Millî karikatürün son temsilcisinden veda
Çizgileriyle
yerli ve millî bir duruş sergileyen karikatürist, çizer Yurdagün Göker vefat
etti. Sanatçı bugün toprağa veriliyor.
Bâbıâli’nin çınarı, yerli ve millî çizgileri,
fotoromanları ve kitaplarıyla tanınan gazeteci karikatürist Yurdagün Göker,
cuma günü hayata veda etti. Ebedî âleme göç eden merhumun cenazesi, bugün öğleden
sonra kılınacak cenaze namazının ardından Marmara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Camii’nden alınarak Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek.
Bâbıâli’nin
Çizer Ağabeyi
Yurdagün Göker, Bâbıâli’de tanıdığım çok değerli bir
çizerdi. Seçkin bir karikatürist, kıymetli bir ressamdı. Ve her şeyden önce ülke
sevdalısı bir gönül insanıydı. Türkiye
gazetesinde birlikte çalıştığımız yıllarda kendisini yakından tanıma talihine
erişmiştim. Bilhassa merhum Kenan Akın’ın Genel Yayın Yönetmenliği döneminde
sık sık görüşür, konuşur, tavsiyelerini alırdık. Hasbiliğin hâkim olduğu o
dönemde Kenan Bey’in odasına rahatlıkla girip çıkan nadir bir ağabeyimizdi.
Kültür Sanat Servisi’nde çalıştığımız için bize de uğrar, öğütler verirdi. Biz
de bu nasihatleri can kulağıyla dinler, anlatılanlardan istifade etmeye
çalışırdık. Bir ara çalıştığım çok tirajlı bir gazetede bir karikatüristin
Genel Yayın Koordinatörü ile konuşurken ayaklarını çalışma masasının üstüne
uzattığını gördüğüm anda içimden “Tamam dedim, bu meslek ölmüştür, ruhuna
Fatiha okuyabiliriz.” Edebin olmadığı yerde edebiyat da olmaz, gazetecilik de
yapılmaz. Son yıllarda basında bir toparlanma var. İnşallah yeniden eski hâline
döner ve aslî görevini yerine getirir. Zira esas bozulma, 30-40 yıl önce bir
gazete patronunun basının 4. değil “1. Kuvvet” olduğunu ilan etmesiyle
başlamıştı. O sıralarda gazeteler iktidar değiştirmeye, hatta darbelere
davetiye çıkarmaya çalışıyorlardı. Tetikçi köşe yazarları türemişti. Şükürler
olsun ki, şimdi o meslek düşmanlarının sayısı azaldığı gibi hükümleri, güçleri ve
itibarları da kalmadı.
Keloğlan,
Nasreddin Hoca, Yavrutürk
Yurdagün Göker,
1935 yılında Edirne’nin Uzunköprü ilçesinde doğdu. Kabataş Erkek Lisesi’ni
bitirdikten sonra iktisat, arkeoloji ve sanat tarihi eğitimi aldı. 12 yıl
Beşiktaş kulübünde basketbol oynadı, kaptanlık ve antrenörlük yaptı. Kendi
ifadesiyle “rakamları hiç sevmedi.” Mesleğe 1952 yılında İstanbul’da Karakedimizah dergisinde karikatürist
olarak başladı. Havadis, Son Havadis,
Yeni İstanbul, Tercüman ve Türkiye
gazeteleri ile Hayat ve Ses dergilerinde çizdi. Montreal ve
Scaremberg karikatür yarışmalarında ödül aldı. 1965 yılında Montreal’de ödül
aldıktan sonra Almanya’ya gitti. Karikatür ve hikâyeleri Bunte, DasFreizeit Magazin, Hobby, Horzu, Kicker gibi birçok Alman
yayın organında yer aldı. NASA için 30 dakikalık bir çizgi film yaptı. 1975
yılında Türkiye’ye döndü. Hayat Yayınları’nda danışman olarak çalışırken Milli
Eğitim Bakanlığı Yayınlar Komitesi Üyeliği’ne seçildi ve Bakanlık adına Yavrutürk dergisini çıkarttı. Nasrettin Hoca ve Nasrettin Hoca’dan Keloğlan’a adlı çizgi romanları yayımlandı. 13 Keloğlan albümü, 3 Bora albümü yayınladı, 400 masal resimledi. Nasreddin Hoca Keloğlan’a İngilizce Öğretiyor albümünü yayınladı.
