Mimar Sinan ölmedi!..
Coğrafî açıdan önemli stratejik konuma
sahip olan İstanbul; Asya, Avrupa ve Afrika gibi üç kıtanın kavşak noktasında
yer alıyor. Aynı zamanda iki önemli kültür ve ticaret havzası olan Akdeniz ve
Karadeniz’i birleştiren bir konumda bulunuyor. Üç imparatorluğa başkentlik
yapan İstanbul, Roma, Bizans ve daha sonra Osmanlı dönemlerinde dünya
siyasetine yön verdi. Kısacası Amerika kıtasının keşfinden önceki eski dünyanın
siyaset, medeniyet ve ticaret havzası İstanbul merkezli bir konumdaydı.
Böyle önemli özelliklere sahip
olmasından dolayı dünyanın gözü üzerinde olan İstanbul, İslâm dünyasının da
gözünden kaçmamış, Hazret-i Peygamber tarafından mukaddes bir hedef olarak
gösterilmiş; bu nedenle İstanbul değişik tarihlerde İslâm orduları tarafından
kuşatılmıştı. Daha da önemlisi Kur’an-ı Kerim’de “ne güzel belde” anlamına gelen “BeldetunTayyibetun” (Sebe’ Sûresi, 15) ifadesinin ebced hesabı ile
rakamsal karşılığı Hicri 857 (Miladi 1453) yılını işaret etmesi, ilahî bir
referans olarak gösterilmiştir.
Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin
muzaffer komutanı Fatih’in 1453 yılında İstanbul’u fethi, sadece Türk tarihi
açısından değil, dünya tarihi açısından da büyük bir olaydır. Fetihten sonra
başlayan siyasî ve idarî düzenlemelerin ardından İstanbul, imar hareketine
sahne oldu. Özellikle Osmanlı mimarlık tarihinin en büyük külliyesi olan Fatih
kompleksi yanında irili ufaklı camiler, medreseler, hanlar, hamamlar ve kapalı
çarşıların inşası, şehir hayatına bir canlılık getirdi.
Yani İstanbul askerî olarak
fethedildikten sonra, bir taraftan manevî fatihlerin desteğiyle İslâm
Medeniyeti’ninihyâ hareketi başlatılmış, diğer taraftan ise Osmanlı’nın şaheser
niteliğindeki eserleriyle şehrin dört bir tarafını süslenmiştir. İşte bu
süsleme sanatının en önemli aktörlerinden birisi de dünya mimarlık tarihine
ismini altın harflerle yazdırmış olan Mimar
Sinan’ndır.
29 Mayıs 1489 tarihinde Kayseri’nin
Ağırnas köyünde doğan ve 17 Temmuz 1588’de emaneti teslim eden Sinan, bıraktığı
bunca zengin mimarî mirasa karşılık, kendi adını ve kişiliğini, hakkı olduğu
halde, nedense hiçbir yerde ön plana çıkarmamıştır. Büyükçekmece Köprüsü hariç,
eserleri üzerinde yer alan kitabelerin hiçbirinde kendi imzasını
kullanmamıştır.
Türk mimarlık tarihi içinde bir güneş
gibi parlayan Sinan, üstün başarıları ile tarihte kalıcı iz bırakmıştır.
Vakfiyesinin girişinde onun için “seçkin
mühendislerin gözü, kurucular erkânının süsü, zamane üstatlarının üstadı, dönemin
bilge kişilerinin başı, imparatorluğun mirası ve hakanlığın hocası”
sıfatları kullanılmıştır. Çağını aşan ve evrensel bir değer olan Sinan, böylece
bütün zamanların en büyük mimarı ve mühendisi olmayı hak etmiştir.
***
Fatih Sultan Mehmed
İstanbul’u fethederek “İslâm Medeniyeti”nin
maddi ve manevi mührünü vurmuşsa; Sinan
da mimari dehâsını ortaya koyarak çağları aşan sanatının eşsiz örneklerini
dünyaya âdeta tablo gibi asmış. Öyle eşsiz, öyle nâdidetablolar ki,
görenlerbakmaya doyamıyor.
Çıraklık eseri Şehzadebaşı’nda
şefkati, kalfalık eseri Süleymaniye’de marifeti, ustalık eseri Selimiye’de
ilahi aşkın tezahürünü görenler meftun olmuşçasına bir daha, bir daha, bir daha
bakmaktan kendini alamıyor.Sanattan anlasın ya da anlamasın; mecnûn ya da
velîolsun; müslim ya da gayrimüslim olsun fark etmiyor;insanlığın ortak diliyle
Sinan’a teşekkür ediyor.
Sinan’ın eserlerine aşk ile bakmak
kolay da; onun ilmek ilmek işlediği eserleri hakkıyla anlatmak, üzerinde kalem
oynatmak ilim ister.
