Milli zengin üretmenin komplikasyonları
Geçtiğimiz cuma günü, yıllardır takdirle takip ettiğim bir siyasetçi büyüğümle ekonomi hakkında sohbet ederken konu dönüp dolaşıp Türkiye’nin sermaye eksikliği yaşayan bir ülke oluşuna ve bu meselenin çözümü için Demokrat Parti’den bu yana sağ cenahtaki iktidarların kendi devirleri esnasındaki “zengin yaratma” yani milli sermaye birikimi oluşturma operasyonlarına geldi.
Bu girişimlerin sürdürülebilir olmadığını, çünkü bu kadar kısa sürede ancak hormonlu inşaat-taahhüt firmalarının oluşturulabileceğini, ekonomiye kalıcı güç kazandırabilecek sanayi-teknoloji kuruluşlarının bu şekilde oluşturulmasının mümkün olmadığını, neticede ihalenin hep katma değerli üretimi olmayan sektörlere kaldığını, her iktidarın bunu denediğini ve hepsinin o iktidarlarla beraber piyasadan çekilmek zorunda kaldığını tarihsel örneklerle ifade etmeye çalıştım. Bu kapsamda yıllardır var olan çalışmaları değerlendirip bu faydasız işin en nihayetinde ekonomiye hep zarar verdiğini ifade etmeye gayret ettim.
Sabırla dinleyen büyüğümüz (her ne kadar Rus kökenli bu adamlardan hoşlanmadığını ifade etse de) belki bir tür Rusya’daki oligarklara benzer bir yapıda milli sermaye ekibinin oluşturulma arzusunun olabileceğini, bunun doğru bir kültür altyapısı ve programla yapılırsa başarılı olabileceğini ifade etti.
Milli bir sermaye oluşturma konusundaki niyetin samimi olduğu hususunda ikimiz de hemfikiriz. Fakat ülkemizde bunu şimdiye kadar hiç bir iktidar başaramadığı gibi üstadın örnek verdiği şekilde başka ülkelerde başarmış gözükenler de ilerleyen safhalarda başlarına çok büyük belalar aldılar.
Rusya’nın Gorbaçov döneminde başlattığı yeniden yapılanma ve şeffaflık döneminde seçilmeye başlanan bahse konu oligarklar, Sovyetler’in yıkılışı ve Boris Yeltsin döneminin başlamasıyla devletin gerçekleştirdiği özelleştirmelerde, kimse krediye ulaşamazken bedava banka kredileriyle desteklendi ve dünya devi sayılacak, başta enerji firmaları olmak üzere çok sayıda kuruluşun sahibi oldular.
Yıllar içerisinde öyle çılgınca büyüdüler ki kendilerine bu zenginliği veren Boris Yeltsin’i bile yıllar içinde kendilerine oyuncak haline getirdiler.
Yeltsin 1996 seçimlerinde kendi eliyle yarattığı canavarlara mahkum oldu. Ekonomi ve ülke yönetimi tamamen bu adamların eline geçti. Durum öyle bir hale geldi ki tarih sayfalarında bu döneme “kriminal kapitalizm” ismi verildi.
En nihayetinde Putin, ülkenin yönetimi ve ekonomisinde hegemonya oluşturan bu adamların etkisini kırmak vaadiyle seçimlere girdi. Bu adamlardan kurtulmak isteyen Rus halkının desteğiyle de seçimleri kazandı.
Sonrası malum, oligarklar birer ikişer intiharla, kazayla öldüler. Bir kısmı da Rusya’dan kaçtı. Kalanlarıysa Putin ile anlaşmak zorunda kaldı.
Olan tabi ki her zaman olduğu üzere halka oldu. Ülke ekonomisinin en önemli kaynakları yıllarca sadece bu adamların kasalarını doldurdu. Onca gaza, petrole, tarım ve sanayiye rağmen Rus halkı kelimenin tam anlamıyla senelerce aç kaldı.
Elbette Türkiye’nin şartları çok farklı. Fakat yirmi-otuz yıl gibi süreler bir ülkede sermaye birikimi oluşturacak sanayi-teknoloji firmaları kurmak için yeterli süreler. Fakat çok ciddi emek, sürdürülebilirlik, dikkat, azim ve sabır gerektiriyor.
