Milli Kalkınma Hamlesi
Uluslararası düzen, bazen hegemonya bazen de güçler dengesine dayalı olarak sürdürülmüştür. İkinci dünya savaşı sonrasında ABD-SSCB arasında iyi kötü bir güç dengesi oluşmuşken SSCB'nin dağılmasının ardından güç dengesi bozulmuş ve ABD dünya üzerinde hegemon güç haline gelmiştir.
1990'larda uluslararası ilişkiler sistemine damgasını vuran küreselleşme olgusu, özünde ekonomik bir anlam taşıması ve finansal yatırımcılar, sivil toplum örgütleri, çok uluslu şirketler gibi aktörlerin ön plana çıkmaları gibi sebeplerle Neo-Liberal düşünce sistemi içinde değerlendirilmektedir.
Ancak 16 yıl önce bugün terör örgütleri uçaklar ile New York'taki İkiz Kuleler'e saldırmasıyla dünya sistemi yeni bir sürece girmiş oldu. 11 Eylül saldırılarıyla birlikte küreselleşme yerini, tekrar devlet ve askeri güç odaklı dünya siyasetine, çekişme ve gerilimlere, ekonomide ise krizlerin damgasını vurduğu bir döneme bırakmıştır.
ABD içindeki küreselci-milliyetçi çatışması, ABD'nin küresel hegemonik gücünü zayıflatmış, Rusya'nın Gürcistan, Ukrayna ve son olarak Suriye'de yeniden küresel bir güç olduğunu ilan etmesine yol açmıştır. Çok uluslu şirketlerin üretimlerini Çin'e kaydırmalarıyla beraber Çin'in herhangi bir çatışma ortamına girmeden ekonomik hegemonya kurma çabası, İngiltere'nin AB'den ayrılarak İngiliz Milletler Topluluğu üzerinden tekrar sahneye çıkmaya çalışması diğer taraftan da Almanya'nın AB üzerinde tam hakimiyet kurarak güç dengesinde kaybedenlerden olmamak için askeri ordu kurmaya başlaması günümüzde küresel güç çatışmalarının yaşanmasına neden olmaktadır.
Küresel dengelerin yeniden kurulmaya çalışıldığı içinde bulunduğumuz Hegemonik geçiş döneminin başlamasıyla beraber Neo-Klasik Realizm dönemi başlatmıştır. Çünkü günümüzde uluslararası ilişkilerde ekonomi önemli bir yere sahiptir. Realist yaklaşım, uluslararası ortamın anarşik bir ortamda geçerli olduğunu varsaymaktadır. Anarşi ile anlatılmak istenen hiçbir uluslararası otoritenin yokluğu değil, ilke olarak devletlerin üstünde, onlara belirli davranışları dikte edebilecek bir otoritenin olmayışıdır. Böyle bir ortamda uluslararası aktörler aralarındaki mücadele veya işbirliklerini, güç dengeleri ve ulusal çıkarlarını gözeterek ve kendi başlarının çaresine bakarak yürütürler.
Birinci dünya savaşında her ne kadar zayıflamış olsa da Osmanlı Devleti dünya üzerinde önemli bir güç konumundaydı. Aynı şekilde birinci dünya savaşına katılan ülkeler yeni dönemde güçlerini artırmak amacıyla savaşa girmişlerdi. Ancak Büyük güçlerin birbirleriyle savaşmalarıyla beraber askeri olarak zayıflamaları da beraberinde yaşandı. Bu durumdan faydalanan ABD, Birinci dünya savaşı sonrasında sıyrılarak dünya üzerinde önemli bir güç haline gelmişti. Aynı şekilde İkinci Dünya savaşı sonrasında da iki süper güçten biri olarak ortaya çıkmıştır.
Türkiye'nin Önemi
Türkiye'nin jeostratejik önemi tarih boyunca doğulu ve batılı tüm medeniyetlerin ilgi odağı olmuştur. Bu ilginin başında ekonomik, siyasu00ee ve askeru00ee sebepler vardır. Bu sebepleri göz önüne alırsak Türkiye'nin jeostratejik öneminin ne kadar vazgeçilmez olduğunu daha net bir şekilde görebiliriz.
Tarih boyunca Anadolu'da yaşayan medeniyetler arasındaki mücadele ve bu coğrafyanın medeniyetler arasında el değiştirmesi jeostratejik öneme en güzel delildir. Anadolu coğrafyası her dönem jeostratejik öneminden dolayı doğu-batı arasındaki mücadelede tarafların ele geçirme çabasında oldukları topraklar olarak varlığını sürdürmüştür.