Bugüne kadar ikisi yurt dışında olmak üzere beş karikatür sergisi açtı ve
sayısız ortak sergiye katıldı. Almanca ve İngilizce biliyor, İtalyanca
konuşuyordu. Evli ve iki oğlu, ayrıca torunları vardı. Basın Kartı sahibiydi.
Telefonla Konuşurduk
Yurdagün ağabeyle zaman zaman telefonla konuşurduk. Arar,
hatırını sorardım. Uzun süren tenkitlerine kulak kabartırdım. Bilirdim ki o en
doğruyu ince bir eleştiri anlayışı ile yapardı. Zira Bâbıâli’nin ulu çınarlarındandı.
Meslek hayatının en az 70 yılını geride bırakmıştı. Bundan 12 sene önce, 30
Aralık 2010 tarihinde ESKADER adına Bâbıâli Sohbetleri’nekendisini davet
etmiştim. Kırmamış, lütfedip gelmişti. O gelir de yarım asırlık dostu Gürbüz
Azak gelmez mi? Gürbüz abiyle birlikte mekânı şereflendirmişlerdi. Yurdagün
Bey, “Çizgi Dünyamız”ı anlatmıştı o gün. Bilmediğimiz birçok hususu o akşam
kavramış, öğrenmiştik. Programdan sonra kendisine toplantıda çekilmiş fotoğraflarıyollamıştım.
Cevabi mektubunda şöyle demişti: “Değerli kardeşim gönderdiğin
resimlere çok teşekkür ederim. Dün aksam program çok başarılıydı. Mehmet Nuri
bu işi aslanlar gibi götürüyor... Amaaaa onu yalnız bırakmamak, yardımcı olmak
lazım. İnsan bazen bazı sebeplerden dolayı bezer, küser bıkar. Yardım edin,
bıkmasına fırsat vermeden yardım edin, iyi işler yapıyor. Unutma ki hepimiz o
alayın askerleriyiz. Eğer edebiliyorsak hizmete devam… Resimlere tekrar
teşekkürler. Başarı ve sağlık diliyorum.” Kıymetli mektubunda lâyık olmadığım
şekilde beni övüyor, belki de daha çok çalışmam için teşvik ediyordu. Bu zarafet
de büyüklerin şanından olsa gerek.
Fethi Gemuhluoğlu’nun Dostu
Bâbıâli’nin eski havasını ziyadesiyle soluyan bir
insandı Yurdagün ağabey. Sağdan ve soldan yazar/çizer dostları çoktu. Meslektaş
olmaları ve aynı müesseselerde birlikte çalışmaları hasebiyle merhum Vehip
Sinan’ı ve kadim dostu Gürbüz Azak’ı çok severdi. Karikatürist Cafer Zorlu’yu
Basın Müzesi’nde andığımızda da bizi yalnız bırakmamış, gelip çizerimizi
anlatmıştı. Vehip Sinan’ın vefatından sonraki anma toplantımızda da kadirbilirliğini
göstermiş ve dostunun hatıralarını dinleyicilere aktarmıştı.
Kanaatimce karikatürü Türkiye’de en iyi bilen kişilerdendi.
Telefon konuşmalarımızda bazı konularda fikir ihtilafı yaşardık. O mahviyetkâr
mizacıyla kendisinden genç olanların bile görüşünü dinler, karşı fikrini olgunlukla
aktarır ama hiç kalp kırmazdı. Bu yönüyle eski Osmanlı münevverlerini
hatırlatırdıbana. Nezaket ve nezahat sahibi, çelebi bir aydındı. Bir ahlak,
fazilet ve erdem abidesiydi. Her şey bir tarafa, Fethi Gemuhluoğlu gibi bir
gönül adamının yanında bulunabilmiş ve onunla dostluk kurabilmişti. “Fethi
Ağabey derdi ki…” diye başlayınca kendime daha çok çeki düzen verir ve
anlatacaklarını pür dikkat dinlerdim. Dile getirdikleri, sadece karikatür
sanatı ve çizgi dünyamız değil, sanatımız, kültürümüz, edebiyatımız,
medeniyetimizdi. Müslüman Türk’ün manevi ve moral değerlerini bilir, müşterek
değerlerimize dikkat çekerdi.