Ayrıca bir hükümetin desteklediği bir alanı,sektörü ya da seçilmiş firmaları diğerlerinin iktidara gelir gelmez düşünmeden yok ettiği onlarca yıllık bir siyaset ve ekonomi geçmişimiz var. Bu dönemlere en net örnekler Demirel-Ecevit arasında yaşanan 20 yıllık mücadele sürecinde kurulan hükümetlerinin faaliyetlerinden gösterilebilir.
İş böyle olunca özellikle rahmetli Özal’dan buyana en hızlı şekilde milli sermaye oluşturma amacıyla inşaat-taahhüt ve onunla ilişkili sektörler kullanıldı.
Bu sektörler akıl almaz vergi muafiyetleri ve kamu bankalarının kredileriyle desteklendi. Hal böyle olunca da her defasında kısa sürede ciddi derecede zenginleşen patronlar ve markalaşan firmaları ortaya çıktı.
Fakat oluşan bu zenginlik ülkenin ekonomisindeki marjinal fayda ve verimliği başta artırıyor gözükse de kaynakların çoğunu emmesine rağmen sürdürülebilir bir refah ortaya çıkaramadığı bir süre sonra sadece zenginin daha zengin olmasına neden olan, toplumun refahını artırmayan bir çizgiye kayıyor. Yani bir sanayi-teknoloji devi kadar milli refah getirmiyor, dağıtmıyor.
Hasılı bu faaliyetler kaynakların belli bir zümrenin elinde sıkışmasına ve ciddi rant gelirlerinin ortaya çıkmasına neden oluyor.
Yani hiç bir şey üretmeden sahibinden başka kimseye faydası olmayan ve ülkenin gelir dağılımını bozan kocaman bir zenginlik ortaya çıkıyor.
Anlatmaya çalıştığım hikayenin kahramanı olan ve oligarklar gibi ülkemizin başına bela olmasalar da milli sermaye birikimi için seçilen bu sınıf ve onların alt taşeronlarının ( Bayrak onların elinde olduğundan hep inşaat-taahhüt dedik ama önü açılan diğer sektörler de var. Onları da hesaba katarak düşünelim.) şu an ekonomiye verdikleri zararı bir de enflasyon penceresinden ele alalım:
Nihai tüketimin eskiden ithalattaki oranı %8’di. Kalan ithalatın %12’si yatırım mallarına, geriside ağırlıklı olarak ara mamullere aitti.
Bugün nihai tüketim mallarının payı %18’e ulaştı. 51 milyar dolar bu dipsiz kuyuya gidiyor.
Yani sıkı maliye ve para politikaları sonrası bugün itibariyle toplumun %60’ının talebi ciddi şekilde kesilmişken inanılmaz derecede zengin olan %1’lik grup (2003’te ülke servetinin %20’sine sahiptiler, bizim milli sermaye birikimcileri de eklenince %40’ına sahip oldular!) bariz şekilde arttırdıkları lüks ithalatla enflasyonun düşmesini engelliyorlar.
Çünkü faiz artsa da düşse de, kurlar artsa da düşse de umursamayıp harcamaya devam ediyorlar….
Onların bu harcamala alışkanlıkları bitmeden enflasyon düşmeyecek. Devlet kur korumalıya para ödemeye devam edecek.
Hazine daha fazla borçlanacak.
Merkez Bankası daha fazla para basmaya devam edecek.
Kredi faiz oranları daha fazla yükselecek.
Yatırımlar azalacak.
Hiç bitmeyen bir borç salmalında beyfendilerin keyfi gelene kadar her gün birbirimize “bu işler ne zaman düzelecek?” diye sormaya devam edeceğiz…
Ne garip bir tablo….
Özetleyecek olursak, zengin yaratma her zaman oligarklar gibi ülkelerin başına bela olmasa da en iyi niyetlileri bile günlük faaliyetleriyle bile bir ülkenin ekonomisini ciddi derecede olumsuz etkileyebilir… Zamanı geldiğinde günün siyasi ve iktisadi şartlarına göre bu gruplar çok farklı tehlikeler oluşturacak konsepte komplikasyonlara da sebep olabilir. İşin içinde para olunca ne yazık ki evdeki hesap çarşıya uymayabiliyor….
Dikkat etmek lazım!