Bölgenin sahip olduğu jeostratejik önem bütün ülkelerin ele geçirme hedefleri arasında yer almasına sebep olmaktadır. Bu bakımdan Anadolu'ya sahip olmak beraberinde her zaman tedbirli olmayı ve tehlikelere karşı önlemler almayı da gerektirmektedir. Anadolu'nun jeostratejik önemi olan bölgelerden biri Akdeniz'dir. Orta Çağ'dan bu yana, dünya ticaretinin en temel dinamiğini Akdeniz Havzası stratejileri oluşturmuştur. Akdeniz'e ticari, siyasi ve askeri olarak hakim olan güç, küresel güç olarak dünyaya hakim olur. Akdeniz'e hakim olmak için mutlaka başta İstanbul Boğazı olmak üzere Türk boğazları, Ege adaları, Ege kıyıları ve Kıbrıs ile İskenderun limanlarına hakim olmak gerekir.
Gelelim Türkiye'nin küresel güç mücadelesindeki pozisyonuna. Türkiye, Jeopolitik, Jeostratejik ve Jeoekonomik olarak dünyanın adeta merkezinde yer almaktadır. Bugün doğu Avrupa bölgesinde ABD/AB-Rusya güç mücadelesi yaşanırken Asya'da ABD-Çin mücadelesi yaşanmaktadır. Başta savunma sanayi olmak üzere artan millileşme oranıyla beraber Türkiye yaşanan güç mücadelesine güçlü bir şekilde direnmesi durumunda yükselen güç olarak ortaya çıkacaktır. Kendi aralarında güç mücadelesi veren ülkeler ve sermaye bu durumun farkında olduğundan dolayı Türkiye'ye çeşitli operasyonlar düzenliyorlar.
Ne yapmalı?
Geçtiğimiz hafta MMG Ar-Ge ve İnovasyon Zirvesi ve sergisi düzenledi. Panellerde "ne yapmalı?" sorusunun cevapları tartışıldı. Ortaya çıkan sonuç önceki yazılarımda da belirttiğim gibi bilgi üretecek sistemlerin kurulması gerektiği oldu. 3-5 dertli kişinin çalışmasıyla değil topyeku00fbn kalkınma ile başarılı olabileceğimiz belirtildi. Zenginliğin kaynağının doğal kaynaklar olmadığı bilim ve teknolojideki ilerlemelerin olduğu tespiti yapıldı. Üniversitelerde öğrenci sayılarının çokluğundan ziyade niteliğe önem verilmesi gerektiği söylendi. Ebu Yusuf'un "İlim öyle bir şeydir ki, sen ona tüm gücünü vermedikçe o sana yarısını bile vermez." sözü benim en çok dikkatimi çeken cümleler arasındaydı.
Zirve'de uzun zamandır aklımı kurcalayan sorulardan birine de cevap bulduğumu söyleyebilirim. Günümüzde süper güç olarak tabir edilen ülkelerin sanayi ve teknoloji alanlarında bizden ne kadar ileride olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. "Bizim onları yakalamamız bir hayli zor" diye düşünürken "Paradigma dönüşümü olduğu dönemlerde yeni teknolojileri geliştirme konusunda yakalayabileceğimiz belirtildi. Burada yapılması gereken teknolojinin gittiği yönü iyi takip etmeli, paradigma dönüşüm dönemlerinde onları yakalayıp hatta önüne geçebileceğimiz söylendi. Çin gibi sadece üreten değil fikir ve tasarımı ortaya koyarak yüksek katma değeri oluşturabileceğimiz konuşuldu.
Bir diğer önemli nokta ise; bütün üniversite ve bilim ekosistemi içerisinde geliştirilen politika önerilerini sisteme kazandıracak mekanizma oluşturulması gerektiği hususuydu.
Milli teknoloji geliştirmek için toplumsal seferberlik ilan edilmesi ve bunun için ise 7'den 70'e kültürel ve paradigma dönüşümü ile dip dalgası oluşturmak gerektiği vurgulandı.
Kıymetli okurlar, yukarıda belirttiğim gibi dünya bir geçiş süreci yaşıyor. Bu süreci doğru değerlendirebilirsek yeni dönemde mazlumların umudu olan ülkemizi küresel güç dengelerinde hak ettiği konuma taşıyabiliriz. Bunun için önce inanmalı, birbirimizi sevmeli ve çalışmalıyız. Biz kendimize güvenirsek dünyanın en iyisini yapabiliriz. Yapanlar bizden farklı değiller.