Karakedi
İle Başlamıştı
Bereketli, verimli, feyizli ve hareketli bir meslek
hayatı vardı. Mesleğe bundan tam 70 yıl önce Karakedi dergisinde başlamıştı. Dile kolay bunca senedir Bâbıali’nin
tozunu yutmuş bir emektardan bahsediyoruz. Karakedi’ye
ben de yetişmedim elbette. Ama Ömer Öztürkmen ağabeyimizin çıkardığı bir mizah
dergisiydi. O yıllarda bile 50 bin civarında tirajı yakalayabilmiş, belki de
muhafazakâr kesimin ilk mizah dergisiydi. Bugün bu çapta bir mizah dergimiz ne
yazık ki yok. Aslında olmalı. Bu vadide, mizah ve karikatür alanında geride
kaldığımız aşikâr. 1994 yılı olmalı Türkiye
Çocuk dergisinde ‘haber müdürü’ sıfatıyla çalışıyordum. Dergiyle birlikte
abonelerimize ve okuyucularımıza verdiğimiz Nasreddin
Hoca Keloğlan’a İngilizce Öğretiyor albümü büyük ilgi çekiyordu. Şu
hassasiyete bakar mısınız? Yurdagün ağabey “Nasreddin Hoca” ve “Keloğlan” gibi
iki büyük kahramanımızı bir eserde buluşturuyor ve çocuklarımıza yabancı dille
de sevdiriyordu. O, gençleri çok severdi. Hafif yollu eleştirirdi de. Haklıydı ama.
Çünkü onların nesli adamakıllı çalıştı, çabaladı ve dünya çapında bilinen birer
sanatçı oldu. Şimdi galiba fazla terlemeden, alın teri dökmeden bir yerlere
gelmeye çalışıyor bazı gençlerimiz. Şüphesiz beyhude bir çabadır bu. Ahmet
Mithat Efendi, Peyami Safa, Süheyl Ünver ve Ekrem Hakkı Ayverdi gibi gece
gündüz çalışmadan bir yerlere gelmek mümkün mü?
“Çocuklar
Aferin Size!”
Tenkitli de olsa sözlerini yumuşak bir şekilde ve
şefkatle söyleyen Yurdagün ağabey, gazetede birlikte çalıştığımız Muammer Erkul
ve Murat Başaran gibi dostlarımı da kastederek, “Çocuklar sizler kendinizi iyi
yetiştirdiniz ve kabul ettirdiniz. Aferin.” demişti. Çocuklar dediği bu üç
kişiden Murat 55, Muammer 60, ben 61
yaşı tamamladık.Karikatürleriyle Türkiye’nin bayrağını dünyanın muhtelif
ülkelerinde dalgalandıran Göker, çalışmalarına ve eser vermeye ömrünün sonuna
kadar devam etti. Geçenlerde salgın dolayısıyla evlerde bulunduğumuz sırada,
bazı sorular hazırlamış ve kendisine göndermiştim. Telefonla aradığımda da,
“Mehmet Nuri şu salgın bitsin de, şöyle karşı karşıya gelip yüz yüze görüşelim
ve röportajı böyle yapalım.” dedi. Elbette haklıydı. Öylesi çok daha iyi olurdu
ama nasip olmadı, ömrü vefa etmedi.
Erol
Güngör’ün Yakın Dostuydu
Büyüğümüz, sosyal medyayı çok iyi kullanıyordu.
Zaman zaman mektuplaşırdık. Arkadaşlarının çalışmalarıyla ilgilenir, kimisini
beğenir, kimisine de yorum yapardı. Vefatından beş gün önce yani 24 Nisan Pazar
günü merhum sosyolog ve fikir adamımız Prof. Dr. Erol Güngör’ün, Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak
kitabındaki bir sözünü paylaşmıştım. Orada Güngör diyordu ki: “Cemiyet, her
parçası ölüleriyle sıkı sıkıya bağlı bir bütündür, bir parçanın bozulması
mutlaka bütünü de bozar.” Bu fotoğraflı paylaşımımı kopyalamış, beğenmiş ve
altına şu kısa yorumu yapmıştı: “Benim canım kardeşim, canım arkadaşım. Mekânı
cennet olsun. Onu çoooook sevdim, çok sevmiştim.”
Yurdagün ağabey bugün toprağa veriliyor, Rabbine kavuşuyor. Duam ve temennim şudur ki: İnşallah cennette çok sevdiği Fethi Gemuhluoğlu, Erol Güngör ve diğer büyüklerimize komşu olur. Taksiratının affını temenni ediyor, ruhuna rahmet ve mağfiret diliyorum. Ailesine, meslektaşlarına, basın ve sanat dünyasına, dostlarına velhasıl bütün sevenlerine başsağlığı ve sabırlar…