*
(Osmanlı sanatı ve Osmanlı’nın hem
Doğu hem Batı kültürüyle etkileşimi üzerine gerçekleştirdiği çalışmalarla
tanınan Harvard Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Gülru Necipoğlu’nun buram buram emek kokan, dillere destan “Sinan Çağı: Osmanlı İmparatorluğu’nda Mimarî Kültür” isimli eseri kaleme almış,
2013 yılında ilk baskısı İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından
okuyucudan ziyâde kitap koleksiyonerleriylebuluşturulmuştu. Kimbilir, belki de
entelektüel bakış açısıyla eseri “avâma
düşürmemek” için böyle bir politika izlenmiştir.)
*
Her yıl 9 Nisan’da kutlanan “Mimar Sinan’ı Anma ve Mimarlar Günü”nü
vesile ederekOsmanlı Devleti’nin her köşesinde yaşayan, “taşlara can veren” Sinan’a vefa adına yola çıkan İstanbul Valiliği,
“İstanbul ve Mimar Sinan” isimli
eseri okuyucuyla buluşturarak, tek dileği “hayırla
yâd edilmek” olanSinan’ın ruhunu şâd etti.
Takdim bölümünde, “bu fâni dünyadan bir Sinan geçti” ifadeleriyle
her nefisin ölümü tadacağını hatırlatan İstanbul ValisiAli Yerlikaya, unutulmamanın sırlarını veriyor. Yunus misâli, “Ölen hayvan imiş âşıklar ölmez”inne
mânâya geldiğini öyle bir anlatıyor ki, Sinan yine, yeniden, bir kez daha cana
geliyor.
Türkçe ve İngilizce olarak kaleme
alınan eseri, ömrünü Mimar Sinan’a adayan, Osmanlı mimarlığının klasik çağı,
şehir ve medeniyet, geleneksel Türk evi üzerine araştırmalar yapan Kerküklü
Prof. Dr. Suphi Saatçi kaleme almış.
Kerküklü deyince yanlış anlaşılmasın, şu bizim Kerkük...1926 Ankara Antlaşması
ile aramıza sınır çizilen, gönül coğrafyamızın kalbi Kerkük...Saatçi’nin
doğduğu, emeklediği, çocukluğunda sokaklarında koşuşturduğu ammavelâkin hep
hasret kaldığı beldenin adıdır Kerkük.
Kitap yazımıyla olduğu kadar
fotoğraflarıyla da okuyucuya “kadîmhazinelerimiz”in
izini sürme imkânı sunuyor.M. Tayfun Karabağ’ın
çektiği birbirinden güzel fotoğraf karesi âdeta kitaptan çıkıp okuyucunun
ruhunda canlıbir mekâna dönüşüyor. Bilgi ve görsel şölen eşliğinde sayfaları
çevirdikçe “Vakıf Medeniyetimiz”in,“insanı yaşat ki, devlet yaşasın”
şiarının izleri kendini derinden hissettiriyor.
*
Kitapta, yarım asır boyunca Osmanlı
Devleti’ne mimarbaşılık yapan, taşlara hükmeden, kubbeleri semaya taşıyan,
azgın azgın çağlayan sulara köprülerle gem vuran, susuz beldelere kemerlerle su
taşıyan, yuvasız kuşlara ev yapan, dünyaya hükmeden Cihan Sultanlarına huzur
içinde yatacakları ebedi istirahatgâhlar inşa eden, nice ulu mâbedin harcını
alın teriyle karan, dahası 3 kıtada yaşayan Kayseri-AğırnaslıKoca Sinan’a dair çok az bilinenlere
yer veriliyor. Bizim gördüklerimiz, farkında olduklarımız okyanustan bir
katreymiş meğer.Medeniyetimizin baş tâcı, dünyanın en güzel şehirlerinden
İstanbul’a mührünü vuran bir insan ancak bu kadar güzel anlatılır.
Kitapta ayrıca Sinan’ın İstanbul’da
bulunan birbirinden nâdide şaheserlerinin yanında Sâî Mustafa Çelebi’ye
yazdırdığı Tezkiretü’l-Bünyanve Tezküratü’lEbniye(Yapılar Kitabı)
isimli eserlere de yer verilmiş.
“İstanbul
ve Mimar Sinan” isimli böyle bir eser ancak azîz İstanbul’u Türk milletine
armağan ederek dünya tarihinin akışını değiştiren Fatih Sultan Mehmed Han ve kahraman ordusuna, bu şehri dünyanın
başkenti yapan Yavuz Sultan Selim Han
ve oğlu Kanûnî Sultan Süleyman Han’a,
İstanbul’u gelinlik kızmisâli süsleyen mimarların
pirî Koca Sinan’a ithaf edilirdi.İstanbul Valiliği’de öyle yapmış.
Sözün özü; Mimar Sinan ölmedi,
eserlerinde yaşıyor.