zulmü’nü hatırlatmalı. Malum, hâfıza-i beşer nisyan ile mâluldur.
RAMAZAN, SULTANAHMET VE KİTAP...
Şimdi bütün İstanbullular Sultanahmet’te 38. defa açılacak bu fuarı büyük bir heyecan ve sabırsızlıkla bekliyor. Geçen yıllarda 26 veya 27 gün açık tutulan fuar, bu sene daha kısa olacak. 15 Mayıs’ta başlayıp Kadir Gecesi’ne kadar devam edecek. Ben bu tartışmaları, her şeye rağmen çok hayırlı buldum. Niçin? Birincisi, anamuhalefet partisinin ve destekleyicilerinin ‘yasakçı’ kafasını ortaya koyması bakımından iyi bir örnek oldu. Bunu sözle, yazıyla anlatamazdınız. Halk gözüyle gördü. Bu parti dinî faaliyetlere, hareketlere, hizmetlere tahammül edemiyor. Geçmişte de etmemişti. Huyu kurusun, mazisinde bu despotluk var. İkincisi, fuarın iyi bir tanıtımı oldu. Doğrusunu söylemek gerekirse fuarı düzenleyenler, bugüne kadar pek tanıtım ihtiyacı hissetmiyorlardı. “Nasılsa vatandaşlar biliyor, fuara gelir.” düşüncesi hâkimdi. Ki, bana göre çok yanlış. Profesyonelce tanıtımı çok az yapıldı. Bu yıl tartışmalar dolayısıyla gündemde. Herhâlde bu seneye kadar fuarın bu kadar geniş bir duyurusu/tanıtımı yapılmamıştı. Ben organizatörlerin yerinde olsam, her sene fuarı önce yasaklatır, ondan sonra açarım, o zaman daha büyük kalabalıkları alana çekilebilir...
CAMİLER KÜLTÜRÜN DE MERKEZİ
Cumhurbaşkanımızın işaret ettiği gibi ‘camiler hayatımızın içinde’ daha çok yer almalıdır. Çocuklar ve gençler için mabetlerimiz cazibe merkezi hâline getirilmelidir. Bunun için yeni yapılacak camilerde mutlaka zengin bir kütüphane, kitap okuma salonu ve kitabevi bulunmalıdır. Bilhassa büyük camilerde, konferans salonu mutlaka bulunmalıdır. Biz büyük bir medeniyetin çocuklarıyız. Kitaba en çok değer veren bizim ecdadımız olmuştur. Muhteşem kütüphaneler kurmuşlar, büyük âlimler yetiştirmişler, insanlığa yol yordam göstermişlerdir. Bugün de ‘kitap kahveler’le başlatılan bu kültür atağı, camilerde muntazaman devam ettirilmelidir. Gençlerimiz, namaz kıldıkları camilerin kütüphanelerinde kitap okuyabilmeli, çayını içerken yazı yazabilmelidir. Camilerin konferans salonlarında şairler, yazarlar, mütefekkirler, gazeteciler ve sanat adamları, sohbetleriyle cami cemaatini ve gençliği aydınlatmalıdır.
KİTAPLI GAZETECİLER FUARLARA SAHİP ÇIKMALI
Basılı kitabı bulunan gazeteci yazarların kitap fuarlarına daha çok sahip çıkması gerekiyor. Geçmiş yıllarda bazı fuarlara meslektaşlarımızın pek ilgi göstermediğini biliyoruz. Hatta imzaya gelip fuarı gezmeden dönen gazetecileri hatırlıyoruz. Ramazan ayı boyunca Ankara, İstanbul ve bazı Anadolu şehirlerinde yapılan fuarlar hakkında tek satır yazmayan dostlarımız, bu yanlıştan dönmeli. Kitap şölenlerine gitsinler. Sadece kitap imzalamak maksadıyla değil, alanı gezmek, yayıncılarla konuşmak, kitapseverlerin heyecanına şahit olmak için de gitmeliler. Fuar haberlerini gazeteler veriyor, radyo ve televizyonlar da duyuruyor. Ama yazarlar, fuarları dolaştıktan sonra intibalarını yazmalı, konuyu köşesine taşımalı, varsa eksikliklere işaret etmeliler. Meselâ şu anda aklıma geliveren şu isimleri gerek İstanbul’da gerekse Ankara’da düzenlenen kitap fuarlarında görebilmeliyiz: Ahmet Kekeç, Ahmet Maraşlı, Ahmet Özdemir, Ahmet Tezcan, Ali Akben, Ali Bal, Ali Haydar Haksal, Alim Kahraman, Asım Gültekin, Beşir Ayvazoğlu, Dursun Gürlek, Elif Sönmezışık, Ergün Yıldırım, Fatih Duman, Fatma Barbarosoğlu, Fatma Gülşen Koçak, Furkan Çalışkan, Gökhan Özcan, Gürbüz Azak, Hüseyin Akın, İbrahim Kalın, İbrahim Karagül, İsrafil Kuralay, Kemal Çiftçi, Kemal Sayar, Leylâ İpekçi, Mahmut Bıyıklı, Mehmet Can, Mevlana İdris, Murat Başaran, Mustafa Armağan, Mustafa Kutlu, Mustafa Uçurum, Nurettin Taşkesen, Ömer Lekesiz, Özcan Ünlü, Rahim Er, Rasim Özdenören, Sadık Yalsızuçanlar, Salih Tuna, Sefa Saygılı, Selahattin E. Çakırgil, Selahattin Yusuf, Selvigül Kandoğmuş Şahin, Serdar Tuncer, Sibel Eraslan, Üstün İnanç, Yavuz Bahadıroğlu.